SAYFALAR

18 Mart 2021 Perşembe

MÜSLÜMAN OLDULAR


İsveç’e görevli gitmeden önce imtihanlara girerken eşime hiç söylemedim. İki defa Adana da iki defa da Ankara da dört defa imtihanlara girmeme rağmen onun hiç haberi olmadı.

Herkes torpil bulup öyle imtihanlara giriyorlardı. Hem de torpiller Millet Vekillerinden olacak. Ben öyle torpil nerde bulurdum. Hem bulsam da zaten kabul etmez, kimseye borçlu kalmak istemezdim. Öylesine imtihanlara girdim işte. İşin içinde kazanamamak ta olduğu için mahçup olmak vardı. Onun içinde hiç kimseye söylememiştim. Hem de kazanırsam sürpriz yaparım diye düşünmüştüm.

Ankara ya imtihanlara giderken de ‘dış illere göreve gidiyorum!’ diye gitmiştim. Çünkü o zamanlar Adana da ki bir çok suçlar komşu illerde ki insanlar tarafından işlenir, suç işleyenler çeker memleketlerine giderler kimsenin haberi de olmazdı. Ağır suçlara biz Cinayet Masası baktığımız için suçlu hangi ilden gelmiş ve suç işlemişse, izini sürer Valilik onayı ile gider, üç dört gün o ilde kalır suçluları yakalar getirirdik. Onun için bizim hanım da hiç şüphelenmedi.

Oturduğumuz Gazipaşa Mahallesinde komşuların hepsi bizi çok severlerdi. O Arap uşağı kadınlar çocuğumuzu elden bırakmazlar ben görevde, hanım da görevde olduğumuz zamanlar hiçbir karşılık beklemeden onlar bakarlardı. Hatta ben bazen kendi çocuğuma kızdığım zaman bana bağırır hakaret bile ederlerdi. Hanım da görevi bitip okuldan geldiği zaman o kadınların yanlarına gider onlarla oturur vakit geçirirlerdi.

En son imtihan ve tabanca atışları için Türkiye'nin bütün illerinden şartları tutan bir çok polisleri Ankara'ya çağırdılar. Ankara Emniyet Müdürlüğünde imtihanlara girdik. 
İmtihan sonuçları üç beş gün kadar sonra kadrolarımıza bildirildi. Onun için neticeleri imtihan heyetinden başka hiç kimse bilmiyordu ve dolayısıyla ben de bilmiyordum. 

Eve geldiğim günün akşamı hanım; “Çok heyecanlıyım. Böyle bir şey olamaz. Bugün Keriman Ablalarda kahve içtik te gelini falımıza baktı. Bana öyle güzel şeyler söyledi ki! İnanamadım. Zaten inanılmaz fakat yine de çok hoşuma gitti. Mutlu oldum, çok sevindim.” Dedi.

“Ben de merak ettim ve anlat bakalım ne dedi?” diye sordum.

“Üç gün veya üç ay içinde siz ailenizle birlikte çok uzak ve çok güzel ve hayırlı bir yerlere gideceksiniz. Tayınınız çıkmış, eviniz toplanmış. Bu gideceğiniz yer o kadar güzel bir yerdir ki belki de Cennettir. Yemyeşil ağaçlık, deniz aralarına girmiş, çok güzel görülmemiş güzellikte bir yerlerdir.” Demiş. “Mümkün değil o fal çıkmaz, ben de inanmadım fakat yine de öyle bir sevindim ki anlatamam.” Dedi.

İşte o zaman; “Ben sana söylemedim fakat yurtdışı imtihanlarına girdim, belki de kazanıp yurt dışına gideriz.” Dedim. Evimizde bir kıyamet koptu. Sadece “Sen böyle bir şey yapar da bana nasıl söylemezsin.” Diyordu ve bana bağırıyordu. Hanımım çok ta haklıydı. Ona söylemem lazımdı. Çok büyük bir hata işlediğimin farkına vardım. Dört gün kadar sonra Ankara dan imtihanları kazandığıma dair emir geldi. Sadece üç gün sonraya bir tarih verilmiş. “Geçici görevle yurt dışında görev yapacağından şu tarihte Dışişleri Bakanlığında hazır bulunun” Deniliyordu gelen emirde. Nereye gideceğim saklı tutuluyor, yazılı değildi. En son uçak biletlerini alana kadar bana da söylemediler.

Bu sebepten eşim beni defterden sildi. Artık benimle konuşmuyordu. Kadınların inadı başka bir şeye benzemez. Bir türlü beni af etmiyordu. Ağabeyi Metin memleketten gelince daha bir şey diyemedi ve ufak ufak benimle konuşmağa başladı. O iş, yanı küslük az da olsa biraz düzeldi.

Artık gerisi kolaydı. Barıştıktan sonra ben Ankara'ya gittim ve İsveç'e gideceğimi öğrendim. Hemen telefonla eşime haber verdim. Dışişlerinden pasaportumu ve harcirahı aldıktan sonra ertesi gün dört beş saatlık bir uçak yolculuğundan sonra İsveç'e indim. Yerleştikten sonra eşim de iki oğlumuzla birlikte üç ay sonra geldiler. Ücretsiz izin almıştı. Hakikaten falda anlattıkları gibi bir yerdi İsveç. Tamamen değişik çok güzel bir ülkeydi. Orada çalışan Türk işçileri de vardı. Bir çoklarıyla tanıştık ve dost olduk.

İsveç te kaldığım yer iş yerime çok uzaktı. İlk zamanlar önce otobüse sonra trene sonra yine otobüse biner öyle gider gelirdim. Sonraları araba alınca araba ile gidip gelmeğe başladım. Arabasız gidip gelirken tam bir saatım yolda geçerdi fakat hiç zorluk çekmezdim, çünkü otobüs ve tren geçeceği saatler duraklarda yazılı olurdu ve bineceğim araçlar tam o yazdığı saatte gelir hazır olurlardı. Zaten birinden indim mi bineceğim araç durakta yolcuyu bekliyor olurdu.

İsveç’in iklimi aynen bizim Karadeniz iklimine benzer. Fark kışı çok ağır geçerdi ve kışın bazı geceler hiç sabah olmaz, yerlerden de buz hiç kalkmazdı. Yazın da gece olmazdı. Gündüzün beş on gün devam ettiği olurdu. İki üç günde bir mutlaka fazla miktarda yağmur yağardı fakat duraklarda çok beklemediğimiz için pek problem olmazdı.

İsveçli orta yaşlı bir aile komşumuz vardı, kendileriyle sadece selamlaşır geçerdik. Hiç çocukları yoktu. Veya vardı da belki başka şehirde yaşıyordu. Bazen kavga ederlerdi biz sadece gürültü ve seslerini duyardık. Kavgaları da çok enteresandı. Önce erkeğin sesi gelirdi. İsveççe bir şeyler söyler, bağırır çağırır, pencereden çatal, kaşık, tabak dışarı fırlatılır. Yarım saat kadar bütün sesler kesilir ortalık süt liman olurdu. Yarım saat sonra kadın başlardı bağırmağa. Hiç erkek sesi çıkmazdı. O da pencereden radyo, teyp ne varsa atardı dışarı. Yine sesler kesilir bir yarım saat daha geçince erkek tekrar başlardı bağırmağa. Bu kavgaları saatlerce sürerdi. Birbirlerine evin içinde vurup vurmadıkları görünmezdi, sadece gürültüler ta dışarıdan duyulurdu.

Bir sabah yağmurlu bir havada öyle aceleyle evden çıktım ve iş yerime gidecektim. Bizim apartmanı biraz geçtikten sonra 8-9 yaşlarında sarışın olduğundan İsveçli olduğunu anladığım bir kız çocuğu durakta durmuş yağmurdan sebep bir yere gidemiyordu. Aynı zaman da biraz da ıslanmıştı. Çocuk sarışın çok güzel ve sevimliydi ve hem de ağlıyordu. Ben İngilizce bir şeyler sordum fakat çocuk İngilizce bilmiyordu. Aslında ben de bilmiyordum da çat pat bir şeyler konuşuyordum işte. Elimde ki şemsiyeyi çocuğa verdim ve ben oradan ıslanarak şemsiyesiz bir kaç adım yürüdüm. Çocukta galiba öğrenciydi, aksi tarafa benim şemsiyemi açtı eline aldı ve yürüyüp gitti. Bir tane şemsiye ne olacak? 5 krona en iyisini alırdım. Ben tabi biraz ıslandım fakat olsun.

O gün akşamdan geri geldim, benim çıkacağım asansörun önünde 60-70 yaşlarında sarışın ırı yarı bir adam bekliyordu. Ben asansorun kapısını açınca o da bindi ve bana İsveç çe bir selam verdi. Ben de ‘hey’ dedim selamını aldım. Nereli olduğumu sordu. Bana İsveççe bir şeyler daha anlattı ama ben anlamadım. Evime girdim. O nereye gitti bilmiyorum.

Bir saat kadar sonra kapım çalındı. O adam, kendi gibi İsveçli bir sarışın bayan ve bir de ‘fifon (şeytan)’ dedikleri kara kafalı bir adam ile geldiler. Genel de İsveçliler yabancıları hiç sevmezler siyah saçlılara İsveççe de şeytan anlamına gelen 'fifon' derlerdi. Kara kafalı Türkçe konuşuyordu, Nevşehirli Kerim isminde bir işçi. Anlaşılan o İsveçli Nevşehir liyi tercüman olarak getirmiş. Benimle konuşmak istediklerini söylediler.

Eve davet ettim ve ne konuşacaklarını sordum. Kerim o İsveçli adam ile konuştuktan sonra “Sen bu sabah bir kız çocuğuna şemsiyeni verdin mi?” diye bana sordu. Hemen o sabah ki olayı hatırladım ve çok korktum. Acaba o şemsiyemi verdiğim kız çocuğuna bir şey olmuştu da ben den mi bileceklerdi? Acaba ben iyilik yaptığımı düşünürken beni suçlayacaklar mıydı? “Eee ne olmuş o çocuğa?” dedim. “Konuştur çabuk anla da bana da anlat.” Dedim. Uzun uzadıya onlarla konuştu ve bana da anlattı, rahatladım.

O İsveçli karı koca, sabah o durakta ağlayan çocuğa şemsiyemi verdiğimi pencereden görmüşler. Çok merak etmişler. Akşama doğru gelecek diye asansörun önünde o İsveçli adam beni beklemiş ve benimle konuşmak istemiş. Bütün mesele bu. Oh çok rahatladım. Üstelik çocuğu da tanımıyorlar mış.

“Bizler de böyle bir adet yok. Kendi malımızı başkasına asla vermeyiz. Senin ihtiyacın olduğu halde kendi şemsiyeni başkasına niçin verdin?” dediler.

“Ben kendimi korurum fakat o küçük çocuk kendini koruyamaz hasta olurdu, onu düşünerek verdim. Sonra bizim dinimizde; 'Komşun aç iken sen tok yatmayacaksın! İhtiyacından fazlasını başkalarıyla paylaşacaksın. Herkese iyi niyetle yaklaşıp, iyilik edeceksin.' der. Onun için şemsiyemi o çocuğa verdim.” Dedim.

Dinimizi sordu ve Müslüman olmak istediklerini söylediler. O Nevşehirli Kerim onları aldı camiye götürdü. Orada Pakistanlı bir hoca vardı onunla tanıştırdı ve karı koca Müslüman oldular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder