SAYFALAR

10 Ekim 2011 Pazartesi

SAĞDAN GİT

Yıl 1970 Yer Fındıklı Ihlamurlu Köyü. İlk Okul da öğretmenim. Diğer üç öğretmen arkadaşlarım ve öğrenciler evlerine gittikten sonra be oralı olduğum için evime gitmiyorum ve köy hocası, muhtar ve bazı yakın çevreler den bazı kişiler okulda toplanır sosyal faaliyetler de bulunulur veya bazı konuları tartışırdık.

Bir akşam yine gece geç saatlere kadar komşumuz Yusuf Amca, Terzi Haydar, Mutinoğlu Mehmet gibi sevdiğim arkadaşlarla gece geç saatlere kadar oturup eğlendik okulda. Bayağı geç kalmışız gece yarısı olmuş, saatler 12 yi geçiyordu.

Bizim köyde Laz Hemşinli ayırımı hiç olmaz. Lazların yerleştikleri yerler köyün başına doğru yukarı taraflarda, Hemşinliler ise Köy Camisinden aşağı da, bazı yerlerde de karışık birlikte otururlar. Okulda kalabalık dağılmak için dışarı çıktık. Topluluk birbirimize iyi geceler diyerek ayrılıyorduk. Biz bir kaç Hemşinli aşağı, bir kaç Hemşinli ve Laz yukarı gideceklerdi. Kendisini çok sevdiğim Şükru'nun Mehmet'e toka yaptım ve 'yarın yine tam tekmil hepiniz gelin. Bekliyorum.' diye tembihlerken, aramızda bulunan Cami Hocası Mahmut Bey, kendisine 'DUTĞELİ' diye takılırdım ve çok severdim. O da bana "Kur'an da var, Cehennemun kapılarını ilk hocalar açacak, fakat size de hoca diyorlar ya biz cami hocaları değil de galiba siz okul hocaları açacaksınız." derdi. O genç yaşta yanı 20-22 yaşlarında olmasına rağmen kendini çok iyi yetiştirmiş, kültürlü ve çok sevecan birisiydi. Sonraları hocalıktan istifa etmiş, İstanbul da serbest iş adamı olarak çalıştığını duydum.

Mahmut Hoca Mutinoğlu ların kapılarını geçtikten sonra 10-15 dakika kadar daha yürüyüp kirada kalmakta olduğu Abdoğluların kapılarına, Laz lıktan yukarı epey yolu yalnız gitmesi gerekiyordu. Bir de yolunun üzerinde çok mezarlıklar vardı. Yanı köyün mezarlıkları o civarda idi. Birden geri döndü ve "Arkadaşlar, ben mezarlıklardan çok korkarım. Beni şu mezarlıkları geçene kadar biriniz götürün. Yoksa ben oraları yalnız geçemem ve bir daha da bu tür toplantılarınıza katılamam. Beni mezarlıkları geçirin siz geri dönersiniz, ben de yoluma devam ederim." dedi. Ve caminin civarında ki bu mezarlıkları gösterdi.

Hazır cevaplı olarak tanınan ve bizimle aşağı tarafa gelecek olan Rahmetli Yusuf Amca kendisi Hemşinli olduğu için Hoca'ya döndü ve; "Sol taraf Laz, sağ taraf Hemşinli mezarluğıdur. Sen sağdan git Hemşinliler eyidur, sana bir şey etmezler, korkma. Sol taraf Laz mezarluğidur, sakın yanaşmayasen." dedi. Bu öneri Laz olan Rahmetli Mehmet Özmetin'in çok hoşuna gitmiş orada dakikalarca gülmüş ayrıca da her yerde bu olayı anlatırdı.

7 Ekim 2011 Cuma

AVANTA VERDİK

Yıl 1988 yer Ankara Hırsızlık Bürosunda ekip amiriyim. Bir gün saat 13.00 sıralarında Haber Merkezinden bir anons geldi. Küçük Esat semtinde bir adres bildirilerek, halk bir hırsız yakaladığını ve linç etmek üzere olduklarını, ekiplerin acele intikal etmelerini bildirdi.

Kuğulu park civarından suratlı bir şekilde hareket ederek gittik ve bu yeri bulduk. Büyük bir kalabalık toplanmışlardı. Hırsızın girdiği evin kapısı açıktı. Apartman çıkışında da bir adet mont vardı. Evin içine girdiğimiz zaman anladık. Ev sahibi vurulmuş ağır yaralı salonda yerde yatıyor ve hiç konuşamıyordu. Ev sahibesi yanı yaralı adamın eşi de yaralı ve perişan bir vaziyette yattığı yerde bize anlattı. Biz hemen delilleri ve şahitleri toparlarken bir taraftan da ambülans çağırdık ve yaralı karı kocayı ve bir de komşularını hastaneye gönderdik.

Olay nasıl olmuştu? Şahıs evi yokladıktan sonra boş olduğunu anlayınca yanında taşıdığı levye ile kapıyı zorlayarak açıp hırsızlık yapmak için eve giriyor. Mücevherleri aldıktan sonra tam dışarı çıkacakken evin hanımı pazardan geliyor ve kapıda karşılaşıyorlar. Hırsız kaçmıyor, hanımı ağzını kapatıp içeri çekiyor ve tecavüz ediyor. Daha evi terk etmeden tam o sırada ev sahibi yanı kadının kocası üstlerine geliyor. Biraz boğuştuktan sonra hırsız iki el ateş edip adamı ağır yaralıyor ve salonda yere düşürüp kapıya çıktığı sırada apartman sakinleri o anda orada olanlar ve aşağıda ki çiçekçiler filan silah seslerini duyunca yukarı çıkıyorlar. Bu adama saldırıp odunla kafasına vuruyorlar. Adam onlara da ateş edip birini yaraladıktan sonra oradan kaçıyor fakat adamın montu apartman sakinlerinin elinde kalıyor. Evden çalınan çok sayıda altın mücevheratı gören yok.

Hırsızın montunun cebinde 10 tl para bir de kimlik vardı. Kayıtlarımıza baktık çok eskiden hırsızlık sabıkası var. Ancak 15-20 seneden beri hiç yakalanmamış. Hemen bir ekip çıkardık, o ekip Çorum da ki nüfusa kayıtlı adresine gitti. Çorum Nüfus Müdürlüğünden Ankara ya göçtüklerini, nüfuslarını da Ankara'ya taşıdıklarını öğrendik. Fakat koca Ankara da adamı nerede bulacağız? Soyadı hem enteresan hem de hiç duyulmamış öyle yaygın olmayan bir soyad idi. Çorumluların bulunduğu mahalle ilk ve orta dereceli okullarda o soyad da olan çocukları memur göndererek tespite çalıştık. Ulubey Mahallesinde aynı soyad da sekiz yaşlarında bir kız çocuğu bulduk. Üstelik bu çocuğun kimlik kayıtlarına göre hırsız babası Yusuf tu. Okul idaresinden adresini çıkarttık ve o gece sabaha karşı ekibimle evine baskın yaptık. Aradığımız hırsız Yusuf olay günü kafası kırılmış ağır hasta, evinde yatıyordu. Evde arama yaptık. Bir adet 9 lu Belçika tabancası ve çaldığı mücevherlerin bir kısmı ile birlikte adamı yakaladık. Adamın kafasında ve kolunda kırıklar vardı. Önce doktora getirerek tedavi ettirdik. Evden çalınan mücevherlerin geri kalanını çıkarttıramadık. Hırsızlık konusu ile ilgili hiç bir olumlu cevap alamadık. Sonra da günü doldu evraklarını tekamül ettirip adliyeye gönderdik. Şahıs tevkif oldu

İki ay kadar sonra şahıs Kısım Amiri Başkomiser Avni Turgut (Kolombo Avni) ben ve ekibimi ceza evinden şikayet etti. Bir de nezarette bulunup kendisi ile başka bir olaydan cezaevine giren sabıkalı Burhan isminde başka bir hırsız arkadaşını da şahit gösterdi. Bize de "Sizleri ulu manyato korusun" başlığı ile cezaevinden bir tehdit mektubu yolladı.

Defalarca mahkemeye gittik geldik. Dava uzadıkça uzadı. Bir avukattan takip etmesini istedik. Avukat acı haberi verdi. En az altı ay hapislik ve meslekten men olmak üzere hepimiz ceza alacağız. Kurtulmak için hırsız davasından vaz geçmesi lazımmış.

Bu arada hırsız Ankara Cezaevinden Çankırı Cezaevine nakledilmişti, giderek hırsızı bulduk. Bizden 1000 tl avanta para istedi. Pazarlık ettik ve bu parayı 600 tl ye düşürttük. Paramız yoktu. Bir parti başkanı Mehmet Beye giderek durumu anlattık. Bu şahıs bizimle birlikte tekrar Çankırı Cezaevine gelerek, bizim yerimize 600 tl parayı hırsıza avanta olarak verdi. Bu ağır ceza da yargılanan hırsız, tecavüzcü ve katil adam davasından vaz geçti ve böylece biz de ceza almaktan kurtulduk. Ne dersiniz ADALET yerine geldi mi? 

Sizler de şimdi 'işkence etmişsinizdir, inkar ediyorsun' diye düşünürsünüz. Şahıs sağlam olsa belki ederdik. Fakat vatandaşlar adamı döverek zaten felç etmişlerdi. Biz gitmesek belki de evinde ölecekti. Bu adamı hastaneye getirip hayatını kurtardık, tedavi ettirdik. Adam zaten komadaydı. Bunun neresini dövecektik? Bırakın dövmeği yemeğini bile küçük çocuk gibi biz yedirdik. Çenesi kırılmış yemek yiyemiyordu, memurum Cengiz süt alıp içiriyordu, hem de kendi parasıyla. Sonunda da avanta vermesek bizleri suçlu yapıp cezaevine yoyacaktı.

Daha sonrada bu tür olaylarla daha çok karşılaştık. Yine de iyinin de kötünün de hayatlarını kurtardık. Onlar da çok ceza almamak için "Polis dövdü, öyle ifade yazdı" dediler fakat aslında biz öyle yapmadık. Yanı dövmedik. Olayı sağlam delillere dayandırınca ceza almaktan da kurtulamadılar. En azından suç işleyenin yanında kar kalmadı. İşte bu şekilde ve bu şartlarda adaleti sağlamağa çalıştık.

5 Ekim 2011 Çarşamba

NEREYE PİSLEDİN

Ahmet ile Cengiz ilk okula başlarlar ve kısa süre sonra tanışarak birbirini çok sever arkadaş olurlar. Hiç ayrılmadan okul hayatları birlikte geçer ve ikisi de arkadaş olarak aynı Üniversiteyi birlikte bitirirler.
Üniversite bittikten sonra başka şehirlerde iş bulup ayrılırlar ve uzun süre birbirlerinden haber alamazlar. Bir kaç yıl sonra bir gün Ahmet işi icabı İstanbul’a gelir. Beyoğlu nda gezerken o eski ve çok sevdiği arkadaşı Cengiz ile tesadüfen karşılaşır. Ayak üstü biraz sohbetten sonra, Cengiz akşama buluşup bu arkadaşını ille evine götürmek ister.

Ahmet düşünür; kendi bekar arkadaşı yeni evli, rahatsız etmek, yanı evlerine misafir olmak istemez. Cengiz ille diretir ve birlikte Üsküdar da ki Cengiz’in evine gelirler. Gece geç saatlere kadar eskilerden yad edip yerler içerler ve evde eğlenirler. Geç saatler de Ahmet’e Cengiz ve hanımı yatacağı odayı gösterirler ve yatarlar.
Yalnız  ev sahibi Cengiz, misafiri Ahmet’e tuvaleti göstermeği unutur, Ahmet’te Cengiz’in hanımından utanır ve soramaz.

Ahmet yatağa girer fakat çok sıkıştığı için bir türlü uykuya geçemez. Kalkar, saray gibi büyük evde  biraz tuvaleti aramak ister fakat gece karanlıkta yeni evli arkadaşının evinde dolaşmak ta pek işine gelmez. Döner odasına tekrar y atağa girer fakat bir türlü uykuya geçemez.

Tam problemine çözüm ararken birden odasında köşede duran kauçuk saksıyı görür ve aklına bir fikir gelir. Saksıden kauçuğu çıkardıktan sonra saksının içine işini görür ve rahatlar. Kauçuk fidanını da toprağı ile birlikte yaptığı pisliğin üzerine koyar. Etrafı temizledikten sonra güzel bir uyku çeker. Ertesi sabah arkadaşı Ahmet’i kaldırır. Kahvaltılarını ederler. O zamanlar cep telefonları yoktu. Birbirlerine iş veya ev telefon numaralarını verdikten sonra vedalaşırlar ve Ahmet geri geldiği yer Adana’ya döner. 
Bu buluşmadan 3 ay filan sonra Ahmet’in telefonu çalar. Ahmet Ahizeyi kaldırır ve bakar ki İstanbul da ki üç ay önce evine misafir olduğu o eski  arkadaşı Cengiz; “Oooo Cengiz arkadaşım, nasılsın, iyi misin?” diye sorarken Cengiz telefonun öbür ucundan top sesiyle bağırır;
“Yaw, bırak onu bunu da, bana bir onu söyle ki; sen nereye pisledin? Üç ayda 5 ev değiştirdim hala pisliğinin kokusu çıkmadı.” der.