SAYFALAR

14 Haziran 2012 Perşembe

EŞEKTEN FARKI

Bir millet vekili şoförüne sorar:
-Şoförle eşeğin farkı nedir?
Şoför sıkılarak:
-Bilmiyorum vekilim der.
Vekil “Eşeğe çüş, şoföre dur deyince durur.” der
Şoför çok içerler, fakat belli etmez, içine atar.
Ertesi gün Vekile:
-Vekilim, millet vekili ile eşeğin arasında ki fark nedir? diye sorar.
Vekil düşünür, düşünür “bilmiyorum, sen söyle nedir?” der.
Şoför: "Valla vekilim ben de bilmiyorum... "diye cevap verir.

12 Haziran 2012 Salı

ÇEKİLİŞTE ÇIKMIŞ

1990 yılı yer Ankara, Oto Hırsızlık Bürosu; Anafartalar Caddesinde bir beyaz eşya dükkan sahibinin arabasından hırsızlık olmuş. Hırsız yakalandı, mallarının bir kısmı çıkartılıp sahibine teslim edildi. 

Tahkikatını saflığı ile tanınan Komiser Erdoğan yapmıştı.

Buraya kadar her şey normal, asıl anormallık bayramda Büromuza gönderilen bayram kutlama tebrikleri ile başladı. Dükkan sahibi memnun kalmış olacak ki bayramda Kısımda bulunan bütün amir ve memurlara tebrik yazmış. 

Kısım Amiri Başkomiser Muharrem Bey gelen tebriklerden Erdoğan Komiser'in zarfını açmış ve tebriğin alt kısmına "Geçen ki çekilişte bir adet dikiş makinesi kazandınız. İyi günlerde kullanın" diye yazmış. 

Erdoğan Bey zarfı alır, bakar ki kendisine dikiş makinesi çıkmış. Hemen bir kamyonet tutarak Anafartalar da ki dükkana gider. Otururlar çay kahveden sonra bakar ki makine filan veren yok. "Hadi bana çekilşten çıkan makineyi verin de gideyim." der. 

Çıkarır cebinden zarfı ve üzerinde ki yazıyı gösterir. Dükkan sahibi "Malesef arkadaşlarınız size tatsız bir şaka yapmışlar. Biz öyle çekiliş yapacak düzeyde bir mağaza değiliz. Özür dileriz." der. Komiser Erdoğan Bey bu tatsız şakadan sebep tayin istedi ve başka bir birime geçti.

8 Haziran 2012 Cuma

ON DÖRT Lİ DA AĞLAYI

1989 yılı Ankara Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık Bürosu, Avni isminde bir hırsız yakaladık. 45 yaşlarında ki bu hırsız çaldığı eşyaları PTT kargosu ile memleketi Kastamonu ya yolluyor ve kendisi de arkadan giderek orda satıyor. Sattığı hırsızlık malları toplamak için mavi Ford minibüs içerisinde dört memur arkadaş ve suçlu Avni olmak üzere, beş kişi kışın karda Ankara dan Kastamonu'ya doğru yola çıktık.

Ilgaz Dağının altında tekerimiz patladı. Arkadaşlara "Tekeri acele tarafından değiştirin. Gece olmadan varalım." dedim. Başta şoför Hamdullah olmak üzere hiç biri bir şey söyleyemiyor, aval aval gözlerime bakıyorlardı. En son mesele anlaşıldı hiç biri de arabaya kriko takmağı bile bilmiyorlarmış ve kışın kar kıyamette araba ile uzun yola Kastamonu ya gidiyormuşuz.

Akşam karanlık olmuştu. Yolun kenarında o ıssız gecede bir şeyler yapmağa çalışırken, yolda yavaş yavaş karda zor yürüyen bir adam gördüm. Ben adama seslenirken adam bana seslendi. "Ağabey ben Kastamonu'ya gideceğim. O tarafa gidiyorsanız beni de alır mısınız?" dedi. 'Kul darlanınca hızır yetişir.' derler ya "Hele gel gel." dedim. Adam geldi. Kendisi tır şoförü imiş ve tırları varmış. Yanı arabacılık mesleğiymiş. Bizimkilerinde yardımı ile az zamanda arabamızın tekerini değişti ve onu da arabaya aldık, o sırada gece olmuştu birlikte yola koyulduk Çankırı tarafından Kastamonu ya doğru.

Her taraf kar fakat yollar temizlenmiş olsada yinede yer yer buzlanmalar vardı. Adam arabamıza binince hiç beklenmedik bir olay oldu. İçerde arkada polislerin arasında oturan hırsız Avni yi tanıdı. Bir birine sarmaş dolaş oldular. Nerden tanıştıklarını sordum. "İçerden Ağabey" dedi. Önce O da hırsız diye düşündüm fakat yanılmışım. Adam bizim Avni gibi hırsız değilmiş, iki kişi öldürmüş ve hapise düşmüş. Bizim Avni da hırsızlık yapmış içerde imiş, orada tanışmışlar. Hem ikisi de Kastamonu lu hemşeri. Biri hırsız, öbürü katil.

"Ooo Avni böyle nereye gidiyor sunuz?" dedi. Ben Avni'yi konuşturmadan hemen sözü aldım ve "Avni'nin arkadaşlarıyız. Bir kız beğenmiş, onu kaçırmağa Kastamonu'ya gidiyoruz" dedim. 14 lü tabancamda arabanın göğsünde duruyordu. Hemen onu gördü ve "Ağabey 14 lü de ağlayı ha" dedi. "Senin tabancanı ver bakıyım" dedim. "Üzerimde değil, evdedir Ağabey" dedi.

Yollarda arabamız kaldı. Adam olmasa biz Kastamonu'ya zor gidebilirdik. O gece vaktinin ayazında kah indi araba dayandı, kah direksiyona geçip gaza bastı. Çok zor şartlarda yolculuk etsekte yeri geldi yolda çok uzun muhabbetler de ettik. Evleri Kastamonuya girişte yol üstünde ve iki tane 14 lü silahı olduğunu söyledi. Kastamonu ya girmeden evini gösterdi. Biz kendisini indirip tekrar yolumuza devam edecektik fakat ille bırakmadı. Bizi evine götürdü. Annesi gece o saatte yataktan kalkıp yemek hazırladı ve bizlere yedirdi. Çay yapıp içirdikten sonra ille kalmamız ve sabahtan işimize devam etmemiz için ısrar ettilerse de biz kalmadık yolumuza devam ettik. Evden ayrılmadan önce tabancasını getirdi, baktık ve kendisine bir kutu fişek ile bir de kartımı verdim. "Ankara ya gelirsen mutlaka bana uğra!' dedim ve evlerinden ayrılarak Kastamonu ya gidip işlerimizi halledip geri Ankara ya döndük.

Ben unuttum gitti. Aradan zaman geçmiş. Adam hiç bakmadan verdiğim kartı cebine koymuş. O hala polis olduğumuzu bilmiyormuş. Bir ay kadar sonra Büroya bir telefon geldi. Benimle görüşmek istediğini söyledi. Önce tanımadım. Sonra baktım o adam, Kastamonu lu Kemal. Kartıma bakmış ki ünvanım ve rütbem 'Komiser' yazıyor hemen beni aramış; "Oy ağabey sen ne yaptın? Bana verdiğin kartta 'Komiser, hırsızlık, bir şeyler yazıyor. Ağabey sen kimsin? Beni kötü oyuna getirdin. Ankara'ya tedavi olmağa gelecektim. Senin korkundan daha gelemiyorum." dedi.

Çağırdım Ankara'ya geldi. Kemal ı Terminalden alıp Ankara Hastaneye götürüp yatırdım. Bel fitiği hastalığı varmış. "Sana silahım var diye yalan demiştim" dedi. "Peki o gösterdiğin neydi? Eğer bir yatırırsam köyünüzde ki bütün silahları getirirsin." dedim. "Sakın haa.. Ağabey, ben sana baba dedim." dedi. Her Ankara'ya geldiği zaman bana uğramadan geri gitmezdi Kastamonulu Kemal.