SAYFALAR

25 Temmuz 2012 Çarşamba

KIVILCIM

1980 yılı Adana Karşıyaka da bir gece gece kulübünde otururken vatandaşın biri yanımıza gelerek yüz yüze bir ihbarda bulundu. Bu durum bizim için pek olağan dışı idi. Bazı notlar aldık fakat ben hiç ihtimal vermedim. Çünkü düşman oldukları kişileri böyle bildirip güya akıllarınca polisi kullanarak intikam alma yoluna gidiyorlardı. Bu ihbarcı bize bir isim ve adres veriyor, bu kişinin ortalığı kasıp kavurduğunu, hatta yengesini bıçakladığını beyan ediyordu. Karakoldan araştırdık böyle bir olay yok. Aman çok iyi, bizce ihbar asılsız çıktı. Aradan bir zaman geçti, umuma açık yerlerde kimlik kontrolleri yaparken, kahvenin dışında iki sandalyeye birden oturmuş 35 yaşlarında biri gözüme ilişti. Başına dikildim, fakat tek başıma adamı zapt edebilmem mümkün değildi. Adama "İsmin ne? Kimliğini ver" dedim. "Beton Hasan derler bana. Kimliğim yok." dedi. Beş polis daha yanıma geldiler. Kelepçe vurduk. Adamın üzerini aradım suç unsuru yok fakat atletinin üzerinde pas lekeleri var, ya silah taşıyor, yahut ta hırsız levye taşıyor. Direk evine gittik. Daha önce bize ihbar edilip te biz ihtimal vermediğimiz adam. "Söyle lan hangi örgüttensin" dedim. "Kıvılcım" dedi.  İlk defa duydum. Arnavutluk Devlet Başkanı Enver Hoca Örgütü imiş. Sizler de hiç duymamışsınızdır. Ey Allahım daha neler varmışta biz bilmiyormuşuz. Daha önce ihbarcı şahsın bize anlattıklarının hepsinin doğru olduğu ve şu suçları işledikleri ortaya çıktı:

1- 11 kişilik silahlı çete kurdukları,
2- Yengesini silahla yaraladığı,
3- Taksi durağında oturup, "Yala ayaklarımı lan" deyip bir şahsı öldürdüğü,
4- Çeşitli gasp, banka soygunu, tekel soygunu ve yaralama ile, üç kişi de başka olaylarda öldürdüğü.

Bunlar tespit edebildiklerimiz. Bu olayların bazıları polise hiç intikal etmemiş. Görüp bilenlerinde korkudan bildirmeyip şahitlik etmedikleri anlaşıldı.
Bütün olayları delil lendirdik ve Sıkıyönetim Mahkemesine yolladık. Beton Hasan arkadaşları ile birlikte tevkif oldu. On beş gün kadar sonra Sarıçam Mahallesinde Beton Hasan'ı yine başka bir kahvede bu sefer üç sandalyede birden otururken gördüm. Gözlerimi sildim uyanayım diye tekrar baktım, O. "Bıraktılar ağabey" dedi. Aldık arabamıza getirdik attık nezarete. Değerli Müdürümüz Salih Dost 'nasıl bırakılır' diye küplere bindi, fakat askeri mahkeme kime ne diyeceksin? O akşam Sıkıyönetim Mahkemesinden bir yazı geldi "Falanca oğlu falanın sehven salıverildiğinden derhal yakalanarak gönderilmesi" diye yazılmıştı. Adam zaten elimizde idi, hemen götürüp teslim ettik. Polis o adamı bıraksa veya kaçırsa hapisten hiç çıkamaz. Bırakanlar için işlem yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Büyük ihtimalle işlem yapılmadı yapılsa duyardık.

24 Temmuz 2012 Salı

PARMAKLA OLSA

sizler bizim için savaştınız
İngiliz devlet adamı Sir Winston Churchill (Çörçil) Çanakkale yi kolaydan geçip İstanbul'a hemen gireceklerini hesaplıyarak geldi. İngiliz lerin hepsi de çok kolay sandılar. Fakat Türk Ordusu kendilerini Çanakkale de ve Gelibolu da öyle bir karşıladı ve öyle bir ders verdi ki, dünyaya rezil edip, sağ kalanları gerisin geri memleketlerine yolladı.
Savaş sonrası Çörçil Avam Kamarasında ağır eleştirilere maruz kalır. Çok büyük tartışmalar yaşanır. Hatta üst düzey devlet adamlarından biri, önlerinde ki harita üzerinde parmaklarını gezdirerek;"Önce şuraları almalıydınız. Ordan geçip şurasını alıp, oradan öbür tarafa geçerek, oraları da aldıktan sonra İstanbul bizim olurdu. Sonrada Türkiye" diye tenkit edince;
Çörçil şöyle cevap vermiş:
"Eğer....O yerler siz yaptığınız gibi, parmakla gösterip alınabilseydi, bende sizin gibi parmağımla gösterir alırdım. Ne yazık ki ben orda Türk askeri ile karşılaştım ve savaşarak yenildim." demiş.  

(İşte ülkemizi savunanlar ve tarihi yeniden yazdırıp Çörçil'i mağlup eden Türk evlatları, merak ediyor ve gurur duyuyorsanız resmi tıklayınız.)

23 Temmuz 2012 Pazartesi

ASKER SAVCI

1980 yılı yer Adana; Bazen insanın ismi de başına dert açabiliyor. Yurt dışı görevinden yeni dönmüş yine Cinayet Masasında göreve başlamıştım. Askeri darbe olmuş Askeriye yönetimi ele almıştı.

Bir Polis arkadaşımız vardı, kendisi Kars lı nedenini bilmem fakat annesi babası adını Ali Asker koymuşlar. Soyadı ise SAVCI. Poliste kuraldır, telefon çaldığı zaman ahize kaldırılır önce kendini tanıtıp karşı taraf dinlenir. Şimdi gelelim esas anlatmak istediğimiz konuya.

12 Eylül darbesi yeni olmuş, herkes diken üstünde, bazı polisler sürgüne gitmiş, bazıları göz altında, kimin ne olacağı belli değildi. Adana sokakları terör kaynıyor. Her gün bir banka soyuluyor, iki üç günde bir çatışmalar oluyordu. Yine Hürriyet Mahallesinde bir çatışma oldu. 
Akabinde hücre evleri tespit edildi ve hemen Adana Jandarma Alay Komutanlığı yakınında ki bir hücre evinde çok sayıda tüfek, tabanca, mühimmat, el bombaları ve el yapımı bombalar yakalandı. 

Asayiş Şube Müdürü Salih Dost ve Yardımcıları bizim Büromuzda. Yanı Cinayet Masasında Telefonlar üst üste gırla gidiyor. Askeri Komutanlar, Müdürler, Amirler, Müdür yardımcıları gelenler, gidenler ve arayan arayana. Ne oldu, ne bitti? Herkes alel acele bilgiler istiyorlar. Hakikaten biz daha ne olup olmadığını anlamadan hemen bilgi ver. Yakalamak bir dert, bilgi vermek başka dert. İnsanı rahat bırakmıyorlar.

Kısmımızın telefon trafiği sıkı bir şekilde devam ederken, Nöbetçi Polis Memuru telefonlara cevap vermeğe fırsat bulamıyor. O gün Nöbetçi olduğu için Ali Asker Savcı isimli polis arkadaşımız telefonlara çıkıyor ve cevap veriyor; "Ali Asker Savcı buyurun efendim." diyor. Yanı gayet nizami önce kendini tanıtıyor ve duruma göre sorumlu olduğumuz müdürlere bu yakalananlarla ilgili bilgiler veriyor veya irtibat sağlıyor.

Tam böyle sıkışık bir zamanda Kısmımıza ait harici telefon çalıyor. Nöbetçi Polis Memuru Ali Asker Savcı yine telefonu kaldırıp; "Buyurun efendim, Ali Asker Savcı" diyor. Karşı taraf "Özür dilerim Sayın Savcım" deyip telefonu kapatıyor. Bu durum üç-dört defa tekrarlanıyor. 

Meğer Baş Müdür Gültekin Bey olayı telsiz muhaberelerinden duyunca tam olarak öğrenmek için Müdüriyet dışında bulunduğu bir yerden bizim Kısmı direk arayıp görüşme yapmak istediği sırada 'asker-savcı' gibi sözleri duyunca telefonu kapatıyor ve bir baktık korumaları ile birlikte hızlı bir şekilde gelip baskın edercesine içeri girdiler. 

Herkes elinde ki işi bıraktık ayağa kalktık, kimsede çıt yok. İlk soru; "Telefonlara cevap veren kim?" diye sordu. Ali Asker bir adım öne çıkarak "Benim Sayın Müdürüm." dedi. "Senin adın nedir?" diye tekrar sordu. Meğer Bizim Polis Memuru Ali Asker Savcı karşıdan gelen telefonlara 'Ali Asker Savcı' diye kendini tanıtıp cevap verince, Baş Müdür 'Askeri Savcı, Ali olarak anlıyor ve yanlışlıkla Askeri Savcılığı arayabildim sanarak özür dileyip telefonu kapatıyormuş.

Mesele anlaşılınca bu arkadaşı Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne sürdüler. Artık ondan sonra bu cesur arkadaşımız "Ali Asker Savcı" diye orada söyledi. Günahsız yere başından geçen bu olay herkese üzüntü verdi ve bir ders oldu.

Bu olayı ben 'HARDUMA' bloğum da anlattığım zaman tesadüfen Ali Asker Savcı Polis Arkadaşımın yeğenleri ve oğlu okumuşlar. Bana telefon açtılar ve Ali Asker Savcı'nın bir kaç yıl önce öldüğünü bildirdiler. Kendilerine baş sağlığı ve Ali Asker Savcı'ya da rahmetler, yakınlarına sabırlar diliyorum.