SAYFALAR

14 Kasım 2012 Çarşamba

ONBEŞ LİRA

İki kafadar Kayseri li, Kayseri ye bir sinema yapmışlar. En güzel filmleri oynattıkları halde hiç kimse seyretmeğe gelmemişler. Malum para vermek istemiyorlarmış.
Adamlar iflasın eşiğinde iken akıllarına iyi bir fikir gelmiş. Hemen her tarafa ilan yapıştırmışlar. 'Cumartesi günü 21 matinesi herkese bedava dır.' 
Herkes hücum etmişler. Koltuklar ve aralar bile dolmuş. Her taraf ful, millet ayakta filimi seyretmişler.
Filim bitmiş dışarı çıkacaklar, bakmışlar ki bütün kapılar kapalı. Tek bir kapı açık ve üzerinde 'ÇIKIŞLAR 15.00TL DİR' diye yazıyormuş.

13 Kasım 2012 Salı

MARKO PAŞA

Hanı derler ya "Derdini Marko Paşa'ya anlat" Marko Paşa Sakız adasında doğmuş 1800 lü yıllarda Osmanlı tebaasında yaşamış ve üst düzey mevkilerde görev yapmış bir Rum hekimdir. Saray baş hekimliği ve Askeri Tıbbiye başkanlığı filan da yapmış.
Saray içinde ve dışında bir çok entrikalar çevirdiği, hatta Sultan Aziz'in öldürülmesinde bile rol aldığı söylenir. 'Derdini Marko Paşa'ya anlat' deyimi; sorunlara çözüm bulduğu için değil, sorunları daha problemli, içinden çıkılmaz hale getirdiği için kullanılırmış.

İlk bakışta Marko Paşa dertlere çare buluyormuş gibi bilinir. Halbuki öyle değil. Sorunu olan kişiler Marko Paşa'ya gider sorunlarını anlatırlarmış. Marko Paşa sorunlarını dinledikten sonra "Anlaşıldı, fakat sen ne demek istiyorsun?" dermiş.

Sorunu kişiye defalarca anlattırdıktan sonra, sorun sahibini bezdirip, şikayetlerinden vaz geçirtirmiş. Basit sorunları bile çözmez, her sorunu içinden çıkılmaz bir hale getirirmiş.

Düşünün; olayı veya sorunu anlatıyorsun, O sana "Anlaşıldı fakat sen ne demek istiyorsun." deyip, aynı şeyi defalarca sana anlattırıyor. Ne demek istediğimi veya ne yapacağımı bilsem zaten sana gelip sormam değil mi?

Hala görev yapan böyle insanlar yok mu? Tonlarca. Türkiye de sürülerce var. Hem de hep kilit yerlerde çalışırlar. Onlar için vatandaş üçüncü sırada gelir. Birinci görev; eziyet ve işkence ile vatandaşı bezdirip devlete karşı kışkırtmak, ikinci görev; vatandaşın ışı için, rüşvet alarak zengin olmaktır. Onlar için devlet dairelerinde yapılacak başka hiç bir görev yoktur. Menfaatsiz hiç bir iş yapılmaz.

Tıpkı Marko Paşa gibi. Ve biliniz ki Osmanlı da böyle Paşalardan bir sürü var, yeri geldiği zaman bahsedeceğiz. Çünkü çok önemlidir. İşte Osmanlı'yı böyle paşalar yıktılar. Böyle adamlar Osmanlı da üst düzey mevkilerde bulunmuş ve Meclisi Ayan da bile çalışmışlar.

12 Kasım 2012 Pazartesi

MÜCADELE RUHU

Küçüklüğümde 6-7 yaşlarımda bazı aletler yapar kullanırdım. Araba, bisiklet, kendime göre karda kaymak için kayak, Kuş yakalamak için çeşitli tuzaklar.

Bir keresinde kuş yakalamak için inek kuyruklarından kopardığım kılları bükerek bir tahta parçası üzerine çakmak suretiyle 'kandara' dediğimiz bir tuzak yapmıştım.

Kış aylarında kar yağdığı zaman bu tuzakları kurar ortasına biraz mısır unu döker ve kuş yakalardım. Bazen iki tane birden yakalanan da olurdu.

Bizler de kapı aralıklarından kollar yakalandıkları zaman çok sevinir, koşarak yanlarına gider, sonrada yakalanan kuşların hallerini görünce çok üzülürdüm. Elimi uzattığım zaman, kanatlarını ve gagalarını açarlar bir türlü almama müsaade etmezlerdi. Bağırır, yardım çağırırlar, kurtulmak için ne gerekiyorsa yaparlar asla bana teslim olmazlardı.

Hiç kurtulma ihtimalleri olmadığı halde bu şekilde mücadele etmeleri ve direnmeleri görmeğe değerdi ve beni çok etkilerdi. İşte bu durum hiç hoşuma gitmezdi ve üzülürdüm. Fakat bir taraftan da o küçücük etlerini temizler tavada yağda kızartır yerdim ve çok hoşuma giderdi.

Bir sefer 'kağı' dediğimiz kurnaz bir kuş yakalanmıştı. Arkadaşım Şahin ile koşarak sehendere çıktık ve yakalanan kuşun yanına gittik. Kuş çırpınıp duruyordu. Epey bana direndikten sonra elime aldım. Ayaklarını tutulduğu yerden kurtardım. O hala kanatlarını çırpıyor, ellerimi ısırıyor, bağırıyor, kurtulmak için çareler arıyordu. Artık daha kurtulması imkansız olduğunu bilmesine rağmen hala daha direnmeğe devam ediyordu.

Birden içime bir acıma hissi geldi. Avucumun içinde ki kuşu sevdim, öptüm ve başımın üzerinde dolandırdıktan sonra “Özet özet, beni cennette gözet.” Dedim ve salıverdim. Bunu rahmetli annem öğretmişti. Kuş sevinç çığlıkları atarak bir iki de pisledi ve uçtu gitti ve uzakta bir dala kondu. Döndü bana bakıyordu. Arkadaşım Şahin sinirlendi "Öğle yemeği çıkmıştı, neden salıverdin?" dedi.

O kuş daha hiç uçamayacağını bildiği halde çabalayıp duruyordu. Ümidi tamamen kesildiği halde, mücadeleden vaz geçmiyordu. Bazen ümitsizliğin bile, ümit olduğunu, iş bittiği halde, hayatın yeniden başladığına inanmak lazım. O kuş işte öyle yapıyordu.

Dikkat ederdim de bu olaydan sonra bazen arkadaşım Şahin de gizli gizli yakalanan kuşları salıverir ve “tuh kaçırabildim.” Derdi.

Biz bu yaşam mücadelesini o kuşlardan görerek öğrendik. Yoksa hayat bir belgesel gibidir. Güçlüler isterlerse güçsüzler yaşarlar. Kanunlar tüzükler hep güçlüler tarafından kendilerini korumak için yapılmıştır. Saygılarımla.