SAYFALAR

5 Kasım 2013 Salı

ESKİ GÜNLERDE

Eskiden bizim köylerde mecler (imece) yapılır, karşı beri türküler söylenir, herkes birbirlerine dostça yaklaşırlardı. Gittikçe insanları maddiyata yönelten bu hayat, köylerde eskisi gibi bırakın türkü demeği konuşmağa kimse kalmadığını görüyoruz. Sonra eski insanlar yok olmuşlar yerlerine hiç tanımadığımız bazı insanlar gelmişler. Tabii ki bu yenilerde eskilerin neslidirler fakat hiç eski atalarına benzemiyorlar. Veya eskisi gibi hiç bir araya gelemiyorlar. Gelseler de eskisi gibi hoş görülü ve neşeli değiller. Şimdilerde mec (imece) yapıldığını sanmıyorum. Çünkü çoğu işlerinin yapılması için ya yarıcı tutmuş veya işçi tutmuş. Onlarda şimdi ataları böyle yaparmış diye türkü söyleyemezler herhalde. Kendi çocuklarımız bile söylemiyor, veya söylemeğe fırsat bulamıyor. Başkalarından duyduğuma göre böyle bir ağaç taşıma mecinde (imece) yorulup soluk almak için durdukları zaman orada ki erkeklerin hepsine birer türkü atmışlar. Hepsini toparlamak mümkün değil arada noksan olanlarla birlikte bir kısmı şöyledir. Ve ismi geçen insanların hiç biri şu anda hayatta değildirler. Hepsine rahmet diliyorum.

"Şukri çıktı yaylaya sığır otlatamadı,
Yusuf İstanbullarda bir mesken tutamadı,
Mevlüt yaptı evini içinde kalamadı,
Canfer keçilerini terbiye edemedi,
Muğammet ğaşil etti oturup yeyemedi,
Yanı sıra Veyis te çocuk okutamadı,
Gelgelelim Feyiz'e bir evlat edemedi."

4 Kasım 2013 Pazartesi

ÇEKTİRME AV


Av yasağı kalkar kalkmaz sanki avcıymışım gibi Rize'ye gittim. Beni motorla denize açıldırdılar. Sağ olsun Bacanağım Yüksel Varlı bacanak olmasak ta birbirimizi tanısak yine böyle sever miydik? Hep düşünüp durmuşumdur. Rize ye gittiğim zaman uğramadan geçmek olmaz. Her uğrayışımda da bir sürprizi ile karşılaşırım. Bu sefer ki sürprizi pek ender sürprizlerdendi. 

Kendisi Allah şifalar versin, biraz rahatsız olduğundan küçük oğlu Bülent ve Baldızım Gülten ile balık avlamak için denize açıldık. Öğleden sonra karanlık olana kadar Karadenizin o azgın dalgaları arasında balık tuttuk. Benim hanımı deniz tuttuğu için gelemedi. Biz tehlikeli şartlarda azgın dalgalar arasında dümen çevirdik ve balıklar yakaladık, daha da yakalamağa çalıştık. 

Amatör işi genelde misina ile iki türlü balık tutulur. Bir kayıkla hareket ederken çoklu olta denize atılır ve bir taraftan ilerlerken suyun içindeki oltalara balıklar takılır. Bunun adı biz kullandığımız usul 'Çektirme av' dır. Genelde palamut avlanır. Biz 8-10 tane tuttuk. İkinci usul Çaparı dedikleri usuldür. Bu da kayık denizde dururken, yanı durmaz da, beşik gibi sallanırken ucunda çok oltalar olan misina suya atılır. Bu şekilde de çinekop, istavrit ve sargan yakalanır. Biz bu usulle çok az yakaladık. Siz 'bulamayız' diye merak etmeyin. Sizler yakalamak isterseniz bu şekilde hazırlanmış oltalar hazır satılmaktadır. 

Bu görmüş olduğunuz tam doğal Karadenizin yarı azgın halinde ki kendisidir. Daha sinirlenmemiş fakat sinirlenmek üzeredir. Bütününü kayıt edemedim fakat bir kaçını cep telefonum ile kayıt ettim. Herkesin aynı duyguları yaşamasını isterim. Hele denizin dibi görünmezken, deniz ile kendi aranda bir santimetrelik bir tahta parçası olması insana daha çok endişe veriyor. Beşik gibi sallanan motor, içindekileri dışarı atacakmış gibi oluyor. Eh boşuna dememişler "Kumarcının parası pul, denizcinin karısı dul." diye  

30 Ekim 2013 Çarşamba

EDALI YARIM

1890 lı yıllardan bir hayat hikayesi anlatacağım. Esmer, uzun boylu, ince yapılı, türkücü ve oldukça iyi horon oynatan çok çekici bir insanı. Gençliğinde yapmış olduğu bir hata, Onu hayattan koparmış ve ömrünün sonuna kadar yaptığı bu hatanın etkisiyle yaşamış. Hiç huzurlu ve mutlu olamamış. Hayatı dışarıda, dağlarda hep korku içinde geçmiş. Erzurum yollarında Palandöken Dağlarını geçerken Ermenilerin kör bir kurşunu ile öldüğü söylenen, mezar yeri filan belli olmayan Osman Efendi'nin Ahmet'i anlatacağım sizlere.

Osman Efendinin Ahmet 25-26 yaşlarında iken, eski adı Dudğe olan Ardeşen in köylerinden birine arkadaşları ile düğüne gider. Evli ve o zaman iki çocuk babası iken bu köyden Saniye isimli bir kızı görür ve yıldırım aşkına tutulurlar. Bu köyün insanlarının aksı olduklarını bilmesine rağmen, o zamanların modasına uyar ve Saniye yi o tanıştığı gece kaçırıp ikinci eş olarak evine getirir. On beş gün kadar sonra anlaşılır. Saniye de köyünde zaten evliymiş. Yanı Osman Efendinin Ahmet başkasının karısını bilmeden kaçırmış. Bu durum hiç hoşuna gitmez fakat artık ne yapsın iş işten de geçmiş. Kadını geri vermek te işine gelmez. Her türlü kazasına belasına razı olarak saklamağa karar verir. Kaçırdığı kadın Saniye'nin kocası ve adamlarının kurdukları pusuların hepsini atlatır. Ta gelirler evinin aşağısında, şimdi ki çay alım yeri olan yerde tüfek çatarlar, Ahmet'in evini sorarlar fakat kimse söylemez. Bu şekilde bir yıl kadar zaman geçer. Bir sonbahar gecesinin uğursuz sabahında, evine baskın yapan çok kalabalık askerler ve Saniye'nin adamları Osman Efendinin Ahmet ile Saniye'yi evinde yakalarlar. Eski eşi ve iki çocuklarının yanında döverek Saniye'yi zorla elinden geri alırlar ve Dudğe de ki eski evine götürmek isterler. Saniye evden çıkarılırken yerlere yatarak direnir. Yanı gitmek istemez. "Onlar beni işkence ederek öldürecekler. Sen burada öldür de beni onlarla gönderme" diye Osman Efendinin Ahmet'e, yanı peşinden kaçtığı erkeğine çok yalvarır. O zaman ki şartlara göre Ahmet'in eli kolu bağlı, hiç bir şey yapamaz. Elinden zorla alırlar ve kapıya çıkarırlar.

Adamları Saniye'yi omuzlarının üzerinde taşırlarken, O hala çırpınarak feryatlar ediyor ve bir taraftan da yalvarmağa devam ediyor. Osman Efendinin Ahmet çaresiz üstü başı dağınık vaziyette evinin kapısının üstünde durur. Eskiden açık ateş yanan evlerde kapının içinde bulunan ve rüzgarı kesmesi için yapılan yarım kapı şeklinde perde denen ikinci küçük kapının üzerine dirseklerini koyarak durur ve sevdiği kadın Saniye'nin bu şekilde götürülüşünü arkasından acı çekerek seyrederken gizliden gizliye de kendi kendine şöyle türkü der:

"Edalı yarım, belalı yarım,
Gizli haber eyle, gene duyarım.
Sen hiç merak etme, seni ararım,
Senin için kıyamete yanarım,
Senden sebep öldürürüm, ölürüm."

Daha Saniye haber yollamış mı? Hiç buluşmuşlar mı? Yoksa hep hasret mi kalmışlar? Bilmiyoruz. Çünkü kendisi de bu konuda kimseye hiç bir şey anlatmazmış. Ancak bilinen bir tek şey var. Ondan sonra hakikaten öldürmüş ve ölmüş. Yanı sözünde durup kadını Saniye'nin hesabını herkesten sormuş. Düzgün bir hayat yaşamamışsa da, vicdani rahat olarak bu dünyayı terk etmiş. Çünkü Onun kadınını, Saniye yi köyünde adamları işkence ederek öldürmüşler. Osman Efendinin Ahmet te onlardan öldürmüş.

Bir olayda Aslan Bey ile tanışarak arkadaş olmuşlar ve dağa çıkıp birlikte eşkıyalık etmişler. Kanuna hiç teslim olmamışlar. Vatan için milis kuvvetlere katılmışlar. Diğer eşkıyalardan farkları var. İlk zamanlar hiç soygun etmemişler. Onlar genelde mazlum ve mağdur insanların yanlarında olmuşlar. Bir haksızlık yapıldığı zaman meydana çıkmışlar. Vurup kırıp kayıp olmuşlar. Bir daha haksızlık olana kadar hiç kimseye görünmemişler. Romanlara konu olacak bir kaç gerçek macerasını daha sonra yine anlatacağım. Ancak zamanla soygun da yapmağa başlamışlar.