SAYFALAR

15 Nisan 2015 Çarşamba

ŞEYTAN DA DOYSA

Çocuk okuldan evine gelmiş. Annesine çok aç olduğunu, yemek yemesi gerektiğini söylemiş. Annesi de bir yumurta kırmış ve yemesi için oğlunun önüne koymuş.
Buyurun annesi ile çocuğunun aralarında ki konuşma:
- Anneciğim kaç yumurta kırdın?
- Bir yumurta kırdım oğlum.
- Ama ben çok acıktığımı söylemiştim. Tek yumurta ile doymam ki anneciğim.
- Oğlum yemeğe başlarken 'Bismilllahirahmanirahim' dersen doyarsın.
- Peki anneciğim 'Bismillahirahmanırahim' dersem neden doyarım?
- Çünkü yumurtadan şeytan yiyemez, sadece sen yersin de onun için doyarsın.
- E..anneciğim iki yumurta kırsan da, şeytan da doysa, daha iyi olmaz mı?  

14 Nisan 2015 Salı

NOT ALDI


1973 yılında İzmir Gürçeşme Polis Okulunda ki altı aylık yatılı eğitim öğretim süremiz bitti. Bu süre sonunda imtihanları kazanan 140 polis adayları polis memuru olarak, onar kişilik gruplar halinde başka il kadrolarına atandık.
Okul Müdürümüz Şükru Beşbudak çok hüzünlü bir konuşma yaptıktan sonra bizleri kadrolara uğurladı. En önemli mesaji; "Okulumuz bir ailedir. Onun için biz sizlere kıyamadık. İçinizde bu mesleğe yakışmayan kişiler var. Gittiğiniz kadrolarda akıllı olmazsanız, sizleri hiç kimse acımaz." demiş ve uyarıp yollamıştı. 
Hakikaten aldığımız haberlere göre bu arkadaşlarımızın bir kısmı çeşitli suçlardan cezaevlerine düştüler, bir kısmına da meslekten el çektirildiler.

On beş günlük meyil iznim biterken tayın olduğum il Adana'ya giderek ev filan arayıp hazırlık yaptım. Bekarlara ev vermedikleri için ev bulamadım. Bu nedenle otele yerleştim ve bir zaman otelde kaldım. Göreve başlarken benden bir gün önce gelerek göreve başlayan arkadaşım Niğde li Hasan Hüseyin, Personel Şubede ki hemşerisinden aynı yerde çalışmamız için torpil ederek ismimi vermiş ve böylece o arkadaş sayesinde torpille Adana Bağlar Karakolunda göreve başladım.

Kadrodan da bir çok kişi tayine gelmişler orası oldukça kalabalıktı. Personel Şubede, Baş Müdürün tüm kadro ile toplantı yapacağı, herkes toplantıya katıldıktan sonra görev yerlerine gidecekleri söylendi. Bizler de bu ilk toplantı görevimizi heyecanla bekledikten sonra zamanı gelince içeri toplantı salonuna girdik. Koca salon dolmuş oturmağa yer kalmamış, bir çokları da ayakta duruyorlardı. Biz içeri girip yarım saat kadar bekledikten sonra üç kişi geldiler. Personel Şubede görevli bir Başkomiser dikkat çektikten sonra o üç kişiden birinin emriyle yerlerimize oturduk.

Gelenler Baş Müdür ve iki tanesi de yardımcılarıymış. Ne ise sadece Baş müdür konuştu. Nasıl hareket edeceğimizi, polisliğin disiplin mesleği olduğunu, mesleğe yeni katılanların okudukları ile olayların bağdaşmadığını, kısacası kanunlara uymayanları af etmeyeceklerini vurguladı ve bazı nasihatler yaptı. “Benim sizlerden isteklerim bunlar, sizlerin benden istekleriniz var mı?” diye sordu. 
Biz yeni gelip polislerin arasına katılan on çömez polisten hiç birimizin sorusu olmadı. Çünkü bizler kadroda neler olduğundan habersizdik ve her şeyi heyecanla izliyor ve öğrenmeğe çalışıyorduk. Bu heyecanlı izleyiş bizlere birer başlangıç olacaktı. Genelde kadrodan gelenler el kaldırıp kendilerini tanıttıktan sonra dileklerini sıraladılar. Bu dilekler şahsı değil de genelde umumi dileklerdi. Yardımcılarından birine "Not al İbrahim" dedi Başmüdür.  Tayinlerde karşılaştıkları zorlukları, kiralık ev bulamadıklarını, çalışma şartlarının zorluğunu, senelik ve hafta izinlerini doğru dürüst kullanamadıklarını, kötü amaçlı ve sabıkalı vatandaşların haksız yere şikayetlerinden dolayı gördükleri zararlar, senelik izin ve tayinlerde polisin silahlarının geri alınması falan, filan bahsettiler ve çözüm istediler.

İyice dinledikten sonra "Arkadaşlar bütün sorunlarınızı dinledim. Hakikaten önemli sorunlar. İbrahim Bey de not aldı. Hepsi ile tek tek ilgileneceğim. Yeni görevleriniz sizlere hayırlı olsun" dedi.

İbrahim Bey de memur arkadaşlar sıkıntılarını anlatırlarken yan tarafta hakikaten küçük bir kulak kağıt üzerine bir şeyler yazıyordu. Bizim de zaten ilk görevimiz sayılırdı ve konuşulanların hepsini, olup bitenleri pür dikkat dinliyorduk. Çünkü bizlerde artık bu ulvi teşkilatın bir parçası olmuş ve her türlü şartlarda canla başla görev yapmak için can atıyorduk.

Toplantı bitti. Baş Müdür önde iki yardımcısı arkasından hızlı adımlarla dışarı çıkarlarken dikkatimi çekti. Sorunlarımızı not alan Müdür Yardımcısı İbrahim Bey kapının önünde sağ tarafa yaklaştı, elinde ki bir şeyi fırlattı ve öyle çıkıp gitti. Ben de dışarı çıkarken kapının önünde o yere gittim ve baktım, burada çöp kutusu vardı. Çöp kutusunun içinde aradım attığı buruşturulmuş o küçük  kağıtı buldum ve aldım. Yırtılmaması için itinalı bir şekilde açtım. 'Polisler ev bulamıyormuş bana ne, polisler suçlanıyormuş bana ne, ben Marko Paşa mıyım? Çok çalışıyorlar mış, gidin başka iş yapın kardeşim.' gibi komik şeyler yazmış, arkasına da bir kadın resmi yapmış ve aldığı o önemli notları iyice buruşturup çöp kutusuna atmıştı. Hiç kimse polisin sorunlarıyla ilgilenmemiş ve çözüm istenen sorunlar daha da artarak çoğalmıştı. Böylece sorunların çözümünü sorunlara hiç bulaşmamakla bitirmişlerdi. Çünkü hiçbir sorun çözülmedi.

Ben de böylece bu notu bulmakla mesleğe başladığım ilk gün en önemli mesleki tecrübelerimden birini edinmiş olmuştum. Bu olay ömür boyu unutamadığım olayların yanında hafızamda da yer etti. Ve en son onu öğrendim ki bazı görevlilere görev, vatan, vatandaş, her şey fasarya, boş hikaye, onlar bugünlük yaşamanın peşinde ve bugün bile bu durum fazlasıyla hala daha yaşanmağa devam etmektedir. Türkiye nin durumu budur.

Emniyet Teşkilatı sadece Kenan Evren Paşa nın 12 Eylül darbesinden sonra  ‘Polis Evi, Polis Sosyal Tesisleri, Polis Doktorları, Polis Hastaneleri, Polis Araç Bakım İstasyonları ve Polis Lojmanları’ gibi bir çok yeniliklere kavuştu ve polis izine giderken silahını teslim etme işi de kaldırıldı. 
Turgut Özal Başbakanlık döneminde bazı kabine üyeleri ile birlikte  Ankara Atış Poligonuna gelerek atış yaptılar. Ankara Emniyet Müdürlüğü üst düzey yetkilileri de kendilerine eşlik ettiler. Biz Poligon personeli de iyi bir karşılama ve ilgi gösterdik. Karşılıklı konuşma esnasında kadronun atış durumunu sordu Başbakanımız Turgut Özal. Polislerin taşıdıkları silahlar devletin malı olduğu için bakımsız, hurda yığını halinde oldukları, atışlara uygun bile olmadıkları, halbuki silahların kendi malları olursa, daha temiz kullanacakları ve bu nedenlerden dolayı silah atışlarının çok zayıf olduğu, kendisine bizzat tarafımdan anlatıldı. Bu anlattıklarımı hayretler içinde büyük bir ilgiyle dinledi ve gittikten bir ay kadar sonra polisin belinde taşıdığı tabancalar sahibine, yanı polislere taksitle satılması hakkında kanun çıkartılarak böylece kendi malı oldu. Emniyet envanterinde bulunan eski ve işe yaramaz silahlar, standart dışı tutuldu ve satışa çıkarıldı. Bir kısmı da hurdaya gönderildi. Bu sefer Sayın Başbakanımızın aldığı notlar çöpe atılmamış işe yaramıştı.
Bundan sonra mesleğe yeni giren polislere, kullanacağı silah satılarak, taşıdığı silah polisin kendi malı oldu. Emekli olurken de aynı silah ruhsata bağlanarak kendisine verilmesi sağlandı. Eskiden polisin kullandığı silah devletin malı ve kendisine zimmetle veriliyordu. Senelik izne ayrıldığı veya başka bir ile tayın olduğu zaman taşıdığı silah geri alınıyor, polis silahsız yollanıyor, göreve başlandığı zaman tekrar zimmetle veriliyordu. Polisler de tanıdığı, bildiği sivil adamların taşıdıkları kaçak silahı kullanma alıp öyle gidiyor ve geri döndüğü zaman sahibine geri teslim ediyorlardı. 
Silahlar polise satıldıktan sonra polis sahip olduğu silaha özen göstermeğe başladı. Silahlar temiz ve bakımlı oldu.
Bu olaylar Emniyet Teşkilatında devrim niteliği taşımaktadır. Eğer şimdi polis bir nebze rahatlamışsa bu devrimler sayesinde olmuştur. 



10 Nisan 2015 Cuma

AKILLI MÜHENDİS

Bir zamanlar Papaz, Sarhoş adam ve Makine Mühendisi giyotinle boynu kesilerek ölüme mahkum edilmişler. Papaza sormuşlar "Kafanı keserken yüzün yere doğru mu, yoksa göğe doğru mu olsun?" Papazda "Yüzüm göğe doğru olsun, en son Tanrıya bakayım ki belki bana acır ve kurtarır." demiş. Papazın ellerini ayaklarını bağladıktan sonra sırt üstü yatırmışlar giyotinin altına. O koca bıçağı yukarıdan bırakmışlar. Bıçak büyük bir hızla gelerek Papazın boynuna bir santimetre kala fren yapmış ve durmuş. Ölümünü Tanrı istemiyor diye Papazı af edip yollamışlar. Sarhoş ta yüzü yukarı kesilmeği istemiş. Onu da elleri ayakları bağlı yatırmışlar. Onun da boynuna bir santimetre kala giyotin bıçağı fren yaparak yine durmuş ve onun da hayatı kurtulmuş. Onu da af edip yollamışlar. Sıra Makine Mühendisine gelmiş. O da yüzü yukarı ölmeği istemiş. Elleri ayakları bağlı yatırmışlar bıçak altına. Bıçak tam yukarı çıkmış boynuna geri düşecekken başlamış bağırmağa "Bir dakika, bir dakika, bıçak neden düşmediğini tespit ettim. Tamir edeyim ondan sonra deneyin." demiş.