Geçenlerde sadık dosttan bahsetmiştim. Brezilya da köpek hastalanan sahibini bırakmamış ambülansın peşinden hastahaneye kadar koşmuş, hatta ameliyathane önünde de iki saat sahibini beklemişti. Şimdi yanda ki resme de bir bakın. Bu resimde Türkiye den Adana da çekildi. Bir adamın belediye de işi var. Motor üzerinde kucağında bir köpekle ve başında kaskı ile geldi. Motoru park ettikten sonra kaskı motorun üzerinde, köpeği de yanında bırakarak kendisi belediyeye gitti. Köpek motorun ayaklığına oturdu ve hiç kimseye motora el sürdürmedi. El sürdürmeği bırak yanına yaklaşana havlaya havlaya bir hal oldu zavallı hayvan. Bazen tüylerini şişirerek aşağı inip yine havlaya havlaya öbür taraftan dönerek tekrar motora bindi. Yanına kimse yaklaşmayınca da sakin sakin oturarak sahibinin gelmesini dört gözle bekledi.7 Mayıs 2015 Perşembe
ŞUNA BAKIN
Geçenlerde sadık dosttan bahsetmiştim. Brezilya da köpek hastalanan sahibini bırakmamış ambülansın peşinden hastahaneye kadar koşmuş, hatta ameliyathane önünde de iki saat sahibini beklemişti. Şimdi yanda ki resme de bir bakın. Bu resimde Türkiye den Adana da çekildi. Bir adamın belediye de işi var. Motor üzerinde kucağında bir köpekle ve başında kaskı ile geldi. Motoru park ettikten sonra kaskı motorun üzerinde, köpeği de yanında bırakarak kendisi belediyeye gitti. Köpek motorun ayaklığına oturdu ve hiç kimseye motora el sürdürmedi. El sürdürmeği bırak yanına yaklaşana havlaya havlaya bir hal oldu zavallı hayvan. Bazen tüylerini şişirerek aşağı inip yine havlaya havlaya öbür taraftan dönerek tekrar motora bindi. Yanına kimse yaklaşmayınca da sakin sakin oturarak sahibinin gelmesini dört gözle bekledi.6 Mayıs 2015 Çarşamba
ALABALIK
Doğu Karadenizin tatlı suları, ırmak ve derelerinde değerli bir balık yaşar. Bu balığın adı alabalıktır. Alabalıklarında çok çeşitleri var. Bizim sularımızda yaşayan alabalık emsallerinden kırmızı benekleri ile ayrılırlar ve 'kırmızı pullu alabalık' diye bilinir. Onların üzerlerinde kırmızı pullar vardır. Hep merak ederdim bu balıklar çağlayanları filan geçip derelerin baş taraflarına, kaynağına nasıl giderler diye. Meğer kuyruğunu ağzına alır ve çok yükseklere atlar, bu sıçrama ile çağlayanları aşar ve akan suların ta doğduğu kaynağına kadar gidebilirlermiş. Bazan bu şekilde atladıkları zaman karaya düştükleri de olur, o tekrar kuyruğunu ağzına alır suyu bulana kadar uzak mesafelere atlamağa devam edermiş. İşte yanda ki resim de bunu doğrular niteliktedir.
Gençliğimde
ben de misina ve saçma atarak bu balıklardan çok yakalardım. İlk balık avcılığımı
da hiç unutamam. Beş altı yaşlarında iken mezramız Okura ya o patika yollarda
dere boyu yürüyerek gider gelirdik. Büyük bir gürültü ile akan dere suyunun
içine bakar balıkları yoldan görürdüm ve 'Ah bir yakalayabilsem' diye de
düşünürdüm.
Bir
gün misina, olta gibi malzemeleri arkadaşım Mevlut'ten aldım. Mevlüt'un babası
Pehlül Amca onun çok sayıda gece oltaları da vardı. Gece gider dereye olta atar
sabahtan erkenden gidip oltaları toplardı ve çok sayıda kırmızı pullu alabalıklar
yakalardı. Mevlüt’e bir kuş kandarası verdim ve babasından yürüttüğü bir kaç kanca
ile üç dört metre misina bana vermişti. Ben de onlardan olta yapıp uzun bir
çubuğun ucuna bağladım ve Mandermos ta gölün önünde ki bir taşın üstünde durup,
elimdeki kancasına böcek takılmış misinayı suya atmış bekliyordum. Güya alabalık yakalayacaktım.
Dere
fazla büyük değildi fakat çok hızlı akıyordu. Büyük adamlar bile dalıp karşıya
geçemezlerdi. Ben de küçük olduğum için pek dalamaz, yol boyu ile akan suyun
peşinden aşağı yukarı gider gelir suya kanca atar balık tutmağa çalışırdım.
Balıklar
hiç gelip benim oltamda ki yeme saldırmıyorlardı. Ben yine yem değiştirip tekrar oltayı
suya atıyor, yakalamak için hiç üşenmeden çaba sarf ediyor, saatlerce bekliyor fakat bir türlü
yakalayamıyordum.
Üç dört gün uğraşmama rağmen hiç balık tutamamıştım. Ben öyle uğraşırken bir delikanlı elinde misina ve çubuğa dizili 20-25 tane alabalıkla geldi yanımdan yukarı geçti gitti. Bir şeyler sorduysam da o benimle hiç konuşmadı. Nerde ise hırsımdan deli olacaktım.
Bir gün oralarda ben yine dere kıyısında balık tutmak için uğraşırken, sığır otlatan Kadem Amca hiç kesmediği o kalın bıyıklarını eli ile kıvıra kıvıra yanıma geldi. Ben belinde çıplak asılı duran Makaralı Parabellüm tabancasını kendisine çaktırmadan göz ucu ile incelerken, o bana "Yegenum kaç gündür seni izleyurum. Hiç baluk tutmadan gideyursen. Baluk öyle tutulmaz ki ıskıı." dedi. Allah Allah hemen gözlerimi tabancasından ayırdım ve "Ya nasıl tutulur, Kadem Amca?" dedim. Alabaluk çok kurnazdur ıskıı. Seni veya gölgeni suda görürse senun oltana hiç yanaşmaz ve sen de hiç tutamazsun ki. Hemen kaçar gölü bile terk eder." dedi. Hakikaten öyle oluyordu, ben daha göle yaklaşırken balıklar hep kaçıyorlardı.Kadem Amca kendisi bizim Köyün yukarı Mahallesinden ve Lazlardandır. Mandermos ta derenin kıyılarında arazileri var, oralarda bazen inek otlatır ben de görürdüm. O Lazca bildiği için konuşurken arada bir Lazca karıştırırdı. 'ISKII' de Lazca da pire demekmiş. Ağzı alışmış her cümlesinin sonunda konuştuğu adama 'skıı' derdi. Onun ağabeyisi Mustafa Amca kendisi asker iken hanımını kaçırdıkları için iki kişi öldürmüş, hapisteydi, onun için Kadem Amca silahsız hiç gezmezdi. Sonradan anladığıma göre bazan Barabellüm bazan da Webley Skot marka tabancalar taşırdı.
5 Mayıs 2015 Salı
DOĞU KARADENİZ İCATLARI VE ŞİFALI MEYVELERİ
Çaruk: Kurutulmuş büyük baş hayvan derisinden kesilerek ve dikilerek elle yapılır. Genelde çaruk derler. Eski zamanlarda ayakkabı yerine ayaklarına giyerlerdi. Bunu daha çeşitli şekillerde süslü püslü ve üzerindeki tüyleri temizlenmeden dikenlerde olur. Fakir kişiler yenisini alamadıkları için yırtıldığı zaman yamalayıp tekrar giyerlerdi.

Sandek: İki adettir. Biri alçak, diğeri yüksek. İkinci resimde sandeğin yardımcı aparatları da görülmektedir. Tahta şeklinde olan ile çorap örüldüğü zaman kalıba koyulur. Koyunun yünü (yapağı), keçinin kılları alındıktan sonra sandekle taranıp düzgün hale getirildikten sonra iğlerle iplik haline getirilir ve kazak çorap örülür.
İğ, İlik ve Liser: Koyunu kırkarak elde edilen yün ve keçiyi kırkarak elde edilen kılların iplik haline getirilmesi için her ikisi de kullanılır. Kışın iş güç azaldığı zamanlar, her Doğu Karadenizli kadınların elinde bulunur. Bunlarla yün eğirirler ve daha sonra da 'çiğili' denilen beş adet şişlerle çorap ve kazak örerler.

Kıl veya Yün Çorabı: Keçi kılından elle örülür. Kışın karda giyilir. Romatizma ile ilgili bazı hastalıklarda faydalı olduğu kanıtlanmış.
Zangal: Keçi kılından elle örülerek yapılır. Ayaktan dize kadar uzun olur ve pantolon üstünden çizme gibi kışın çobanlar tarafından giyilir. Kar ve suyun geçmesini büyük ölçüde önler.













































