Hep merak ederdim bu balıklar çağlayanları filan geçip derelerin baş taraflarına, kaynağına nasıl giderler diye. Meğer kuyruğunu ağzına alır ve çok yükseklere atlar, bu sıçrama ile çağlayanları aşar ve akan suların ta doğduğu kaynağına kadar gidebilirlermiş. Bazan bu şekilde atladıkları zaman karaya düştükleri de olur, o tekrar kuyruğunu ağzına alır suyu bulana kadar uzak mesafelere atlamağa devam edermiş. İşte yanda ki resim de bunu doğrular niteliktedir.
Gençliğimde
ben de misina ve saçma atarak bu balıklardan çok yakalardım. İlk balık avcılığımı
da hiç unutamam. Beş altı yaşlarında iken mezramız Okura ya o patika yollarda
dere boyu yürüyerek gider gelirdik. Büyük bir gürültü ile akan dere suyunun
içine bakar balıkları yoldan görürdüm ve 'Ah bir yakalayabilsem' diye de
düşünürdüm.
Bir
gün misina, olta gibi malzemeleri arkadaşım Mevlut'ten aldım. Mevlüt'un babası
Pehlül Amca onun çok sayıda gece oltaları da vardı. Gece gider dereye olta atar
sabahtan erkenden gidip oltaları toplardı ve çok sayıda kırmızı pullu alabalıklar
yakalardı. Mevlüt’e bir kuş kandarası verdim ve babasından yürüttüğü bir kaç kanca
ile üç dört metre misina bana vermişti. Ben de onlardan olta yapıp uzun bir
çubuğun ucuna bağladım ve Mandermos ta gölün önünde ki bir taşın üstünde durup,
elimdeki kancasına böcek takılmış misinayı suya atmış bekliyordum. Güya alabalık yakalayacaktım.
Dere
fazla büyük değildi fakat çok hızlı akıyordu. Büyük adamlar bile dalıp karşıya
geçemezlerdi. Ben de küçük olduğum için pek dalamaz, yol boyu ile akan suyun
peşinden aşağı yukarı gider gelir suya kanca atar balık tutmağa çalışırdım.
Balıklar
hiç gelip benim oltamda ki yeme saldırmıyorlardı. Ben yine yem değiştirip tekrar oltayı
suya atıyor, yakalamak için hiç üşenmeden çaba sarf ediyor, saatlerce bekliyor fakat bir türlü
yakalayamıyordum.
Üç dört gün uğraşmama rağmen hiç balık tutamamıştım. Ben öyle uğraşırken bir delikanlı elinde misina ve çubuğa dizili 20-25 tane alabalıkla geldi yanımdan yukarı geçti gitti. Bir şeyler sorduysam da o benimle hiç konuşmadı. Nerde ise hırsımdan deli olacaktım.
Bir gün oralarda ben yine dere kıyısında balık tutmak için uğraşırken, sığır otlatan Kadem Amca hiç kesmediği o kalın bıyıklarını eli ile kıvıra kıvıra yanıma geldi. Ben belinde çıplak asılı duran Makaralı Parabellüm tabancasını kendisine çaktırmadan göz ucu ile incelerken, o bana "Yegenum kaç gündür seni izleyurum. Hiç baluk tutmadan gideyursen. Baluk öyle tutulmaz ki ıskıı." dedi. Allah Allah hemen gözlerimi tabancasından ayırdım ve "Ya nasıl tutulur, Kadem Amca?" dedim. Alabaluk çok kurnazdur ıskıı. Seni veya gölgeni suda görürse senun oltana hiç yanaşmaz ve sen de hiç tutamazsun ki. Hemen kaçar gölü bile terk eder." dedi. Hakikaten öyle oluyordu, ben daha göle yaklaşırken balıklar hep kaçıyorlardı.Kadem Amca kendisi bizim Köyün yukarı Mahallesinden ve Lazlardandır. Mandermos ta derenin kıyılarında arazileri var, oralarda bazen inek otlatır ben de görürdüm. O Lazca bildiği için konuşurken arada bir Lazca karıştırırdı. 'ISKII' de Lazca da pire demekmiş. Ağzı alışmış her cümlesinin sonunda konuştuğu adama 'skıı' derdi. Onun ağabeyisi Mustafa Amca kendisi asker iken hanımını kaçırdıkları için iki kişi öldürmüş, hapisteydi, onun için Kadem Amca silahsız hiç gezmezdi. Sonradan anladığıma göre bazan Barabellüm bazan da Webley Skot marka tabancalar taşırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder