SAYFALAR

6 Mayıs 2015 Çarşamba

ALABALIK


Doğu Karadenizin tatlı suları, ırmak ve derelerinde değerli bir balık yaşar. Bu balığın adı alabalıktır. Alabalıklarında çok çeşitleri var. Bizim sularımızda yaşayan alabalık emsallerinden kırmızı benekleri ile ayrılırlar ve 'kırmızı pullu alabalık' diye bilinir. Onların üzerlerinde kırmızı pullar vardır. 

Çok soğuk ve akıntılı dağ sularında yaşayan şeytan gibi akıllı ve en kıymetli tatlı su balığıdır. En büyüğünün boyu 20 santimi pek geçmez. O yörelerde bir çok hastalığa bu balıktan ilaç yapılır. Ancak şimdi derelerimizde bu balıktan kaldığını pek sanmıyorum. Çünkü HES çalışmaları nedeniyle dere yataklarının doğal şekilleri değiştirilmiş bir çok yerlerine betonlar dökülmüş, çevreleri de yüksek duvarlarla çevrilmiş, doğanın şekli bile bozulmuş ve bu balık türü de yok olmuştur.

Hep merak ederdim bu balıklar çağlayanları filan geçip derelerin baş taraflarına, kaynağına nasıl giderler diye. Meğer kuyruğunu ağzına alır ve çok yükseklere atlar, bu sıçrama ile çağlayanları aşar ve akan suların ta doğduğu kaynağına kadar gidebilirlermiş. Bazan bu şekilde atladıkları zaman karaya düştükleri de olur, o tekrar kuyruğunu ağzına alır suyu bulana kadar uzak mesafelere atlamağa devam edermiş. İşte yanda ki resim de bunu doğrular niteliktedir. 

Gençliğimde ben de misina ve saçma atarak bu balıklardan çok yakalardım. İlk balık avcılığımı da hiç unutamam. Beş altı yaşlarında iken mezramız Okura ya o patika yollarda dere boyu yürüyerek gider gelirdik. Büyük bir gürültü ile akan dere suyunun içine bakar balıkları yoldan görürdüm ve 'Ah bir yakalayabilsem' diye de düşünürdüm.

Bir gün misina, olta gibi malzemeleri arkadaşım Mevlut'ten aldım. Mevlüt'un babası Pehlül Amca onun çok sayıda gece oltaları da vardı. Gece gider dereye olta atar sabahtan erkenden gidip oltaları toplardı ve çok sayıda kırmızı pullu alabalıklar yakalardı. Mevlüt’e bir kuş kandarası verdim ve babasından yürüttüğü bir kaç kanca ile üç dört metre misina bana vermişti. Ben de onlardan olta yapıp uzun bir çubuğun ucuna bağladım ve Mandermos ta gölün önünde ki bir taşın üstünde durup, elimdeki kancasına böcek takılmış misinayı suya atmış bekliyordum. Güya alabalık yakalayacaktım.

Dere fazla büyük değildi fakat çok hızlı akıyordu. Büyük adamlar bile dalıp karşıya geçemezlerdi. Ben de küçük olduğum için pek dalamaz, yol boyu ile akan suyun peşinden aşağı yukarı gider gelir suya kanca atar balık tutmağa çalışırdım.

Balıklar hiç gelip benim oltamda ki yeme saldırmıyorlardı. Ben yine yem değiştirip tekrar oltayı suya atıyor, yakalamak için hiç üşenmeden çaba sarf ediyor, saatlerce bekliyor fakat bir türlü yakalayamıyordum.

Üç dört gün uğraşmama rağmen hiç balık tutamamıştım. Ben öyle uğraşırken bir delikanlı elinde misina ve çubuğa dizili 20-25 tane alabalıkla geldi yanımdan yukarı geçti gitti. Bir şeyler sorduysam da o benimle hiç konuşmadı. Nerde ise hırsımdan deli olacaktım.

Bir gün oralarda ben yine dere kıyısında balık tutmak için uğraşırken, sığır otlatan Kadem Amca hiç kesmediği o kalın bıyıklarını eli ile kıvıra kıvıra yanıma geldi. Ben belinde çıplak asılı duran Makaralı Parabellüm tabancasını kendisine çaktırmadan göz ucu ile incelerken, o bana "Yegenum kaç gündür seni izleyurum. Hiç baluk tutmadan gideyursen. Baluk öyle tutulmaz ki ıskıı." dedi. Allah Allah hemen gözlerimi tabancasından ayırdım ve "Ya nasıl tutulur, Kadem Amca?" dedim. Alabaluk çok kurnazdur ıskıı. Seni veya gölgeni suda görürse senun oltana hiç yanaşmaz ve sen de hiç tutamazsun ki. Hemen kaçar gölü bile terk eder." dedi. Hakikaten öyle oluyordu, ben daha göle yaklaşırken balıklar hep kaçıyorlardı.

Kadem Amca kendisi bizim Köyün yukarı Mahallesinden ve Lazlardandır. Mandermos ta derenin kıyılarında arazileri var, oralarda bazen inek otlatır ben de görürdüm. O Lazca bildiği için konuşurken arada bir Lazca karıştırırdı. 'ISKII' de Lazca da pire demekmiş. Ağzı alışmış her cümlesinin sonunda konuştuğu adama 'skıı' derdi. Onun ağabeyisi Mustafa Amca kendisi asker iken hanımını kaçırdıkları için iki kişi öldürmüş, hapisteydi, onun için Kadem Amca silahsız hiç gezmezdi. Sonradan anladığıma göre bazan Barabellüm bazan da Webley Skot marka tabancalar taşırdı.

Elimde ki olta çubuğunu benden aldı. Ucunda ki kancayı yeniden bağladı ve suda taşın altında yakaladığı çok bacaklı, hızlı kaçan bir böceği taktı. Onu bütün dikkatimle izledikten sonra işin püf noktalarını anladım. Ben böceği de gelişi güzel takıyormuşum. Ona hiç bir şey demeden oradan ayrılıp daha yukarı kimse görmediği bir yere gittim. Onun anlattıklarını aynen uyguladım. Eğile eğile gölün yanına yaklaşarak taşın arkasına saklandım ve elimde ki uzun çubuğa bağlı oltayı bir kaç denemeden sonra sallayarak, ta gölün ortasına suyun içine attım. Arada da hafif hafif çekip oltayı kontrol ediyordum. Az zaman sonra olta suyun içinde gerilerek sağa sola gezinip dolaşmağa başladı. Çok heyecanlanmıştım. Bir çektim koskoca bir alabalık.

O gün üç tane tuttum. Ve ondan sonra artık balıkçı olmuştum. Her gün derelere gider kendi yiyeceğim kadar alabalık avlardım. Bazen denk gelirse Kadem Amcaya da verirdim. Suda taşların altında yaşayan ve akrebe benzeyen o böcekten biraz korkardım ama balık ona çok geldiği için yine de mecburen yakalar kancaya takardım. Köyde de bazıları ilaç yapmak için isterlerdi. Onlara da verirdim. İyileşmeyen çıbanlara bağlarlardı. Akşamdan sabaha çıbanın içini temizler iyileşmesini sağlardı. 
  





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder