1964 yılında Rize de öğrenci olup ta, büyük bir kış günü Pazar,
Ardeşen ve Fındıklı’ya denizden gitme macerasına katılan var mı?
O yıl çok kar yağdığı için okullar bir hafta tatil
edildi. Pazar, Ardeşen ve Fındıklı lı bütün öğrenciler Ulusoy Yazıhanesinden bizim o taraflara
minibüs kaldıran Simsar Turgut’un yanına koştuk. Aslen Rizeli olan Turgut bir çalım
Eşref Kolçak’a benzer, sağ gözü hafif kapalı durur, zayıf uzun boylu, çok iyi
niyetli, herkesin derdine çare olan bir insandı. Onun için bizim taraflı
öğrencilerden Turgut’u sevmeyen olmazdı.
Okullar bir hafta tatil olunca yazıhanesinin önünde 40-50
öğrenci toplandık. Yollar kardan kapalı olduğu için hiç araba olmadığını Turgut’tan
öğrendik fakat belki akşama olur ümidiyle yazıhanenin önünde beklemeğe
başladık. Yan taraftan kalabalığı gören bir adam yaklaştı ve “Ula neye
bekleyusunuz? Celun sizi Cemim ile cetureyim.” Dedi. Hepimiz adamın etrafında
halka olduk. “Ben kaptanım. Bana Recep kaptan derler. Cemim iskele de sizi
bekleyi. Hayde cidelum daa.” Dedi ve iskeleye gittik.
Onun gemi dediği araba
motoru takılmış ve üzeri branda ile kapatılmış biraz büyükçe bir kayıktı. İçinde
13-14 yaşlarında bir çocuk bekliyordu. Kaptan Recep çocuğa: “Uşağum habunlardan
5 er lira topla da binsunler , cidelum da.” Dedi. Zaten araba ile ücret 7.50
lira idi. Birkaç kız arkadaşlar gelmedi
geri döndüler. Bizler öğlen üzeri kayığa bindik ve brandanın altında uzatılmış
tahtaların üzerine oturduk.
Kaptan Recep motoru çalıştırdı. Motorun sesinden
kulaklarım sağır olacaktı. Mendilimden koparttığım çaputla kulaklarımı
kapattım. Ne ise bazı arkadaşlar valizlerini de almışlar onların üzerinde
oturuyorlardı. Kaptan dümene geçti ve sahil boyu kıyıyı takip ederek bizim
taraf Fındıklı'ya doğru yol almağa başladık.
Dalgalar adamın gemi dediği kayığa vurdukça,
kayık denizin içinde beşik gibi sallanıyor, deniz suyu brandanın içinde
üzerimize yağmur gibi geliyor, kayıktan atılacak gibi oluyorduk. Bazı
arkadaşlar da istifra ediyorlardı. Kaptana “Geri dön böyle gidemeyiz.” Dedik.
Kaptan hiç sesini çıkarmıyor, iki eli ile var kuvvet dümene sarılmış, ha bire
sigara çekiyor, ağzında ki bitti mi çocuğa bağırıyordu, “Ula Memet yak ta ver,
yak ta ver.” Diyordu.
Baktık hakikaten çok tehlikeli, hepimiz öleceğiz, tuttuk kaptanın
yakasından ve “Paramız da senin olsun, geri dön.” Dedik. “Ola uşaklar dönülii
mi çi ceri döneim. Ha böyle batana kadar cideceuk daa.” Dedi ve öyle de yaptı.
Öle kala Çayeli açıklarına kadar geldik. Orada dümeni birden Çayeli’den tarafa
kırdı. Biraz gittikten sonra ne olduğunu anlamadan biraz ıslandığımı ve
karanlıkta olduğumu yanımdan beyaz köpükler geçtiğini gördüm. Çok geçmeden
anladım ki kayık alabora olmuş ve biz hepimiz Karadenizin o azgın kış sularının
içine gömülmüşüz.
İlk hissettiğim ayakkabılarım su dolmuş yukarı su yüzüne
çıkamıyordum. Güçlükle ayakkabılarımı çıkardım ve su yüzüne çıktım. Suyun
üstünde birkaç tahta bağul dediğimiz valizlerden gördüm. Birkaç arkadaşta ters
dönmüş kayığı tutmuş duruyorlar ve top sesleri ile bağırıyorlardı.
Akşam olmak
üzereydi. Ben kurtulacağımızı hiç tahmin etmedim ve üzerimde ki giysilerin bir
kısmını çıkarıp denizde bırakarak iyi yüzmek bilmediğim halde kıyıya doğru bata
çıka yüzmeğe başladım. Birkaç arkadaşlarda yanımda belirdiler be birbirimize
arka ederek epey yüzdük.
Tam o sırada üzeri kapalı bir motor ile bizi
gördükleri için hızla geldiler ve bizleri tarlada patates toplar gibi denizde
toplayıp Çayeli’ye getirdiler. Orada hamama doldurdular. Sabaha kadar orada
kaldık ve cana geldik. Hepimiz kurtulmuştuk. Ertesi gün yollar açıldığı için
Kemal Sunal gibi yola koyulduk. Eminim bu macerayı benimle yaşayan ve hatırlayan başka kişiler
de vardır.