SAYFALAR

15 Şubat 2017 Çarşamba

DENİZDE CAN PAZARI


1964 yılında Rize de öğrenci olup ta, büyük bir kış günü Pazar, Ardeşen ve Fındıklı’ya denizden gitme macerasına katılan var mı?
1964 yılında çok kar yağdığı için okullar bir hafta tatil edildi. Pazar, Ardeşen ve Fındıklı lı bütün öğrenciler  Ulusoy Yazıhanesinden bizim o taraflara minibüs kaldıran Simsar Turgut’un yanına koştuk. Aslen Rizeli olan Turgut bir çalım Eşref Kolçak’a benzer, sağ gözü hafif kapalı durur, zayıf uzun boylu, çok iyi niyetli, herkesin derdine çare olan bir insandı. Onun için bizim taraflı öğrencilerden Turgut’u sevmeyen olmazdı.
Okullar bir hafta tatil olunca yazıhanesinin önünde 40-50 öğrenci toplandık. Yollar kardan kapalı olduğu için hiç araba olmadığını Turgut’tan öğrendik fakat belki akşama olur ümidiyle yazıhanenin önünde beklemeğe başladık. Yan taraftan kalabalığı gören bir adam yaklaştı ve “Ula neye bekleyusunuz? Celun sizi Cemim ile cetureyim.” Dedi. Hepimiz adamın etrafında halka olduk. “Ben kaptanım. Bana Recep kaptan derler. Cemim iskele de sizi bekleyi. Hayde cidelum daa.” Dedi ve iskeleye gittik. Onun gemi dediği araba motoru takılmış ve üzeri branda ile kapatılmış biraz büyükçe bir kayıktı. İçinde 13-14 yaşlarında bir çocuk bekliyordu. Kaptan Recep çocuğa: “Uşağum habunlardan 5 er lira topla da binsunler , cidelum da.” Dedi. Zaten araba ile ücret 7.50 lira idi. Birkaç kız arkadaşlar  gelmedi geri döndüler. Bizler öğlen üzeri kayığa bindik ve brandanın altında uzatılmış tahtaların üzerine oturduk. Kaptan Recep motoru çalıştırdı. Motorun sesinden kulaklarım sağır olacaktı. Mendilimden koparttığım çaputla kulaklarımı kapattım. Ne ise bazı arkadaşlar valizlerini de almışlar onların üzerinde oturuyorlardı. Kaptan dümene geçti ve sahil boyu kıyıyı takip ederek bizim tarafa doğru yol almağa başladık. Dalgalar adamın gemi dediği kayığa vurdukça, kayık denizin içinde beşik gibi sallanıyor, deniz suyu brandanın içinde üzerimize yağmur gibi geliyor, kayıktan atılacak gibi oluyorduk. Bazı arkadaşlar da istifra ediyorlardı. Kaptana “Geri dön böyle gidemeyiz.” Dedik. Kaptan hiç sesini çıkarmıyor, iki eli ile var kuvvet dümene sarılmış, ha bire sigara çekiyor, ağzında ki bitti mi çocuğa bağırıyordu, “Ula Memet yak ta ver, yak ta ver.” Diyordu. Baktık hakikaten çok tehlikeli, hepimiz öleceğiz, tuttuk kaptanın yakasından ve “Paramız da senin olsun, geri dön.” Dedik. “Ola uşaklar dönülii mi çi ceri döneim. Ha böyle batana kadar cideceuk daa.” Dedi ve öyle de yaptı. Öle kala Çayeli açıklarına kadar geldik. Orada dümeni birden Çayeli’den tarafa kırdı. Biraz gittikten sonra ne olduğunu anlamadan biraz ıslandığımı ve karanlıkta olduğumu yanımdan beyaz köpükler geçtiğini gördüm. Çok geçmeden anladım ki kayık alabora olmuş ve biz hepimiz Karadenizin o azgın kış sularının içine gömülmüşüz. İlk hissettiğim ayakkabılarım su dolmuş yukarı su yüzüne çıkamıyordum. Güçlükle ayakkabılarımı çıkardım ve su yüzüne çıktım. Suyun üstünde birkaç tahta bağul dediğimiz valizlerden gördüm. Birkaç arkadaşta ters dönmüş kayığı tutmuş duruyorlar ve top sesleri ile bağırıyorlardı. Akşam olmak üzereydi. Ben kurtulacağımızı hiç tahmin etmedim ve üzerimde ki giysilerin bir kısmını çıkarıp denizde bırakarak iyi yüzmek bilmediğim halde kıyıya doğru bata çıka yüzmeğe başladım. Birkaç arkadaşlarda yanımda belirdiler be birbirimize arka ederek epey yüzdük. Tam o sırada üzeri kapalı bir motor ile bizi gördükleri için hızla geldiler ve bizleri tarlada patates toplar gibi denizde toplayıp Çayeli’ye getirdiler. Orada hamama doldurdular. Sabaha kadar orada kaldık ve cana geldik. Hepimiz kurtulmuştuk. Ertesi gün yollar açıldığı için Kemal Sunal gibi yola koyulduk. Eminim bu macerayı  benimle yaşayan ve hatırlayan başka kişiler de vardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder