1968 yılında Rize Güneysu Adacami Köyüne İlk okul öğretmeni
olarak ilk tayinle gittiğim zaman, Okul Müdürü Naci Bey vardı. O büyük tecrübelerinden az zaman da çok şeyler aktarmıştı bana. Ama
arkadaşlığımız çok uzun sürmedi, o yıl sonunda ayrıldık.
Ertesi yıl Nacı Bey kendi memleketi Hopa da bir köye
tayin oldu gitti. Ben 120 öğrenci ile tek başıma eğitim ve öğretim yaptım.
Bekardım ve orada çay alım evinin üstünde köy evinde kalıyordum.
Köylü de beni hakikaten çok severlerdi veya bana öyle
geliyordu, asker dönüşü istek bile yapmışlardı ve arada türkü filan da
atarlardı,
·
“Beyu kızlağaç beyu, cöğe mi değeceksun?
·
Evlen Recep Öğretmen, beçar mı duracaksun?”
diye.
Köylü, okulun temizlik işleri için para vererek tuttukları Mustafa Mercan
isimli genci de bazı zamanlar 4. ve 5. Sınıflara sokar ders anlattırırdım.
Okula gittiğim ilk
zamanlar odun filan muhafaza edilen ve depo olarak ta kullanılan okulun zemin
katına girdiğim zaman bir bir üzerlerine yığılmış çok miktarda çimento
torbalarına benzer içi dolu torbalar olduğunu görünce, bunların ne olduklarını Naci Bey’e sordum. “Amerika’nın
yolladığı süt tozları olduğunu, ta okul ilk yapıldığından beri ‘YOĞALTILDI’
yanı çocuklara içirildi gösterilip kayıtlardan düşüldükten sonra buralara koyup
saklandığını ve saklı tutulması gerektiğini söyledi. Hakikaten inceledim ki haklarında hiçbir kayıt
yok. Hemde ‘çocuklara içirildi’ diye düşümü yapılmış, çocuklara içirilmemiş ve
süt tozları ilelebet saklanıyor. Hala daha yeniden süt tozları geliyor ve
çocuklara içirilmesine devam ediliyordu.
Çocuklar okula gelirken bardak filan
getirir ikinci 45 dakikalık derste ‘BESLENME EĞİTİMİ’ adı altında Amerika’nın bedava yolladığı bu süt tozları süt yapılır, kaynatılır
ve çocuklara içirilirdi. Hatta daha önceleri peynir, kuru üzüm ve un da gelir,
bunlardan üzümlü ekmekler yapılıp öğrenci çocuklara tükettirilirdi. Türk Milli Eğitimi de bu işin üstüne çok düşer, müfettişler tarafından ilk önce bu faaliyetler incelenirdi. Halbuki benim duyduğum 'Bedava peynir fare kapanında olur.' Amerika
bütün bunları niçin bedava yapardı bilmem fakat Türkiye’nin bütün ilk okullarına bu
kadar malzemeyi babasının hayrına gönderdiğini sanmıyorum.
Biz de ilk zamanlar
‘şikayet olur’ diye aynen yönetmeliğe uyup süt tozlarından süt yapıp çocuklara bir
zaman içirdik fakat ertesi yıl ben yalnız kalınca, o çok önce ki arkadaşlar
yaptığı gibi defterde ki çizelgeye işleyerek, çocuklara içirildi diye gösterdim
ve elde kalan süt tozlarını zemin katta ki öbür yığınların üzerlerine koydurdum. Depomuz o kadar doldu ki artık yer olmamağa başladı. Ben zaten bu süt tozlarının Türk çocuklarına faydalı olacağına inanmıyordum. İlerde etkisini gösterecek gizli zehir karışık olduğunu bile düşünüyordum. Onun için de pek
çocuklara içirmek istemiyordum fakat bir şikayet olup ta, içirmediğimi tespit etseler maazallah insanı hapise bile atarlardı. Bu işin üzerine çok duruyorlardı. Ondan korkuyordum.
O yıl çocuklara hiç ABD sütü içirmedim. Bir gece vakti okulun temizlik işlerini yapan Mustafa’yı çağırdım ve okulda ki depo da bulunan o süt tozu torbalarını eşeğe yükleyip bir kaç seferde Güneysu deresine taşıdık. Dere kıyısında torbaları bıçakla keserek süt
tozlarını suya döktük, Güneysu deresi ile birlikte denize doğru aktı gitti süt tozları. Bu işi köprü üzerinden
yapsaydım daha hayırlı olacaktı fakat düşünemedim, ben derenin kıyısından suya döktüm.
Üç beş gün sonra bir gece Mustafa evime yanıma geldi ve heyecanlı bir şekilde anlatmağa başladı; “Hocam, biz
dereye döktüğümüz süt tozlarından kenarlarda kalanları köylüler topluyorlar ve hayvan yavrularına
içiriyorlar.” Dedi. Hemen dereye döktüğümüz yere gittik. Hakikaten
gece göremediğimiz için süt tozları kıyı kenarlarına da dökülmüş ve
orada taşların üstlerine yapışmış hala daha duruyorlardı. Hay Allah, hemen sorarlarsa ne
söyleyeceğini Mustafa’ya sıkı sıkıya tembihledim.
Çok büyük bir sıkıntı oldu bende. “Köylüler toplayıp
hayvanlara içiriyorlar mış.” Diye duydum fakat insanlarda içerler ve olumsuz
sonuçlar olabilirdi. Çünkü velilerden gelip okuldan süt tozu isteyenler çok oluyordu. Hemen
okulda bütün çocukları topladım ve dere kenarında ki süt tozlarının vaktı
geçtiği için döküldüğünü, zehirli olabileceğini, kesinlikle kimsenin hayvanlarına
dahi içirmemelerini anlattım.
O haftanın son Cuma
günüydü. Cuma namazı için camiye gitmiştik. Beşinci sınıf öğrencisi Ahmet Mercan bir iki arkadaşı ile tek nefes koşarak camiye geldiler; “Öğretmenim, dört beş
kişi geldiler seni acele çağırıyorlar.” Dedi. “Beklesinler, veya kendileri
buraya gelsinler. Ben Cuma dan sonra gelirim.” Dedim. Tam içeri girecektim ki
çocuklar koşarak tekrar geldiler; “Öğretmenim, gitin söyleyin, kafamızı
bozmasın ha. Öğretmeniniz çabuk buraya gelsin diyorlar.” Dedi. Anladım. İş
değişik, hemen döktüğüm süt tozları aklıma geldi.
Okul zaten camiye üç dört dakikalık mesafedeydi. Okula
gittim, beş kişi var, gelmişler ama hiç
birini tanımıyordum. Kendi ellerimle yaptığım mevsimler şeridi ve Osmanlı
Sülalesi köşesini inceliyorlardı. Selam verdim. Selamıma bile pek sevinmediler, öyle isteksiz aldılar. Birisi “Ben Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ekrem Bey.” Dedi. Birisi beslenmeden
sorumlu Müdür, birisi Amerikan temsilcisi, biri Müfettiş Ömer Lütfi Bey, birisi
bilmem kim.
“Hoş gelmişsiniz efendim.”
Dedim. Odama geçtik. “Savunmanı almağa geldik.” Dediler. Ben daha
savunma nedir? Bilmiyorum. “Buyurun alın efendim.” Dedim. Süt tozu yoğaltma
defterlerini istediler. Hemen Mustafa getirdi. Baktılar, incelediler. Sözlü
olarak sormağa başladılar. “Sen süt tozlarını ne yapıyorsun?” “Hepsini çocuklara içiriyorum.” dedim. Hepsi
öyle manalı bir şekilde yüzüme baktılar ve bir de birbirlerine bakıp gülüştükten sonra dosyanın arasından bir resim
çıkardılar. Güneysu deresinin Adacami Köyü’nden geçtiği yer. Akan suyun
kıyısında döktüğüm süt tozlarından kalanlar gözüküyordu. “Bu resim nedir? Sen
süt tozlarını dereye dökmüşsun ve bir de kötü propaganda yapmışsın. 'Süt
tozları zehirlidir. İçmeyin.' demişsin. Hakkında ihbar var. Dilekçe vermişler.” Dediler.
“Efendim defterlerde incelediniz. Ben bütün süt tozlarını
gereği gibi yoğaltıyorum. Dereye dökülen süt tozlarına gelince; evet doğrudur, ben döktüm fakat okul açılalı beri
biriktirilen, yıllar önce ki süt tozlarıdır. Kıyıda kalanların toplandığını duyunca toplamasınlar, diye dökülen süt tozları zehirli olabilir diye
öğrencilere söyledim.” Diye olayın aslını doğru olarak anlattım. Anlaşılan
biri üşenmemiş fotoğraflar bile çekerek beni şikayet etmişti. “ Yok. Sen Amerikayı
kötülemişsen. Sana işlem yapacağız. Ucunda hapislik bile var.” Dediler.
“Valla ben hayatımda hiç kimseye kötülük düşünmem,
yapacağınız işleme de engel olamam. Eğer karnınız aç ise dün bir çorba
yapmıştım, hepimize yeter buyurun gidip odamda içelim.” Dedim. “Sen bekar
yaşıyorsun, köylülere yemek getirtmiyor musun?” dediler. Ben buradan gidince
kimseyi arkamdan konuşturtmak istemiyorum. Onun için hiç kimseden bir şey kabul
etmiyorum.” Dedim.
Tam o sırada Rize de Ses sineması sahibi Celal Ağa kimden
haber aldıysa elinde baston ve yanın da birkaç gençle birlikte gelerek, bu
adamların karşısına dikilip tehdit ettiler. “Senelerden beri okulumuza doğru bir öğretmen gelmiş, onu
kimseye ezdirmeyiz. Defolup gidin beyler.” Dediler. Celal
Ağa ve adamlarını zor ikna ettim, yatıştırdım ve evlerine yollamak istedim fakat evlerine gitmediler, onlar gidene kadar orada oturup beklediler.
Milli eğitim Müdür Yardımcısı Ekrem Yangın okulda biraz daha incelemeler yaptıktan sonra; “Köylüler seni çok sevmekte haklıymışlar. Sana ceza vermeğe geldik fakat aslında sen takdirlik bir öğretmensin. Bir daha
yaptığın işi böyle yüzüne gözüne bulaştırma.” Dedi ve yazıp, çizip çekip gittiler. O öyle kaynadı gitti, ceza
filan vermediler. Zaten ben askere gittim. Sonra da öğretmenlikten ayrıldım. Ceza almadım fakat bana büyük bir ders oldu.
Rize küçük bir yer olduğu için bu olay Rize nin her tarafında ve bütün okullarında duyulmuş,
toplantılarda filan ‘o dereye dökülen süt tozlarından denizde bütün balıklar
ölmüş’ diye öğretmen arkadaşlar espriler yapıyorlardı. Hatta bir gün
arkadaşımla birlikte dolmuşla Rize'den Fındıklı ya giderken tanımadığımız adamlar dolmuşun
içinde konuşuyor; “Geri zekalı bir
öğretmen Güneysu deresine Amerikan süt tozlarını dökmüş te, süt tozları zehirliymiş, deniz de ki balıkların
bir çoğu ölmüşler. Bir çoğu da aptallaşmış, yemsiz oltaya takılıyorlarmış. Bu
sene hamsi de yiyemeyiz.” Diyorlardı ve gülüşüyorlardı.
İki sene sonra asker öğretmen olarak tayınım Fındıklı ya çıktı ve orada görev yaptığım sırada, saygı değer öğretmen arkadaş Osman Köröğlu, O çok komik ve espriler yapan, fıkralar anlatan bir arkadaştı. Bu
olayı duymuş ve bir toplantıda söz hakkı alıp ayağa kalkarak Müfettiş İsmet Bey ve Kaymakam Kadri Bey'e; “Efendim önerge veriyorum. Amerikan süt tozlarını dereye döküp te denize gitmesini sağlıyarak, denizde ki balıkların zehirlenmesine, sağ
kalanlarında aptal olmalarına sebep olan, öğretmen arkadaş Recep Ali Bey şu anda aramızda bulunup, hala daha öğretmenlik görevine devam etmektedir. Hakkında ne gibi bir cezai işlem uygulandı? Öğrenmek istiyorum.” Demişti ve bir an da gülmekten ortalık
yıkılmıştı.
Düşünüyorum da; 'Amerikan süt tozlarından etkilenip, deniz de yemsiz oltaya takılan veya kendiliğinden karaya sıçrayan balıklar' gibi sözler o zaman espri ile söylenmişti fakat acaba doğru muydu? Şimdi o balıklar gibi, kafası çalışmayıp, körü körüne kandırılan insanlar var. Uyanık gibi durup
ta uyuyanlar. Görür gibi yapıpta görmeyenler. Kuyruk gibi birinin peşine
takılıp ta gidenler. Acaba o zaman ki, o Amerikan süt tozu sütünü içen çocuklar midirler? ABD o zaman bize neden bedava süt tozu yolluyordu? Herkese SAYGILAR, SEVGİLER ve SELAMLAR. Ayrıca o günlere de selamlar.