Eski zamanlarda kasabanın birinde, güzelliği dillere destan, güzel mi çok güzel, bir kız yaşarmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice insanları, asıl, zengin ve yakışıklıları reddetmiş. Kimseleri beğenip kendisine layık görüp evlenmiyormuş.
Bu güzel
kıza kendi kasabalarından çok seven genç bir yakışıklı delikanlı da evlenmek için
talip olmuş. Ama kız onu da beğenmemiş, reddetmiş. Delikanlı gururundan günün
birinde kasabayı terk edip gitmiş. Başka bir kasabada kendini seven başka bir
kız bulup onunla evlenmiş. Yeni bir hayat kurup çoluk çocuğa kavuşmuş, mutlu
olmuş.
Aradan bir
kaç yıl geçtikten sonra yolu o terk ettiği güzel, şirin eski kasabasına düşmüş.
Aklına bir zamanlar aşık olduğu ve evlenemediği o güzel kız gelmiş. Ona ne
olduğunu zaten çok merak edip dururmuş.
O terk ettiği kasabada dolaşırken tanıdık yaşlı bir adama rastlamış. Hemen o güzel kızı sormuş. Yaşlı adam biraz gittikten sonra kasaba dışında bir ev göstermiş ve evlenip bu eve taşındığını söylemiş o güzel kızın. Delikanlı o eve yaklaşmış ve evi gözlemeğe başlamış. Çünkü kimseleri beğenmeyen bu kızın kiminle evlendiğini çok merak edermiş.
Evden çıkarken görmüş. Kızın yolcu ettiği adam yaşlı, çok şişman, kel, bir ayağı da topal, kaba saba bir adammış. Üstelik
hiç te zengin değilmiş. Bu sefer bu adamın kim olduğunu çok merak etmiş. Kocası olamaz diye düşünmüş. Çünkü feleği beğenmeyen o kız, o yolcu ettiği adamla evleneceğine hiç inanamamış. Kız ile konuşmak için hemen gidip evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca bir
müddet bakışmışlar ve delikanlıyı tanımış, içeri buyur etmiş.
Delikanlı
eskiden sevdiği bu kıza hemen evlenip evlenmediğini ve kocasını sormuş. Kız kocasını az evvel yolcu ettiğini anlatınca o gördüğü yaşlı ve şişman adamın kocası olduğunu anlamış ve kıza tekrar sormuş;
“Sen ki hiç
birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle
biriyle evlendin?” demiş.
Kız da
ona:
“Sana cevabı vereceğim fakat önce benimle gel.” Demiş. Almış delikanlıyı çok büyük ve güzel bir gül bahçesine götürmüş. “Bu gül bahçesine gireceksin. Hiç geri bakmadan ilerleyeceksin ve bana gördüğün en güzel gülü koparıp getireceksin.” Demiş. Delikanlı "peki" demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel kara bir gül görmüş. En güzel gül bu deyip yanına gidip tam koparacakken biraz ileride daha güzel kocaman pembe renkli bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünüp kara gülü bırakıp pembe gülün yanına gitmiş. Tam onu koparacakken ilerde muhteşem güzellikte sarı bir gül daha gözüne ilişmiş. Kırmızı gülü bırakıp hemen sarı gülün yanına koşarak gitmiş. Hangisini koparacağına bir türlü karar verememiş, daha güzel çiçeği bulacağım derken, bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş. Geriye de gidemeyeceğine göre, bahçenin sonunda ki yaprakları solmuş kötü bir gülü mecburen koparıp kıza götürüp vermiş.
Kız gülü almış
ve gülümseyerek adama:
“Bak gördün
mü? Daha iyisini bulacağını düşünürken sen farkında olmadan gül bahçesi
bitti ve beğendiğin güller arkada kaldı. Hayatta işte buna benzer. Kimseye
beğenmezsin, bu arada ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda
kalırsın. İşte bana da öyle oldu. Bu yüzden vaktin geçmeden, gençlik bitmeden
elindekinin değerini bilip, kanaatkar olmak ve yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.”
Demiş.
Hepimiz
belki de böyle durumlarla karşılaşmış, bir çok fırsatları değerlendirmiş, bir
çoğumuzda böyle fırsatları kaçırmışızdır. Hayat dediğimiz yolda yürürken aynı
şartlar altında bir daha aynı yerden geçemeyiz. Bu vesileyle karşımıza çıkan
fırsatları iyi değerlendirmezsek bu fırsatları kaçırırız.
Bir gün bir
bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz.
Yaşadığımız hayat dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış bir çok fırsat
ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz. Onun için
her şeyi zamanında değerlendirmek ve doğru kararları vermek gerekir.