'Uzun hğargı aşurdum,
Dağdan suyi geturdum,
Ar ettum, ağlamağa,
Güldüm ömri biturdum..
''geliisen gel, gelmeisen hayde!'
'okut okut, bi da burnina kokut!'
'İki orak bir kazma, Allahım günah yazma!'
Hemşince sözlüğe eski bir Hemşin türküsü ve üç Hemşin deyimiyle başladım.
Diğer Türk Boyları gibi Hemşinlilerin de kendilerine özgü konuşma şekilleri ve şive değişikliklerinden oluşan Hemşince kelimeler vardır. Aslında bu kelimeler Hopa Hemşincesiyle birebir aynıdır. Ancak Hopa Hemşinlileri aynı konuşma dillerini devam ettirmelerine rağmen, diğer Hemşinliler Hemşince konuşmamış, bazı kelimeleri esas Türkçe nin içinde kullanmışlardır. Bu kelimelerin anlamlarını bir araya toparlamağa çalıştım. Dikkat ederseniz eğer, bazı kelimeler 'YÖRÜK' lerin kullandıkları kelimeler ile birebir aynıdır. Bazı kelimeleri kullanan devletleri de tespit ettim. Bütün Hemşince kelimelerin özü Türk Boyları dilleri ile tam olarak örtüşmektedir.
Bazı kelimelerin anlamları, önce Hemşince-Türkçe ve sonra Türk Boyları tarafından kullanılan anlamları yazılmıştır.
-A-
Afkurmak: Havlamak. Özbek Türkleri=Özür dilemek. Kazak, Tacik Türkleri=Afkurmak. Avar, Çeçen, Çuvaş, Yakut Türkleri=Kısa yol. Tatar Türkleri=Saklamak. Türkmence=Gurur duymak. Uygur Türkleri=Katlanmak.
Adese: Bir üzüm çeşidi. Kışın bile dalında duran beyaz üzüm.
Agış: Ateşi karıştırmak için özel yapılmış ucu kanca şeklinde demir çubuk. Özbek, Kazak, Kırgız, Çuvaş, Avar, Azeri, Çeçen, Yakut, Tatar Türkleri=Akış. Türkmence=Aktarım. Tacik Türkleri=Izdırap.
Ağıl: Hayvanların geçici olarak içine alındığı üstü açık, etrafı çevrili yer. Uygur, Türkmen, Tatar, Tacik, Özbek, Kazak, Kırgız, Azerice=Akıl. Avar, Çuvaş, Çeçen Türkleri=Ağ.
Ağhir: Hayvanların muhafaza edildiği evlerin alt bölümü.
Ağleş: Çürük, sağlam görünür fakat içi çürük.
Ağu: Zehir.
Ağuli: Zehirli.
Akoşka: Pencere çerçevesi.
Alaf: Kışın hayvanların yemesi için ormanda yapılan yeşillik yem, karayemiş yaprakları. Avar, Çeçen Türkleri=Binlerce.
Aleksi: Bir armut çeşidi.
Altıyanki: Aşağıda olan, Aşağıda ki.
Ana: Anne.
Ançot etmek: Yavaşlamak, yağan yağmurun yavaşlaması. Türkmence=İşte bu. Tacik, Özbek, Azerice=Çapa. Çuvaş, Avar, Çeçen Türkleri=Genişlik.
Ander: Kötü şey, görmek istenmeyen şey. Geçmişte yaşanan iyi bir olayın hatırlanması.
Ardine düşmek: Peşinden gitmek, ne pahasına olursa olsun takip etmek, yakalamak.
Arka: Sırt, geri kısım.
Arkiri: Yan tarafa doğru dümdüz.
Aruk: Zayıf, çelimsiz, bakımsız.
Arukıran: Bir kuş çeşidi.
Atinor: Bir erik çeşidi.
Avli: Evin ilk girişi. Kapı önü.
Ayeng etmek: Eğlence etmek, türkü söylemek, kemençe ve tulumla horon oynamak. Avar, Çuvaş Türkleri SALLAMAK, Türkmenler IŞIK,
Ayu: Ayı.
Aykırı: Düz, yan tarafa doğru, dümdüz.
-B-
Baçğal: Kısa boylu, tombalak, şekilsiz.
Baçha kabak: Sert kabuklu kabak.
Bagen: Küçük barınak, gölgelenmek için yer, çocukların oynamak için yaptıkları küçük ev. Çuvaş, Avar, Çeçen, Yakutça=Parça. Kazak, Kırgız, Azeri, Tatar, Özbek, Tacik, Uygur Türkleri=Simit. Türkmence=Eğer.
Bağçe: Bahçe, mısır fasulye gibi ekin ekilen yer, tarla. Yakut, Uygur, Tatar, Özbek, Kazak, Kırgız, Çuvas, Avar, Azeri, Çeçen, Tacik Türkleri=Bahçe.
Bakla: Fasulye.
Bakrac: İçlerine yiyecek koyup pişirilen bakırdan yapılmış çeşitli boylarda kap, alet.
Baluncak: Patlican. Avar, Çuvaş, Çeçen, Yakut Türkleri=Kel, Uygur Türkleri=Argo, Türkmence=Top, Azeri, Tatar, Özbek, Kazak, Kırgız, Tacik Türkleri=Baluncak,
Bardak: Topraktan yapılmış küçük kap. Genelde içlerinde pekmez veya turşu saklanır.
Bardi: Kışın kullanılacak otların bir ağaca sarılarak dışarıda muhafaza edilmesi.
Bayır: Ormanlarda yetişen ince uzun ot. Hayvan yemi.
Bayyem: Bayram.
Bebung etmek: Ağlamadan önce dudakları buruşturmak. Avar, Çuvaş, Çeçen, Özbek Türkleri=Olma, Yakutça=Şişme. Türkmence=Bebek.
Bedeğ: Parmak ucuyla bir tutam, çok az, az miktarda. Türkmence=Fiyat. Özbekçe=Özgür. Kırgızca=Yalvarmak. Azerice=Hediye. Uygurca=Teşekkürler. Tacik Türkleri=Yapma,
Bel: Bahçeyi kazıp mısır tohumu atmak için, ayak basarak kullanılan, demirden özel yapılmış, iki dişli, odun saplı alet.
Beri: Yakın.
Beri gel: Yanıma gel, yakınıma gel.
Bihamla: Çok çabuk, acele, az zamanda, ivedi. Avar, Çeçen, Çuvaş, Yakutça=Boş. Türkmence=Tereddüt etme.
Bobol: Küçük kurtçuk, Türkmence=Bu çılgınlık. Özbek, Tacik Türkleri=Bebek.
Bocuk: Solucan. Çeçen, Çuvaşça=Piç. Azeri= Bir parça kek. Kırgız=Erkek çocuk. Özbekçe=Bebek. Türkmence=Bok.
Boğda: Buğday.
Bolokuş: İnsanın çok yüksek sesle ağlayarak bağırması, öküzün bağırması. Türkmen, Uygur, Tatar Türkleri=Gelecek.
Boyuk: Büyük, kocaman.
Buchek: Yaban arısı, eşek arısı.
Buçh: Kadın üreme organi.
Buldurin: Geçen yıl, önceki sene.
Bulig: Gözün iç kısmı, bebeği, iris.
Burek: Börek, hamuru el ile açılıp yapılan sıkmalı tatlı.
Burgi: Ağaç delmek için alet, el yapımı matkap.
Burmak: Erkek hayvanları kısırlaştırmak,
Buyanki: Bu taraftaki, bu tarafta olan.
Buyurci: Alınan kararları uygulayan kimse, evin reisi, ailenin en yetkili kişisi.
Buzav: Buzağı, inek yavrusu.
-C-
Cakı: Armut ağaçlarının üstünde oluşan, yeşil dallar ve beyaz boncuk şeklinde tohumları olan asalak bitki.
Cazi: Cadi. Küpe girip uzaklara giderek taze çocuk ciğeri çıkarıp yediğine inanılan yaşlı kadın.
Cemur: Sincap.
Cemuş: Mısır ekmeğini lahana veya yoğur içine doğrayıp iyice karıştırıp yemek.
Chağ: Kadınların örgü yapmak için kullandıkları, ince uzun metal çubuklar.
Cheloy: Gevşek, yumuşak, her şekle giren.
Chorcag: Ense, boynun arka kısmı. (Sen onu corcaguma anlat: İnandıramazsın manasında bir deyim.)
Cibollamak: Cimciklamak.
Cicik: Meme, göğüs.
Cigara: Sigara.
Cinci: Gaipten haber veren, geleceği bilen, falcı.
Cucik: Civcivin biraz büyüğü.
Cucul: Erkek çocuk tenasül organı.
Cugal: İçlerine yiyecek koyup kullanılan saplı bakırdan yapılmış çeşitli boylarda kap, küçük kazan.
-Ç-
Çağçağan: Yüksekten akan su, çağlayan.
Çağel: Çakıl.
Çakı: Yaşlı armut ağacı dallarında oluşan ve yaz-kış duran asalak yeşillik.
Çala: Sulu, düz, verimli arazi.
Çalot: Çok uzun sopa, sırık.
Çana kuşu, cennet kuşu: Göğsü kırmızı bir kuş çeşidi.
Çançala: Vara yoğe konuşan, bilinçsiz konuşan kimse.
Çangol: Kedi, köpek tırnakları, kedilerin tırnaklamaları.
Çapuk: Çam ağacı veya fındık çubuğu soyularak örülmüş, küçük el sepeti.
Çapula: Bir çeşit elle yapılan ayakkabı.
Çarğana, tersina: Yengeç.
Çardak: Sebze ve meyvelerin yüksekte kalması için yapılan yerden yüksek düzenek.
Çatma: Çeper yapmak için yere dikilen kazıklar.
Çayengduş: Parçalanmak, en küçük parçalara ayrılmak, çok şiddetli ağlamak.
Çe: Erkeklere hitap ederken söylenir. (Çe Ali, Çe Memet, Çe Ğasan)
Çeç: Arı balının mumu, petek.
Çekişmek: Kavga etmek.
Çeket: Ceket.
Çekli: Ucu iyice parçalanıp tutuşturulan ve gece fener gibi kullanılan uzun odun.
Çekupal: Su olduğu yerlerde yapılır. İçine su doldukça havaya kalkar ve su boşalınca geri düşerek ses çıkarır. Yabanı hayvanların kaçmasını sağlar.
Çepiç: Hiç doğurmamış, bir yıllık keçi.
Çereduş: Değirmen oluğunun gelen pisliklerle kapanması, suyun kesilmesi.
Çeruş olmak: İsal olmak.
Çhağ: İnce odun veya çubuk parçası, ateş yakmak için küçük parçalar.
Çhançh: Kötü olmak, üstünü başını pislemek, kendini madara etmek, lekelemek.
Çhamağ: Yaylalarda, suylak yerlerde yetişen bir ot.
Çheldeğ: Çiftleşmek isteyen ineğin çıkardığı sıvı.
Çhençğel: Uzun ip yumağının birbirine karışması, bağlanması.
Çhepluk: Çöplerin atılıp ta çürüdükten sonra gübre olduğu yer.
Çhertun: Su bir yere vurduktan sonra dağınık olarak uzağa atılması, değirmen oluğundan gelip, çarkına çarpan su.
Çheykuş: Parçalanmak, küçük parçalara bölünmek, Avar, Çuvaş Çeçen Türkleri YANAK KILI, Kazak Türkleri TAVUK, Azeri, Özbek Türkleri ŞAHİN,
Çhiliğtiyar: Hamur yağda kızartılarak yapılan yiyecek, lokma.
Çhola: Ateş dumanının vurduğu yerde uzun zaman sonra biriken kurum, siyalık.
Çğili: Çorap örmek için kullanılan, aynı boyda beş adet şiş.
Çğoni: Yeni doğum yapan ineğin sütünden yapılan yiyecek.
Çiğmuş: Ezilmiş, çiğnenmiş.
Çiğula: İnce, zayıf, çok çelimsiz.
Çiki, ceğart: İri bir kuş çeşidi, ala karga.
Çikit: Çekirdek, meyvelerin çekirdeği.
Çiliğini çıkarmak: Ezmek, çok ezip tamamen kullanılmaz hale getirmek.
Çincak: İneklerin ve koyunların boynuna takılan, sallandıkça ses çıkaran bir zil.
Çinçğoluş: Ufalanmak, birbirinden ayrılmadan parçalara ayrılmak.
Çipil: Civciv, tavuğun en küçük halı.
Çing: Yaylalarda bulunan ve hayvanları hasta eden sarı renkli zehirli ot.
Çintil: Tavuk pisliği.
Çise: İnce, görünmeyen, fakat ıslatan yağmur.
Çişkar: Etrafı çitle çevrilmiş tarla, bahçe gibi yerlerin açılıp kapanır giriş kapısı.
Çituş: Meyvelerin yere düşüp te zarar görmesi, zedelenmesi, içinin parçalanması.
Çollanmak: Bir şeyi gizlice çok yemek.
Çolo: Taze mısır. Ateşte veya suda pişirilmiş taze mısır.
Çonçi: Ağaçların kuruyup dökülen yaprakları, gazel..
Çonkoloz: Çok açık göz, her şeyi bilen.
Çortan: Çökelek veya peynirin, beze konularak asılıp, açık ateş üzerinde kurutulmuşu.
Çugal: Küçük kazan, içinde yoğurt yapılan kap.
Çuğa: Kaban, üst giysi.
Çul: Eski, yırtık, yamalı, üzerinde her çeşit yama bulunan elbise.
Çulağa: Kıymetli bir armut çeşidi.
Çurab: Çorap, elle dokunmuş yün veya kıl çorabı.
Çurça kuşu, mesuik kuşu: Çok küçük, bir kuş çeşidi. Çalı kuşu.
-D-
Dada: Çocukların sevdiği ve oynadığı süslü oyuncak.
Dağ: Orman.
Dalmak: Köpek veya adam için, saldırmak.
Daraba: Tahtadan yapılmış odaların iç yüzü.
Deçhi: Mahallebi, süt un ve şekerle yapılan yiyecek.
Degmek: Dokunmak.
Demin: Az önce.
Demokrat: Şişenin içine gaz yağı konarak, bezle kapatılıp, tepesini yakınca geceyi aydınlatan araç.
Denaz etmek: Birini alaya almak, konuşmasını anlaşılmaz bir şekilde tekrarlamak.
Derça: Mısır ağacının en tepesinde ki püskül.
Derdig atmak: Hayvanların havaya sıçraması, sevinçten havaya atlamaları, atlamak, sıçramak, hoplamak.
Deremen: Değirmen.
Dibek: İçinde bir şeyler dövülen, taş oyularak yapılmış, büyük kollu alet.
Dişlemek: Isırmak.
Duder: Lahanayı yaprak yaprak pişirip büyük bir tekne içinde tüm aile ile birlikte yemek.
Duğdi: Balta ve keser gibi aletlerin arka tarafı. Ağzının arkasında bulunan demiri.
-E-
Ebe: Babaanne.
Eğmoig: Kör yılan.
Egri: Eğri, düz olmayan
Egri sap: Bir armut çeşidi.
Eksi: Ucu yanan ve yanmağa devam eden ateşteki uzun közlü odun.
El: Yabancı, başkası.
Elmek: Ölmek, can vermek.
Encuna: Bir direk üzerine tahta uzatılarak iki kişinin inip kalkması, tahterevalli.
Enkse: Gerdan, boynun arka kısmı.
Esvap: Elbise.
Ereti: Eğrelti otu.
Etmek: Ekmek.
-F-
Felamur: Ihlamur ağacı.
Ferağtı: Çeper, Korunacak tarlaların çevresine yapılır, hayvanlar giremez.
Foni: Tavuk yumurta etmesi için yuvasına bırakılan tek yumurta.
Forka: Entare, giysi, alt üst birlikte bayan giysisi.
Funduk: Fındık.
Furniş ekmek: Ateşte kurutulmuş mısır öğütüldükten sonra yapılan ekmek.
Fuşki: Eşek veya katır pisliği.
-G-
Gacboğ: Yanan odundan dağılan küçük köz parçaları.
Gaceik: Ateş böceği.
Gagal: Taşak.
Gechig: Top haline getirilmiş iplik yumağı.
Gechud: Kuşların gagası, gaganın uc kısmı.
Gegernak: Çok konuşan, değirmenin tane düştüğü yere konulan ve taş dönerken, taneleri iki taş arasına sürükleyen ip yumağı.
Geroç: Uzak dalları yakına çekmek için, ucu kancalı uzun sopa.
Gıcgıc gitmek: Bitişik ve hızlı gitmek.
Gobal: Çok kısa kesilmiş saç, tüysüz kafa.
Goc: Küp veya dikdörtgen şeklinde kesilmiş üzerine oturulan ağaç.
Godim: Derelerde taş kenarlarında kendiliğinden yetişen, küçük yapraklı, tere tadında bir ot.
Gogar: Uzak dalları yakına çekmek için, ucu kancalı uzun sopa
Goinç: Un ile bulamaç yaparken, suda açılmayıp katı kalan küçük top parçalar.
Gotol: Ucu kesik lahana sapları, bir kaç sap bir arada. Lahana gövdesinin soyulmuş iç kısmı.
Göreslanmak: Çok özlemek, hasret kalmak.
Gugum: İçine su koyup kullanılan, altı geniş üstü dar, bakırdan yapılmış saplı kap. Küçük olana 'kukma' büyüklerine 'gugum' denir.
Gudel: Çubuklardan sepet gibi fakat dar örülmüş. Üzüm filan toplarken kullanılır. İçinde meyveler ezilmez.
Gunç: Yosun.
Gurcumol dikeni: Bir diken çeşidi.
Gümlek: Gömlek, mintan.
Güli: Sevilen kişi, çok sevilen, daha çok küçük çocuklara hitap edilir.
-Ğ-
Ğalapa: Yeni toplanan taze cevizin yeşil etli dış kabukları,
Ğala: Hala, babanın kız kardeşi.
Ğalat: Halat
Ğamçita: Pekmezi yapılan sulu bir armut çeşidi, eğri sap.
Ğampu: Olgunlaşmamış bir meyve veya acı sebzeler yenildiği zaman ağzın odunlaşması, buruşması.
Ğancuş: Bir şeyi açık ateşte az yakmak, sadece tüylerini yakıp temizlemek.
Ğançka: Kene.
Ğarduma: Çam, kestane ve gürgen ağaçları kütüklerinden ince yaprak şeklinde yapılıp kiremit yerine evlerin üstüne örtülen ağaç parçaları.
Ğarağurda: Karışık, birbirine geçmiş.
Ğastaluk: Hastalık.
Ğase: Kadınların kenarları işlemeli veya boncuklu beyaz renkli baş örtüsü.
Ğaşil: Suyu kaynattıktan sonra karıştırılarak un katılır pişirilir ve ekmek yerine yenir. Genelde acil durumlarda yapılır.
Ğavlilik: Diken üzerinde olan, sarı renkli boncuğa benzer tohumlar.
Ğaviç: Kaymak ve un karıştırılıp yapılan yiyecek. Pişirildiği zaman yağ üstüne çıkar. Bir misafir geldiği zaman ikram edilecek en gözde yiyecektir.
Ğayat: Eskiden açık ateşli toprak evlerde misafir geldiği zaman oturulan ve ayakkabı ile basılmayan tahta döşemeli yer, oturma salonu.
Ğeçeçul: Bir armut çeşidi.
Ğeçellemek: Kazıtmak, kesmez bıçakla soymağa çalışmak.
Ğedik: Karda yürümek için çubuklardan yapılmış ayağa takılan alet.
Ğeğ: Çürütülmüş peynirden pişirilerek yapılan krem peynir.
Ğeçhat: Kenarları kırılarak yapılmış, açık ateşte üstünde ekmek pişirilen düz taş.
Ğeloz: Kertenkele.
Ğençkel: Elde taşınan çubuktan örülmüş küçük kap.
Ğerdum olmak: Çok olmak, haddinden fazla olmak, yığılmak.
Ğerepan: Dökülmüş yaprakları bir araya toplamak için ağaçtan yapılmış tırmık.
Ğertlak: Boğaz.
Ğeri: Mısır ağacının sapları.
Ğertlak: Boğaz, yutak.
Ğharg: Ark, su yolu, elle yapılan ve uzak mesafelere giden su yatağı.
Ğırlamak: Köpeğin saldırmadan önce dişlerini gösterip çıkardığı ses.
Ğinç: Burundan akan sumuk, akıntı.
Ğiyar: Salatalık.
Ğocika: Öküzün yeni doğmuşu, ineğin erkek yavrusu.
Ğoç: İnce uzun sağlam çubuk veya ince uzun odun parçası.
Ğoçka: Fasulye kazığı, uzun kazık, fasulye fidesine dikilen kazık.
Ğoço: Ormanda yetişen meyvesiz bir ağaç türü.
Ğoçollamak: Elleri ile bir yeri kazıtmak, tırnaklamak.
Ğoğ: Boğazdan gelen balgam, tükürük.
Ğoğollanmak: Karşı gelmek, üzerine çullanmak, dövmeğe kalkmak.
Ğoncoğot: Tam yanmamış bazı yerleri siyahlanmış, yarım yanmış siyah odun.
Ğoncolduş: Endek, dönek, bir ağaç üzerini gelişigüzel yontmak.
Ğorği: Kayalık, bir araya toplanmış taş ve kaya parçaları.
Ğorlamak: Horlamak.
Ğortlak: Bir insan, özellikle kötü tanınan insanların öldükten sonra geri gelerek insanlara görünmesi.
Ğortlamak: Ölüp toprağa gömüldükten sonra geri gelmek.
Ğoşlanmak: Hoşuna gitmek, sevinmek, sevmek.
Ğotollamak: Parmakla kurcalamak, oynamak.
Ğuğ: Derme çatma geçici olarak yapılan ev.
Ğuçkul: Gırtlak .
Ğul: Şişlik, ödem, derinin altında bir ara yerin sertleşmesi.
Ğurtul: Boğazdan aşağı, beslenmek.
Ğus: Suya az un katıp karıştırdıktan sonra ki, bulanık halı.
Ğutubal: Kısa, küçük, alçak boylu, yerden yığma.
Ğuvarda: Horonu idare eden, oynatan kişi.
-H-
Hamloçh: Tavukların evi, kümes.
Hayde: Birlikte gitmek, aceleyle beraber gitmek, zorunlu olarak birlikte aynı yola gitmek.
Haylamak: Ekin tarlalarına yabanı hayvan girmemesi için gece uyanınca arada bir bağırmak.
Hğarg: Ark, toprağa yapılan su yolu.
Hekiya: Hikaye.
Hemail: Küçük muska, boyundan asılan eski yazı ile yazılmış muska.
Hers: Kızgınlık, sinir, öfke.
Herslenmek: Birine kızmak, sinirlenmek, öfkelenmek.
Heylemek: Önde yürüyüp arkadan gelen malın peşinden gelmesini sağlamak için seslenmek.
Hiş: Birini çağırırken hitap şekli.
Hov: Bir şeyi çok istemek, yapma isteği derecesi.
Hovini almak: İsteğini, ateşini düşürmek.
Huhul: Baykuş, gece kuşu.
-İ-
İgit: Erkek, yiğit.
İğ: Kirmen, tengirek te denir, yün eğirmek, iplik yapmak için kullanılır, ağaçtan yapılmış bir alet.
İdare lambası: Üzeri camsız aydınlatma aracı. Genelde altı takozlu uzun bir sırığın çivisine takılır, içine gaz yağı doldurularak ucunda ki fitil yakılır ve evin aydınlatılması sağlanır.
İlan: Yılan.
İlig: Yünü iplik etmek için kullanılan ortası şişko kenarları ince çubuk. Kemiklerin içinde bulunan yağ.
Irak: Uzak, uzakta.
İskan: Bardak. Su içilen cam kap.
İskandil olmak: Açılmak, güzel olmak, parlamak.
İşler yaş: İşler kötü.
İşmar: İşaret.
-K-
Ka: Bayanlara hitap ederken söylenir. (Ka Aşşe, Ka Fadime, Ka Henife)
Kaban: Uçurum, gidilmesi çok zor olan yerler.
Kachamet: Kişiliksiz, herkesin alay ettiği insan.
Kaçuma: Evlerde çıkıntı, balkon.
Kafiçha: Kancalı iğne.
Kağan: Bahçeye mısır kazıldıktan biraz sonra toprağın kazmalarla inceltilmesi.
Kağhi: Bir kuş çeşidi.
Kakal: Tanelenmiş fındık.
Kakanuş etmek: Tavuğun bağırması, yumurta ettikten sonra bir süre bağırması.
Kalaş: Yel, serin esinti.
Kalun: Kalın. Çok iri.
Kalunsap: Bir armut çeşidi.
Kampara: Yüreği geniş bir ağaç çeşidi.
Kandğu: Kendiliğinden yetişen, ot cinsi, üzeri beş veya altı damarlı, yürek şeklinde bir yaprak. Çibanlara bağlayınca irin ve ceraatları temizler. Bir çok hastalık tedavisinde kullanılır.
Kandil olmak: Açılmak, iyiye dönmek.
Kançğana: Ormanda yetişen çalı şeklinde küçük ağaç. Siyah renkli meyveleri yenir.
Kankul: Perçem, güzellik, alından asılan saç telleri.
Kapiç: Ağacın içi oyularak yapılmış kulplu un, fındık, mısır gibi şeylerin ölçülmesinde kullanılan kap, ölçüm aleti.
Karabasan: Gece gelip insanları boğmağa çalıştığına inanilir.
Karakat: Yaylaya yakın yerlerde kendiliğinden çalı şeklinde olur. Meyveleri yenir. Yaban mersini.
Karakuş: Kara tavuk, bir kuş çeşidi.
Karasaban: Boyunduruk ve sabandan oluşan, iki öküz tarafından çekilerek tarlaya mısır tohumu ekmeye yarayan alet.
Karçi: Çok kartlaşmış, eski.
Karkala: Gözleri eğri, şaşi göz.
Kartopil: Patates.
Katımoğ: Hayvanların çok sevdiği bir ot cinsi.
Katuk: Ekmeğin yanında yiyecek peynir, v.s. şey.
Kazan: İçlerine yiyecek koyup pişirilen bakırdan yapılmış cugalın büyüğü kap.
Kemre: Hayvan gübresi.
Kençğun: Süt, yoğurt ve ayranın içine ekmek doğrayıp yenen yemek.
Kendir: Kenevir ağacı.
Kenef: Tuvalet, wc.
Kerğaç: Yaylada yetişen enli yapraklı bir ot.
Keregın: Dayının hanımı.
Kerğaç: Geniş yapraklı, dere kenarı yükseklerde yetişen ot.
Kerketa: Bir armut çeşidi.
Ketaman: Yün iplikle el ile örülmüş, uzun ipi olan ve boyuna asılan üçgen şeklinde kese. Genelde içine tuz konur ve sığırlar sağılırken o tuzdan sığır yalaması için bir azı beline dökülür. Sığır tuzu yalarken daha iyi süt verir.
Keyinç: Ekmeğin kabuğu, pişkin yeri, dış yüzü.
Khapı: Kesilen kestane ağaçının, zamanla kök kısmında oluşan, kalın ve kurumuş, çürümeğe yüz tutmuş kalın kısmı.
Khençğul: Gürgen ağaçlarının tohumu. Son güz toprağa dökülen, üçgen prizma şeklinde küçük tohumlar.
Kheçhi: Taze fındık çubukları uzunlamasına soyulur, kabuğu yontulur ve sepet yapmakta kullanılır.
Khemuli: Açık ateş üzerinde asılı duran ve ucuna kazan asılan kancalı kalın zincir.
Khera: Açık ateşin üst tarafına konan kare veya dikdörtgen şeklinde sağlam taş.
Kheregin: Dayının hanımı.
Kherkhel: Yuvarlak, simit.
Kheremit: Kiremit.
Khevi: Çok sağlam, muhkem, yıkılmaz ve bozulmaz.
Kıkıloç: Eğri buğru, düz değil, iki ucu bir arada. Kazak, Azerice=Gülmek. Avar, Çuvaş, Yakut, Çeçence=Bağırmak. Kırgız, Uygur, Özbekçe=Kıkırdamak. Türkmence=Şaka.
Kınçğı: Kendirin lifleri alındıktan sonra sap kısmı,
Kışşa: Tavuğu kovarken söylenir.
Kile: Tanelı yiyecekleri alırken verirken ölçü birimi. İki teneke dolusu bir kile.
Koçtaşak eriği: Bir erik çeşidi.
Kolakıt: Kapıyı içerden kilitlemek için mandal veya demir.
Kolig: Boynuzsuz, boynuzu olmayan ve kısa kulaklı keçi,
Koliva: Mısır tarlalarının yanında geceleri içinde ateş yakıp beklenen yer.
Kopri: Baltanın daha değişik şekli. Tepesi eğri ve burunlu balta.
Koroğ: Bol közlü ateş, közlerin bir araya toplanarak üzeri külle örtülüp saklanması.
Koşat: Tekenin bir yıllığı
Koval ekmek: Çarşı ekmeği, fırın ekmeği.
Koyit: Keçinin bir yıllığı.
Körse: Balta orak gibi ev aletlerini biletmek için yapılmış, saplı yuvarlak taş.
Kuçuk: Küçük.
Kud: Fes, başlık.
Kukma: Su taşımak ve içmek için kullanılır. Uzunca, altı geniş üstü dar, bakırdan yapılmış saplı kap. Küçüklerine 'kukma' büyüklerine 'gugum' denir.
Kuku: Guguk kuşu.
Kuma: İkinci kadın.
Kumar: Dağlarda yetişen ağaç, odunundan faydalanılır. Şans ve kader oyunları.
Kunçğul: Tepe, zirve, en yüksek.
Kupli: Asma kilit.
Kurdalamak: Bir şeyi incelemek, bakmak, el ile ayarlamak.
Kurka: Musır taneleri ayıklandıktan sonra geri kalan sap kısmı.
Kuta: Küçük köpek, köpek yavrusu.
Külfet: Aile çatısı altında yaşayan topluluk, ev halkının bütünü, çok iş.
Kümeç: Arının kara kovanda yaptığı, bal dolu petek gözleri, hiç bozulmamış arının yaptığı gibi duran petek içinde ki mum.
Küp,: Topraktan yapılmış büyük kap. Genelde içlerinde pekmez veya turşu saklanır.
-L-
Laba: Çok kaygan madde.
Labalı: Suyun devamlı ıslatması sonucu, çok kaygan olan yer.
Lapa: Sert kabuklu kabaktan sütle yapılan yiyecek.
Lazut: Mısır.
Lec vermek: Uzun süre ortalıkta kalmak, kabak tadı vermek, çok fazla olup her yerde bulunmak.
Lecuş: Çok olmak, bozulacak şeylerin çok beklemesi.
Levanus: Kapların elle yıkanması sırasında oluşan bulaşık suyu.
Lilig: Baş örtüsünün çevresine elle işlenen içi delik, parlayan ince boncuk.
Liser: Yün iplik apılırken kullanılan ilige takılan küçük daire şeklinde yapılmış ağaç parça.
Liva: Yerdeki karın sıcaktan yumuşayıp eriyecek duruma gelmesi, karın erimeğe yakın sulanması.
Livin dönmek: Aramak, bulmak için çok istekli aramak.
Lopoş: Çok şişko ve etleri sarkmış insan.
Longoz: Bataklık çamuru, içinde zor yürünen yapışkan çamur.
-M-
Macacğa: Kışın görülen ve eti yenen iri bir kuş çeşidi.
Madağ olmak: Her şeyiyle yardımcı olmak, onu çok sevmek, yardım etmek, esiri olmak. Kırgız, Türkmence=Övmek. Çuvaş, Avar, Çeçen, Yakutça=Dağ. Özbek, Kazakça=Teşekkürler.
Mağol: Odun saplı, ince, uzun, ucu sivri demir veya ucu sivri küçük sert odun. Derileri dikerken delmeğe yarar. Bız.
Mal: Keçi sürürsü.
Malağure: İncir zamanı görülen ve eti yenen bir kuş.
Mandre: Evlerin yanında bulunan ve kullanılacak malzemelerin saklanması için yapılmış küçük ev.
Marça: Kışlık odunu bir araya toplayıp dercetmek.
Masti: Kancık sokak köpeği.
Mayanuş: Süt başka bir kaba aktarılırken, az bir su ile kabın altını ıslatıp süte katılması.
Maymençuş: Çok üşümek, Soğuk içine işlemek, soğuktan ellerin uyuşması.
Mec: İmece, yardımlaşma, yardım etme.
Memsufa: Karyola yerine kullanılan, üzerine yatak serilen, divan şeklinde tahtadan yapılmış sabit karyola.
Mencuna: Tahta revalı veya Bir direk üzerine yerleştirilen, her iki ucu da eşit uzun, ağaç veya tahtanın iki ucuna iki kişinin oturarak sağa sola dönmesi.
Meregha: Maydanoz.
Mevale: Kapların yıkandıktan sonraki bulaşık suyu
Minci: Çökelek.
Mişluk: Ekmeğin iç kısmı, iki kabukları arasında kalan yumuşak yer.
Moci: Yanan odunun közleri sönmeğe yakın, üzerinde oluşan ve havaya uçan duman renginde madde.
Moluş etmek: Bir yerin fazla yeşillikleri kesilerek temizlenmesi.
Monçe, moce: Kuluçka oturan tavuk.
Moşi: Geniş yapraklı yayla otu. Yunanca Yaşlı adam, Tacik Türkleri Fare,
Moy: Çilek.
Mudara: Çok basit yapılmış, dokununca bozulacak şey.
Muğlama: Tereyağını eritip içine peynir veya peynir ve un konularak yapılan yiyecek
Mukellit: Şakacı.
Muncur: Ağız ile burunun birleştiği yer. Burnun en uc kısmı.
-N-
Nacak: Küçük balta.
Nalin: Ağaçtan yapılmış ayağa giyilir, terlik.
Napir: Tarlada çalışırken yaptığın işin sırası. Peşinden.
Narden: Üzüm veya armuttan yapılmış pekmez.
Nayla: Her taraftan hava alan, kış yiyeceklerinin içinde saklandığı, fare giremeyen, yüksek yapı.
Necuş etmek: İneğin öküz araması, çiftleşme isteği.
Nezovoy: İneklerin kızana gelmesi, çiftleşmek istemesi.
Noçilağ: Cevizin dövülüp, yağı çıkarıldıktan sonra geri kalan posası, tortusu.
Noğamisa: Yeni gelin, yeni evlenen kız. çok utangaç, saygılı.
-O-
Obergu: Mısr fidelerinin kazma ile ikinci defa toprağının eşelenmesi ve inceltilmesi.
Oche: Gök patladığı zaman yaşlı gürgen ağaçlarında çıkan mantar. Tazesi çok kıymetlidir.
Oçilan, gıdal: Uzak mesafelerde ki meyveleri toplamak için, uzun bir çatal çubuğa file takılarak yapılmış alet.
Oçinağu: Kalın ağaç oyularak elle yapılmış, içinde üzüm, elma, armut gibi meyveleri ezerek pekmez yapmağa kullanılan ve iki üç adet tokmağı, kapağı ve uzun kolu bulunan bir alet. İçinde meyvelerin suyu çıkarılır.
Oge: Üvey, başkasından. (Oge kardaş: Üvey kardeş)
Ogluk: Hayvanların önüne özel yapılır ve içine yem konur, hayvanların yem yediği yer.
Oğvank: Çeşitli otlar karıştırılarak su ile kaynatılır ve hayvanlara yedirilir.
Oçinağu: Meyveleri içinde ezip suyunu çıkarmak için, kalın ağaç oyularak yapılmış özel alet.
Okuz: Öküz, erkek inek.
Olçek: İnce taneler veya unu, alıp verirken kullanılan ölçü birimi.
Onçğone: Evin oturulan yer tavanı ile, çatı arasında kalan yer.
Ongure: Eski evlerin, duvar üzerinden geçen tek parça, kalın, dört taban ağacından biri.
Onich: Saçta bulunan beyaz renkli bit yavrusu, sirke.
Ontula: Ateş yakarken baş tarafa uzatılan ve diğer odunların üzerine bırakıldığı odun.
Oşt: Saldıran köpeği kovmak için söylenir.
Oyanki: O tarafta olan, öbür tarafta ki.
-P-
Paçğa: Üstü örtülü kenarları açık küçük gölgelik yapı. Azerice, Türkmenler ÇAMUR-ÇİMEN, Avar, Çeçen, Çuvaş, Yakut Türkleri YAMA, Kırgız Türkleri ÖDEMEK, Kazak Türkleri CEP, Özbek Türkleri AYAK, Tatar Türkleri PARA, Tacik Türkleri, Yunanca, Ermenice SAYFA,
Paçkar: Ormanda yetişen yaprağı dikenli bir ağaç türü.
Pag: Kapı kilidi, kapıya takılan anahtarlı el yapımı kilit.
Pagara: Meydanda yakılan büyük ateş. Türkmence=Ateş. Uygur, Tacik, Kazak, Kırgız, Avar, Çuvaş, Azeri, Çeçen, Yakutca=Ödemek. Özbekçe=Tava.
Palağ: Orman ve sulu yerlerde yetişen ot, hayvan yemi.
Pandeğ etmek: Yapılan el işi, meşgale, kadınların örgü işleri, çorap vesaire örmek.
Parzul vurmak: Boş konuşmak, palavra atmak.
Peçkuş etmek: Kabuğunu açmak, dış kabuğunu ayıklamak, tanelerini ayırmak.
Peduş etmek: Tüylerini koparmak, yolmak.
Pelit: Hamur ateşte veya közlü külün içinde pişirilerek, ekmek yerine yenir. Ekmek yoksa acele hallerde veya uzun yola gidilecekse yapılır.
Pelul etmek: Yeni doğan çocuğu iyice bezlere sarıp bağlamak, kundaklamak.
Pepe: Pislik, sulu dışkı.
Penço: Salyangoz, sümüklü böcek.
Per: Keçi veya koyun sürüsü sağılırken alındıkları kaçamayacakları gibi etrafı taşlarla çevrili yer, ağıl. Çeçen, Çuvaş, Kazak, Kırgız, Özbek, Tacik, Tatar, Avar, Azeri, Türkmen, Uygurca=Başına.
Pereska: Maydanoz.
Perengduş etmek: Ağlamaktan titremek, aksırmak, yaşı ve sümüğü birbirine karışmak
Pesoy: Sakız gibi olmayan, parça parça olan, birbirine yapışmayan, bayat.
Peşkır: Havlu.
Petek: İçinde arı beslenen kovan.
Petrak: Çok eski, el ile ezince dağılan odun.
Peynuş: Örülen yün çorabın en üst lastikli kısmı. Örgünün son kısmı.
Piçak: Biçak
Pileki: Açık ateşte içinde ekmek pişirilen, topraktan yapılmış, ısıya dayanıklı alet.
Pilonç: Eğreltiye benzeyen ince yapraklı ot.
Pipiğ: Kirpik, göz kapaklarında ki tüyler.
Poçğoluş: Can havliyle bir yeri tırnaklamak, çıkış yolu için tırnakları ile yeri kazmağa çalışmak.
Pol: Sulu yerlerde kendiliğinden yetişen, yemeği yapılan ince uzun bir ot.
Pontol: Pantolon, alt giysi.
Porçuma: Ot, küçük yapraklı ve çiçekli ot.
Porfuş olmak: Sıcak günde çalışıp ta hararetlenmek, canı çok çekmek, istemek.
Postal: Çarığa benzer bir çeşit ayakabı.
Potin: Ayakkabı.
Poşği: Yaylada yetişen bir ot.
Pouş etmek: Bir yeri kazmak, çapa ile derin kazıp bir şeyler ekmek.
Puçak: Fındık meyvesinin, tanelenmemiş, ağaçta ki halı.
Puğar: Pınar suyu, su kaynağı, su gözü.
Puku pekan: Karın havada uçarak iştahlı yağış şekli.
Pulur: Anüs, göt.
Purmol: Kuş cinsi.
Purmuş: Kabarıklık, şişlik, darp veya çarpma neticesinde şişme.
Punagal: Tavukların yumurta yaptığı yer, folluk.
Punçkul: Püskül.
Pupu: Çiban.
Pupuli: Acıyan çıban, yara.
Purmuş olmak: Şişmiş olmak, çarpmadan dolayı sert şişme.
-R-
Ruza: Kalın kumaştan dikilmiş, üst giysi, cepli mont.
-S-
Sağan: İçinde yemek yenen, kenarları girinti çıkıntılı, kalaylı bakır kap, bakırdan yapılmış tabak.
Sandek: İplik yapılacak yünü düzeltmek için kullanılır, tarak, yün tarağı.
Sart: Örümcek.
Saymak etmek: Sevilen bir ölünün ardından, onun yaptıklarını makamlı bir şekilde, destan gibi sayıp ağlamak.
Segirtmek: Çok hızlı koşmak, at gibi dört nala gitmek.
Sehender: Her taraftan hava alan, kış yiyeceklerinin içinde saklandığı, fare giremeyen yüksek yapı.
Sille: Tokat, şaplak.
Simat etmek: İşaret koymak, kendi anlayacağı gibi gizli işaret koymak.
Skemli: İskemle, alçak oturak.
Socuş: Dallı yapraklı bir çubuğun, bıçak kullanmadan, elle sıyırıp dal veya yapraklarını koparmak.
Sokak: Çöplerin atılıp ta çürüdükten sonra gübre olduğu yer.
Suler: Kenevir lifleri.
Sultu: Soyulmuş uzun ağaç kabuğu, kestane çubuklarından soyulan uzun kabuk. Bir şeyler örmekte kullanılır.
-Ş-
Şaş: Yarım akıl, bir yolda, yan göz, işini seçemeyen kişi.
Şayak: Kalın yün kumaştan yapılmış giyecek.
Şerad: Süt ve yoğurt kesildikten sonra akan suyu.
Şilte: İçine ot doldurularak yapılmış yatak.
Şişek: Genç koyun.
Şortoğ: Yaylada yerde yetişen geniş yapraklı ot.
Şuşe: Bardak. Su içilen cam kap.
Şuşeli lamba: üstünde cam bulunan lamba, aydınlatma aracı.
-T-
Tapiç: Ağaçtan yapılmış uzun saplı lahana döveceği. Mikser yerine kullanılır.
Tapuş: Mısır, bel veya karasabanla ekildikten sonra tarlada ki iri toprak parçalarını kırıp ufalamak.
Tangal: Keçilerin boynuna asılan ve yürüdükçe ses çıkaran, sürüyü bir arada tutan alet.
Tata: Çocukların iskemlesi, küçük oturak,
Tel: İplik.
Terek: Raf.
Teyçuş etmek: Suya koyup yumuşatmak, kendini koyvermek.
Tilifistirik: Çevresinde çeşitli yönlerde çok hızlı dolanmak.
Timya: Az bulunan şey, çok az, ilaçlık.
Tişkar: Bahçe çeperlerine yapılan kapı.
Titer: Kelebek, hafif.
Titer gibi: Çok hafif.
Toçi: Koç, erkek koyun.
Toğli: Bir yıllık koyun.
Tolop: Bulaşan cıvık çamur.
Tolumçu üzüm: Bir üzüm çeşidi. Beyaz üzüm.
Tormuş: Sert bir şeyin yumuşaması, gevşemesi, buruşması.
Tumşut: Kabarıklık, çıkıntı, şişkinlik.
Tunç: Hayvanların en uc kısmı, ağız ile burun olduğu yer.
Tusi vermek: Duman vermek, bir körükle bir yere duman yollamak.
Tuyli pağla: Soya fasulyesi.
-U-
Uduğpi: Çalı şeklinde ince ağaç.
Ufatmak: Mısırı tanelere ayırmak, Tane haline getirmek.
Uskut: Sessiz, sakin.
Uskut ol: Sessiz, sakin ol.
Ustiyanki: Yukarıda ki.
Usuruk: Osuruk, yellenme.
Uşak: Erkek çocuk, erkek.
-V-
Vala: Eşarpların kenarlarına işlenen, çok küçük, ortası delik metal daire şeklinde parçalar.
Vaytevoy: Horon oynayıp türkü söylenen yer, eğlence yeri.
Veylul: Uçurum, çok korkunç yer, cehennemin en derin yeri.
Vojna: Herşey serbest, yasak yok.
Volina: Herkese serbest, sorgusuz, sualsız.
-Y-
Yabanı: Kurt.
Yal: Köpeklere özel pişirilen yemek, su ve mısır unu ile pişirilen köpek yemeği.
Yalağuz: Yalnız, tek başına.
Yanksılamak: Birini alaya almak, konuşmasını anlaşılmaz bir şekilde tekrarlamak.
Yapak: Koyunlardan kırkılan yün.
Yayım: Hayvanların otladığı ot, kışlık otlak.
Yayınlık etmek: Muhabbet etmek, eskilerden konuşmak.
Yazma: Kadınların kullandığı hafif ve desenli baş örtüsü, eşarp.
Yemurta: Yumurta.
Yenglik: Hafif, ağır olmayan.
Yessir olmak: Yalvarmak, esir olmak, onu çok sevdiğini söylemek.
Yirmak: Irmak.
Yitilamak: İteklemek, itmek.
Yunga: Ağacı yontarken, baltayı vurunca kopan parça, ağaç parçası.
-Z-
Zamb: Yaylalarda derelerin üstünü kapatan ve üzerinde yürünebilen eski kar.
Zangal: Kıldan örülmüş, ayak ile diz altına kadar baldırı kapatan giyecek. Kışın çobanlar giyer.
Zembil: Kestane ağacı kabuklarından örülmüş, omuza takılarak taşınan saplı çanta.
Zerpli: Hızlı, çok hızlı çarpmak.
Zibil: Süprüntü yığını, çok miktarda, yığınla.
Zifoz: Çok sisli, karanlık.
Zincir: Evin çatısından açık ateşin üzerine doğru asılmış, demir parçaları birbirlerine eklenerek yapılmış alet. Ucunda kancalar var ve ateşte kazan ile pişirilmek istenen şeyler asılır ve pişirilir.
Zırlamak: Çok konuşmak, lüzumsuz konuşmak, hoşa gitmeyecek şekilde konuşmak.
Zırza: Kapıyı içerden kapatmak için sürgü.
Zukân: Soğuk algınlığının çok ilerlemesi, şiddetli soğuk algınlığı.
Zulumat: Çok yoğun bir biçimde, çok hızlı, kuvvetli yağış.
Zurmeğ: Hayvanların çok sevdiği ormanda yetişen bir ot çeşidi, kokina bitkisi.