SAYFALAR

11 Ocak 2021 Pazartesi

BAŞKASI SENİ DÜŞÜNMEZ

Yıllar önce 31 Ağustos 1919 İstanbul; İngiliz, Fransa, Yunanistan ve Yeni Zelanda Devletlerinin işgal çizmeleri altında. Halk her türlü zulmü birebir yaşamakta, sokaklar düşman askerleri postal sesleriyle inim inim inlemektedir. Yerli halk dışarı çıkamamakta, sadece işten çıkanlar bir an evvel kazasız belasız evlerine gitmek için acele ile koşuşturmaktadırlar.

Polis Mehmet Cemil Efendi de daha beş altı aylık polistir ve İstanbul da 3. Şubede görev yapmaktadır. Yanı faal bir görevi yok, personel işleri ile ilgili görev yapmaktadır. Gece görevine yetişebilmek için o da akşam üzeri acele etmekte ve adeta koşar adımlarla görev yerine doğru gitmektedir. Tam o sırada altı sarhoş Fransız askerleri nara atmakta, sağa sola sataşmaktadırlar. Oradan geçmekte olan bir at arabasını durdurup ters çevirirler ve içinde ki iki bayana sokak ortasında tecavüz etmeğe kalkışırlar. Bunlara engel olmak isteyen bir Türk askeri, orada şerbet satan bir Arnavut ve bir de Arabacıyı süngü ile ağır şekilde yaralayarak pervasızca eylemlerine devam eder, Fransız askerleri. Halk galeyana gelip orada toplanmağa başlayınca olayı yatıştırmağa gelen düşman askerleri de mevzilenerek halkın üzerine ateş açarlar ve birkaç kişiyi de onlar yaralar.

Bütün bu olaylar göreve gitmekte olan Polis Mehmet Cemil Efendi nin gözleri önünde meydana gelir fakat tek başına olduğu için önce cesaret edip olaya karışamaz.

Tecavüz etmek isteyen altı Fransız askeri oradan ayrılır ve tecavüz edecekleri kadınları Gülhane Parkına doğru götürmeğe çalışırlar. Polis Mehmet Cemil Efendi bu askerleri biraz takip ettikten sonra arkadan yaklaşır ve bağırır; “Dur. Polis.” Diye. Gözü dönmüş askerler kasaturalarla Polis Mehmet Cemil Efendiye saldırırlar. Polis Mehmet Cemil Efendi de tabancası ile ateş açar ve iki Fransız askerini öldürür, bir askeri de yaralar. Orada ki diğer Fransız askerlerin elinden kurtularak kaçar, doğru görev yerine gelir, resmi elbiselerini giyerek görevini devralır. Sonra Müdürü Nurettin Bey’e çıkarak olayı olduğu gibi anlatır. Nurettin Bey de onu götürerek elleriyle Fransız Askerlerinin komutanına teslim eder. Türk kamu hizmetlerinde böyle densizlikler çok olmuştur. Maalesef üst makamlara yaranmak, iyi görünmek ve makam mevki kapabilmek için bu tür hareketler maalesef her zaman yapılmıştır.

İşgal Kuvvetleri, Polis Mehmet Cemil Efendi’yi teslim aldıktan sonra yargılarlar. On yıl kürek cezasına mahkum olur ve Marsilya ya götürerek onu '
Saint Pierre' zindanına atarlar. Oradan Marsilya nın kuzeyinde Provasisi hapisanesine, Mart 1921’de 450 kürek mahkumları ile birlikte Güney Amerika da Fransız Guyanası denen Şeytan Adasına, yani Cehennem adasına; Sonraları 'PAPILLON, (KELEBEK)’ filminin çekildiği, hiç akla gelmeyen işkencelerin uygulandığı zindanlara gönderirler. 12 gün süren zorlu bir yolculuk ve iki firar girişiminden sonra oraya vasıl olurlar. Film çevirmek için değil, cezasını çekmek için gönderirler. Artık Polis Mehmet Cemil yok 45090 no’lu bir mahkum vardır. Türlü işkencelerden sonra 1929 da Mustafa Kemal onu unutmamıştır ve onun girişimiyle serbest kalır, İstanbul’a geri döner. Polis Mehmet Cemil Efendi Galata rıhtımında bir kahraman olarak karşılanır.

Mehmet Cemil Efendi Eryürek soyadını alır ve tekrar polislik mesleğine başlar, ancak Şeytan adasında yaşadığı travmalar ağır izler bırakmıştır onun ruhunda. 

Anadolu’da çeşitli yerlerde nahiye müdürlüğü gibi çeşitli görevler yaptıktan sonra iki yıl kadar Bakırköy Akıl Hastanesinde tedavi görür ve 44 yaşında hayata veda eder. Eğer Polis Mehmet Cemil Efendi olayı Müdürüne anlatmasa bunların hiç biri başına gelmeyecek normal olarak paşa paşa görevine Türkiye de devam edecekti. Anlattığı için kendini ateşin içine attı ve bir daha da o ateşten çıkamadı. 

Gelelim 30 Ağustos 1983 tarihine. Yer Diyarbakır. 12 Eylül darbesinin üçüncü yılı. Polis Memurları Haydar Doğan, Metin Ersoy ve ben Cinayet Masası görevli ekibiyiz. 

Dağ Kapı tarafından garajlara doğru giderken, gece saat 02.00 sıralarında Orduevinin önünde bir askeri cemsenin yanında resmi ve sivil kalabalık bir insan topluluğu gördük. Bir an evvel yanlarına gidebilmek için kavşağa gitmeden tretuvar üzerinden karşı tarafa geçerek geri döndük. Baktım kalabalığın çoğunluğu asker, şoför Haydar’ın durmasını istemedim ve “Devam et Haydar.” Dediysem de, o durmuş oldu. Biz de arabadan aşağı inip, ne olduğunu anlamak için kalabalığın yanına doğru yürüyorduk.

Önümüzde ki askeri arabadan, başı gözü pansuman bezleriyle sarılı sarhoş sivil bir adam, inzibatların arasından aşağı atladı. Bize doğru koşarak geliyor, inzibatlar engel olamıyorlardı. Çeşitli küfürler ediyor ‘senin kafana 45 lık kolt mermilerini boşaltacağım’ diyordu. Yanımızda ki ekip arkadaşımız Metin Ersoy’a eli ile vurmağa çalışıyordu. Bir taraftan da “Beni döven o. ç. Polis budur. Binbaşım.” Diye bağırıyordu. Biz ne yapacağımızı, ne diyeceğimizi şaşırdık.

Askeri inzibatlar o söven sarhoş sivil adamı bağıra bağıra oradan alıp tekrar askeri arabaya bindirdiler ve oradan uzaklaştırdılar. Ancak orada kalabalık resmi ve sivil askerler toplanmış ve gürültü had safhada devam ediyordu. Orduevinden pijamalı bir adam çıktı ve “Eşşek oğlu eşşek deyip kapıda ki sivil başka bir adamı habire dövmeğe başladı. Adam Albaymiş, yorgun gelmiş yatıyormuş, gürültüden rahatsız olunca Orduevi Komutanı da Yarbay mış, sivil orada duruyormuş, tanımadığı için onu dövüyordu. Orası bir anda birbirine karıştı. 

Bizi, üç polis memurunu hemen göz altına aldılar. İnzibat Binbaşı bizleri sorguya çekti ve olayla alakamız olmadığını anlayarak Sıkı Yönetim Komutanı Orgeneral Kemal Yamak’a bilgi verdikten sonra serbest bıraktı. Binbaşı Giresunlu hemşerimizdi ve “O size saldıran başçavuş zaten askeriyede çirkef bir adam olarak tanınıyor. Gayrı meşru yerlerden hiç çıkmıyor. Uyuşturucu bile kullanıyor. Geneleve girdiği sırada tartışmışlar ve bir polis memuru onu dövmüş, tabanca kabzasıyla kafasını, her tarafını kırmış. Sizin arkadaşınızı ona benzettiği için saldırdı. Siz görevinize devam edin. Gerekirse ben sizi çağırırım.” Dedi.

Allah Allah hiç yemeden içmeden bela derler ya geldi bizi buldu. Hemen Hançepek tarafına giderek bu olayı soruşturduk. O Başçavuş sivil ve sarhoş olarak geneleve girerken, Genelev kapısında ki Ahlak polisi Murat’a küfür etmiş ve Murat ta başçavuşu dövmüş, o hale getirmiş. Aksine o Murat ta bizim polis Metin’e hakikaten çok benziyor. Hem de ikisi de Karslı. Olaydan sonra Murat kaçmış gitmiş kabak bizim başımıza patlamış.

Bir saat kadar sonra Nöbetçi Emniyet Müdürü bize anons etti. “Yenişehir Karakoluna gelin.” Dedi. Gittik. Telsiz elinde kapıda volta atarak bizi bekliyordu, Emniyet Müdürü Hadi Bey. Biz arabadan inince yanımıza geldi, cadde üzerinde bizlerle beraber yürüyerek anlatmağa başladı; “Arkadaşlar, biz polisiz, birbirimizi tutmalıyız. Sakın yanlış bir şey yapmayın. Bana söyleyin. Zaten o Başçavuş çirkef bir adammış gibi sözler ettikten sonra siz o başçavuşu niçin dövdünüz? Sakın başkasına söylemeyin, bana tüm gerçeği anlatın bileyim ki, sordukları zaman sizi savunabileyim.” Gibi bayağı bizi korur mahiyette öyle bir şeyler akıl verdi ve bir şeyler de sordu. Güya aklınca bize polislik yapıp söyletecekti. Biz de o söylediklerinden öyle bir etkilendik ki, dövmediğimiz halde nerdeyse biz dövdük diyecektik. 

Gerçekten biz dövmüş olsak zaten saklamayıp, kendisine söyleyecektik. Yarım saat kadar ısrarlarına rağmen biz olayla bir alakamız olmadığını söyledik ve birlikte geri dönerek karakola girdik. Karakol asker ve polislerle doluydu, bu olayı araştırıyorlardı. Emniyet Nöbetçi Müdürü Hadi Bey yanımızda bastı telsizin mandalına ve Baş Müdüre “Efendim Başçavuşu döven polisleri tespit ettim şu anda Yenişehir Karakolundayız. Silahlarını alayım mı? Ne emir buyurursunuz?” diye anons etti. Yarım saat geçti Başmüdür Zafer Bey karakola geldi, bizleri dinlediler ve o gece silahlarımızı alıp, bizleri de tekrar göz altına aldılar. 

Haydaa, olay bizim üstümüze kaldı ve biz bildiğimiz halde Murat dövdüğünü söylemedik. O Müdür Hadi Bey in anonsu üzerine ifadelerimiz sanık olarak alındı. Ertesi gün dayak yiyen başçavuş geldi. Sarhoşluğu da biraz geçmişti zaten. Bizleri başka polislerin arasında teşhis edemedi ve; “Her ne kadar akşam benzettiysem de beni döven polis bunların içinde yok, başkasıdır.” Diye ifade verdi, ifadesi üzerine bizler Sıkıyönetm Mahkemesine çıkarıldık ve serbest bırakılıp, kurtulduk.

Eğer başçavuş “Beni döven bu polislerdi.” Deseydi belki bizleri Fransız Guyanası denen Şeytan Adasına yollamayacaklardı ama Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılayacaklardı. Ne ceza verirlerdi Allah bilir. Ne için? O Emniyet Müdürü için. O Emniyet Müdürü de belki de Sıkı Yönetim Komutanına yaranmak için bizleri bile bile suçlu ilan edip ateşe attı. 

Onun için genç polis arkadaşlarıma tavsiyemdir; Kendi varlığının güvenliğini, kendi hayatını, başkasının tasarrufuna veya insafına hiçbir zaman, asla ve asla bırakmayınız ve ‘bu beni korur’ diye düşünmeyiniz. Kendi işinizi de kendiniz yapınız. Başkası 'benim bu işimi benim lehime yapar.' diye asla düşünmeyiniz, güvenmeyiniz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder