SAYFALAR

6 Ağustos 2022 Cumartesi

DERVİŞ TOPAL MOLLA

1919 yılında Afganistan devlet yönetimini İngilizlerden Ravalpindi savaşı ile alan Emanullah Han, 1923’de kendisini Afgan Emiri ilan eder ve Afganistan'ı yönetmeğe başlar.

Atatürk, Afganistan Asya’nın ortasında olduğunu belirterek, Büyükelçimiz Yusuf Hikmet Bayur'la Emanullah Han'a çok dikkatli ve çok temkinli olması yönünde mesaj göndererek uyarır.

Afgan Kralı Emanullah Han Atatürk'ten aldığı ilhamla ülkesinde reformlar yapmaya yönelir. Türkiye Cumhuriyeti'ni ilk ziyaret eden devlet başkanı Afganistan Kralı Emanullah Han olur. Kral, batılı ülkelerin Başkent nasıl olsa İstanbul'a taşınır, düşüncesiyle büyükelçilik bile açmakta isteksiz davrandıkları Ankara'ya eşiyle birlikte gelir ve bir hafta boyunca Atatürk'ün konuğu olur.

Yeni Türkiye'de yapılanlardan etkilenen Emanullah Han ile Türkiye-Afgan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanır. Ziyaret sırasında Türkiye ile Afganistan'ın, elçiliklerini karşılıklı olarak büyükelçilik düzeyine çıkarması kararlaştırılır. Böylece Kabil, o sırada Türkiye'nin dünyada büyükelçi bulundurduğu 26 ülkeden biri olur.

Emanullah Han, kurtuluş savaşımız esnasında Türkiye’ye büyük maddi yardımda bulunmuş, O’nun teşviki ile Afgan kadınlar da altın takılarını göndermişti. Emanullah Han Atatürk hayranıydı ve O’nu örnek alıyordu. Bu durum İngilizleri rahatsız etti ve meşhur İngiliz üç kağıtları, dalavereleri başladı.

Bütün bu olumlu gelişmelerden önce 1920 yılında, Afganistan'da Topal Molla lâkabıyla tanınan bir zat ortaya çıkar ve bu zat önce bir tekke kurar. Hemen ardından kendi adamlarını Afganistan’ın dört bir yanına salarak ‘şöyle büyük bir evliya, böyle büyük bir ulema, böyle bir din adamı daha dünyaya gelmedi.’ şeklinde kendi reklamını yaptırır. Üç yıl gibi çok kısa bir zaman içinde Topal Molla'nın müritlerinin sayısı 200 bine ulaşır ve 1925 yılında daha da artarak 400 bini aşar.

Atatürk'ün Afgan Kralı Emanullah Han'ı uyarısından bir süre sonra Topal Molla, istediği sayıya ulaşınca Krala karşı ayaklanma başlatır. Gerekçe; eğitim için Türkiye'ye gönderilmek üzere seçilen 15-20 kişilik kız öğrenci grubu için ‘Dinsiz Kral Emanullah kızlarımızı kâfirlere peşkeş çekecek, din elden gitti!’ diye çıkarılan söylentilerdir. Güney'deki aşiretler ayaklanırlar. İsyancılar Kabil'e doğru yürümeye başlarlar. Bir yıl içinde büyük katliamlar yapılarak oluk oluk kan akıtırlar.

O sırada Afgan ordusunu ıslah etmek üzere Kabil'de bulunan General Kazım Orbay başkanlığındaki Türk askeri heyeti, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü imzasıyla gönderilen yazılı talimatla, Kral Emanullah Han'ı Türk vatanını müdafaa eder gibi, hayatlarını ortaya koyarak korumakla görevlendirir ve Atatürk Kral'ın huzurunda açılacak özel bir telgrafta Emanullah Han'a şu mesajı gönderir:

-Son günlerde Zatı Şahanenizi muztarip eden bazı ahval ve hadisattan haberdar oldum. Eğer vaki ise öz kardeş bildiğim sizin, ıstırabınızı tahfife medar olacak noktai nazarlarımı bildirmek üzere beni hakikatten haberdar ediniz. Orada bulunan ve yolda emrinize iltihak etmek üzere olan bilcümle Türk ümera ve zabitanı sizin için fedayi hayat emrini almışlardır. Büyük alaka ile cevabınızı intizar ederim kardaşım.

Atatürk'ün bu mesajı sunulamadan isyancı Derviş Topal Molla adamlarıyla Kabil'e girer. Kral Emanullah Han, Yusuf Hikmet Bayur'un ifadesiyle; 'bir çaduriye bürünerek' kadın kılığında Kabil'den kaçar ve Roma'ya gider, yerleşir. Zaman zaman Türkiye'ye gelerek Atatürk'le de görüşür.

Kaçmaktan başka çaresi kalmayan Afgan Kralı Emanullah vatanından ayrılmak için hava alanına geldiğinde, aniden yanına esrarengiz bir kişi yaklaşır ve kendisine;

-Beni tanıdınız mı, ben o meşhur Topal Mollayım. Afganistan’ı karıştırmakla görevliydim, görevimi başarıyla bitirdim ve şimdi İngiltere’ye dönüyorum.” der.

Afgan Kralı Emanullah acı acı iç çektikten sonra, İngiliz ajanı Topal Mollaya der ki;
- Ben senin İngiliz ajanı olduğunu ve hangi görevle Afganistan’a gönderildiğini çok iyi biliyordum. Sen, halkımı öylesine etkilemiştin ve onların gönüllerine girmiştin ki, senin İngiliz casusu olduğunu onları inandırmak imkansızdı.

İngiliz ajanı Topal Molla, sarığını, fesini atmış, uzun sakallarını kesmiş, başında İngiliz fötr şapkası, boğazında gayet kibar kravatıyla, kazandığı zaferin mağrurluğu için de İngiltere’ye doğru yola çıkmıştı.

Atatürk, Emanullah Han'dan sonra Afgan tahtına oturan Mehmet Nadir Han'a biraz mesafeli durur. Ancak Mehmet Nadir Han da Türkiye'ye hayranlığını bildirir. Yeniden doğan sıcak hava üzerine Kabil Büyükelçisi Yusuf Hikmet Bayur 24 Haziran 1930'da Mehmet Nadir Han'a güven mektubunu sunduktan sonra görüşmeyi Ankara'ya şöyle bildirir:

'24 Haziran'da itimatnamemi verdim. Kral mükamele (karşılıklı konuşma) esnasında ezcümle şöyle dedi, "kâffemiz (cümlemiz) Reisicumhur Hazretleri Atatürk’ü başımız tanırız."

Dün Afganistan’ın yaşadığı bu acı olayın tıpkı benzerini, daha önce Osmanlı, bugün de Türk milleti olarak bizler yaşamaktayız. DERVİŞ VAMBERY, TOPAL MOLLA, HUMEYNİ, KÜRT SAİD ve FETHULLAH GÜLEN gibi ve daha bir çok hainleri, ajanları görüyor, tanıyor ama maalesef kimseyi inandıramıyor, bir şey yapamıyoruz. Şu anda Türkiye de yüzlerce 'TOPAL MOLLA' lar var. Bunlar hem İslam dinini yıkmak, hem de Türkiye'yi yıkmak için bütün güçleri ile uğraşıyorlar.. BİLGİLERİNİZE

30 Temmuz 2022 Cumartesi

SAYILARLA HAYAT

İTÜ' DEN PROF. DOĞAN EROL dan.

Hayatta yaşamak ve başarı sayılarda saklı. Her harfın karşılığı rakamlarla ifade ediliyor ve toplanıyor. Yaşam ölçüleri belirleniyor. Buyurun bakın !

A = 1

B = 2

C = 3

Ç = 4 

D = 5

E = 6

F = 7

G = 8

Ğ = 9

H =10

I = 11

İ = 12

J = 13

K =14

L = 15

M =16

N = 17

O = 18

Ö = 19

P = 20

R = 21

S = 22

Ş = 23

T = 24

U = 25

Ü = 26

V = 27

Y = 28

Z = 29

——————


Z =29

E = 6

K =14

A = 1

ZEKA = 50% BAŞARI 

——————--


Ç = 4

A = 1

L =15

I =11

Ş =23

M =16

A = 1

K =14

ÇALIŞMAK = 85% BAŞARI

———————


D = 5

E = 6

N =17

E = 6

Y =28

İ =12

M =16

DENEYİM (TECRÜBE) = 90% BAŞARI

———————


Y =28

A = 1

L =15

A = 1

K =14

A = 1

L =15

I =11

K =14

YALAKALIK = 100% BAŞARI

———————


T =24

O =18

R =21

P =20

İ =12

L =15

TORPİL = 110%  BAŞARI.

———————

23 Temmuz 2022 Cumartesi

TÜRK KADINI VE ÇARŞAF

Çarşaf kelimesi Türkçeye Farsça dan girmiş ve ‘gece örtüsü’ anlamına gelen çader-şeb den oluşmuştur. Çarşafın ve peçenin kökeni binlerce yıl öncesine, ta Sümerlere kadar uzanır. Pagan inanca sahip Sümer toplumunda, kendilerini Tanrıya adayan tapınak kadınlarının diğer kadınlardan ayırt edilebilmesi için çarşaf giydikleri ve peçe taktıkları bilinir. Arap Bedevi kadınları ise kötü ruhlardan korunmak için Burka giyerlerdi.

Çarşaf ve peçe İranlı kadınlardan Osmanlı kadınlarına geçti. Eski Türk kadınları gayet normal giyinir, hatta hayatları at üzerinde geçtiğinden daha ziyade sportif kıyafetler giyerlerdi. Çarşaf ve peçe Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kaldı. Kıyafet Devrimi bir nebzeye kadar çarşaf ve peçe giyilmesinin önüne geçtiyse de tamamıyla kaldırmakta başarılı olamadı. Zira kısacık sürede Türk kadınının günlük yaşamına yerleşen çarşaf ve peçe, İslamiyet’in bir unsuru olarak gösterilmeğe başlandı. 

İslam’a aykırı olduğu nedeniyle II. Mahmut’un getirdiği fese karşı çıkıp, II. Mahmut’u gavur padişah ilan edenler yüz yıl kadar sonra, bu sefer de fesin İslam’ın bir sembolü olduğunu söyleyip şapka devrimine karşı fesi İslam adına sahipleniyorlardı.

Çarşaf ve peçe II. Abdülhamit tarafından yasaklanmıştır.

Osmanlı, Şeyhülislamın başvurusu ve padişahın buyrukları üzerine Emniyet Müdürlüğü, Devlet Şurası’yla fikir birliği halinde Müslüman kadınların topluma açık yerlerde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir yasa çıkarmış ve çarşaf giymeği kısmen yasaklamış, yasaya uymayanlar hakkında 5 gün hapis ve 1 Mecidiye para cezaları uygulamıştır. 15 Ağustos 1881

II. Abdülhamit  2 Nisan 1892 tarihinde bir ferman yazdırıp çarşaf giyilmesini tümüyle yasakladığı fermanın özeti günümüz Türkçesiyle şöyledir;

“Padişah hazretleri bugün yüce cuma selamlığı töreninin ardından Teşvikiye’de bulunan devlet silahhanesini onurlandırdıktan sonra saraya dönerken geçtiği yol üzerinde acayip bir biçimde bellerinden bağlı siyah çarşaflara bürünmüş ve yüzlerini bile siyah renkte ve oldukça ince peçelerle örtmüş bazı kadınlar gözüne çarpmıştır. Bunların neredeyse çıplak denilecek derecede açık saçık bulunmalarına ve adeta matem elbisesi giyinmiş Hıristiyan kadınlarına benzemiş olmalarına bakarak birdenbire Müslüman olup olmadıklarında tereddüde düşmüştür.

Kanıt ve açıklama gerektirmez ki, Yüce İslam Devleti’nin devamı ve yükselişi, devlet kurumunun fertlerini oluşturan bütün erkek ve kadın Müslümanların hal, durum ve hareketlerinde şeriatın faydalı ve kurtarıcı buyruklarına eksiksiz bir özenle uymalarına bağlıdır. Aksi durum, gerek ümmetin fertleri, gerekse devletin devamı için maddi ve manevi olarak sonsuz zararlar verecektir. İşbu çarşaflar ise Müslüman kadınlarca tesettür emrine asla uygun gibi, kötü bir amaçla şuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından bir yerde fesat aleti olarak kullanılmaktadır. Dini açıdan ve toplumun iyiliği için açık olan çok sayıdaki zarar ve sakıncaya dayanarak bu konuda gereken kişilere yumuşakça ve uygun bir dille anlatılmak ve gerekli öğütler verilmek suretiyle kadınlarca çarşaf giyilmesinin yasaklanması padişahın emir ve fermanı gereğidir.”

II. Abdülhamit çarşaf giyilmesini neden yasaklamıştı?

Çarşafı açık saçık bularak örtünme amacı taşımadığına hükmetmesi,

Çarşafı matem tutan Hristiyan kadınlara özgü yani İslamiyet dışı bir elbise olarak görmesi,

Kötü niyetli erkek kişilerin çarşaf giyerek güvenlik bakımından tehlike yaratma olasılığı.

Abdülhamit’in çarşafı yasaklamasının nedenlerinden üçüncüsü, bizzat kendi yaşanmışlığından kaynaklanıyordu. Akıl sağlığı yerinde olmadığı için V. Murat tahttan indirilip kendisi padişah olduğunda, V. Murat’ı yeniden Osmanlı padişahı yapmak isteyen dört kişilik bir çete, çarşaf giyerek kadın kılığında V. Murat’ı kurtarmaya çalışmışlardı.

II. Abdülhamit’in çarşafı yasaklamasına karşın çarşaf nasıl oldu da kadınların giydiği bir elbise olmaya devam etti?  Ekonomik.

Çarşaf üretiminde kullanılan kumaşlar büyük çoğunlukla Bağdat, Halep, Mekke ve Medine kentlerinden gelirken, ferace için kullanılan kumaşlar yabancı ülkelerden gelmekteydi. Yani alım gücü düşük olan sıradan halk için çarşaf giymek çok daha ucuza geliyordu. Üstelik çarşafın yasaklanmasından oldukça rahatsız olan yerli ticaret adamları 27 Ekim 1883’te Paris’te yayınlanan Le Courier d’Orient isimli gazetede Osmanlıya ateş püskürüyordu.

Kısacası bazı esnaflar para kazanmak için çarşaf giyilmesini destekliyorlar ve ticari amaçlı çekişmeler devam ediyordu. Çarşaf ve burkalar İslam dininin bir parçası olarak gösterilmek istendi. Milattan önce Sümer toplumundan tutunda Hristiyanlar ve Yahudilere varana kadar her toplumda kadınlar çarşaf ve Bedeviler burka giymişlerdir. Bu giysilerin dinle bir alakası olmayıp günümüzde bile bu işin ticareti için destekleyenler olduğu ve kutsal gösterilmek istendiği anlaşılmaktadır. Alıntı.