SAYFALAR

18 Şubat 2024 Pazar

KAÇ YIL OLDU

1- Türk siyasetine damga vuran usta siyasetçi Süleyman Demirel, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'i yolcu ederken gözlüğünün bir camı düşer. Farkında olmayan Demirel, tek cam gözlük ile misafirini yolcu eder. Fotoğrafı çekilen Demirel'e  'Korsan Baba' yakıştırması yapılır.

Bu fotoğraftan rahatsız olması beklenen Süleyman Demirel, büyük bir olgunluk göstererek fotoğrafı çeken Fahir Arıkan'ı tebrik edip, ödül verdiği, 27 yıl oldu.

2- Süleyman Demirel "genel evleri kapatalım" diyenlere, ''Genelevleri kapatalım da, millet bizi mi si..sin ?" diyeli 48 yıl oldu.

3- Ecevit, bir mitingde "Düzen değişecek" Deyince, bir vatandaş; "Düzen hayatından memnun, düzülen ne zaman değişecek?" Diyeli 28 Yıl Oldu .

4- Güzel dere Köyü Muhtarlığı siyasetçilerin köye girmesini yasaklayalı 17 Yıl Oldu.

5- Tansu Çiller, " Cenabı Allah'ı size emanet ediyorum!" Diyerek miting alanındakilere büyük bir sorumluluk yükleyeli 20 Yıl Oldu.

6- Tansu Çiller’e miting alanından biri "Abla senin pıttığını yerim" dedi. Bunun üzerine Çiller yanında ki korumasına 'pıttık' nedir? diye sordu. Koruma "Yürek, kalp anlamına gelir" deyince, "Ablanızın pıttığı size feda olsun" diyeli 22 yıl oldu.

7- Kaya Çilingiroğlu, Ferrari'ye binerken "Ferrari'yi yeni mi aldınız?" sorusuna "Siz Feraye'yi nerden tanıyorsunuz ?" Diyeli 15 yıl oldu.

8- Çorum'da Hayvanları Koruma Derneği açılışında bir koç kurban kesileli 8 yıl oldu.

9- Kırşehir'de komşusunun tavuğuna tecavüz eden adam, yakalanınca "Sadece arkadaşız" Diyeli 8 yıl oldu.

10- Japonya'daki 8,9 büyüklüğündeki depremde camdan atlayan tek kişi bir Türk çıkalı 8 yıl oldu.

11- Elazığ'ın tanıtımını yapan bir bayan; Elazığ'ın ne kadar mübarek bir şehir olduğunu söylediği 5 yıl oldu.

12- Erzurum da arkadaşlarına balkondan atlama şakası yapan bir bayanın, gerçekten atlayabilmesi 5 yıl oldu.

Fırat Budacı'nın 'Kaç yıl oldu?' kitabından alıntı.



16 Şubat 2024 Cuma

OSMANLI DÖNEMİNDE AVAKADO

Cehalet her dönem başımıza bela olmuştur. Yöneticiler de halkı istedikleri şekilde kullanabilmek için, onların cahil kalmalarını tercih etmişler. İşte Osmanlı döneminde olan ilginç bir olay; 

Avokadonun anavatanı Meksika'dır ve tarihi MÖ. 10 bin yıllarına kadar dayanır. Timsah armudu da denen bu meyve, oval şekildedir ve armuta benzer, oldukça insana faydalı bir meyvedir. Tropikal iklimde yetişen avokado bugün Türkiye'nin Akdeniz bölgesinde de yetiştirilir. Peki ya çok önceden de yetişiyordu da başına neler geldi?

Evet, yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı'da da avokado yetiştiriliyordu. Osmanlı döneminde yaşayan 1688 doğumlu Molla Kamil Efendi, din alimi olmasına rağmen pozitif ilimlerle de ilgilenen bir beyefendi. Hatta ailesinin buna itiraz etmesine rağmen eğitim almak için Roma ve Paris'e kadar gitmiş, dini bilginin yanında ilmi bilgiyi de almış birisidir kendisi.

Molla Kamil Efendi, buralarda özellikle nebatiye ve ziraat ilimlerinde eğitim almış ve İstanbul'a geri dönmüş. Ağabeyinin aracılığıyla da sarayda bostancı başının yanında çalışmaya başlamış. Çalışkan ve azimli Kamil Efendi'nin dikkatleri üstüne çekmesi 1720 yılında yaşanan bir olaya dayanır.

Bu tarihte İstanbul'daki lale bahçelerinde nedeni anlaşılamayan bir hastalık tüm laleleri yok etmiş.

Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da bu meseleyi çözmesi için Kamil Efendi'yi görevlendirmiş. O da öğrendiği bilimsel yöntemlerle hastalığı tedavi etmiş ve “Halaskaran-ı lalezar" lakabı ile sarayın takdirini kazanmıştır.

Ayrıca Kamil Efendi'ye müfakat olarak da Yalova'da ziraat çalışmalarını yapması için bir arazi tahsis edilmiştir.

Kamil Efendi'nin burada yaptığı en ilginç çalışma ise Fransa'da görüp çok beğendiği avokadoyu Anadolu şartlarında yetiştirmeye çalışması olmuştur.

Uzun uğraşlar sonucunda avokadoyu Yalova'da yetiştirmeyi başarmış ve mahsulünü saraya takdim etmiştir.

Kamil Efendi bunu yaparken avokadonun faydalı olduğunu, leziz bir tada sahip olduğunu söylemiş.

Meyvenin tadını beğenen Damat İbrahim Paşa verdiği davetlerde insanlara avokadoyu ikram etmeye başlamış ve moda haline gelen bu egzotik yiyecek kısa zamanda İstanbul seçkinleri tarafından benimsenerek sofralardaki yerini almış.

Ancak Kamil Efendi halkın da istifade etmesini istese de bu meyve halka inememiş, sadece yüksek zümredekiler arasında tüketilmiş.

Ancak avokado üretilmesi çok uzun sürmemiş.

1730 yıllarında Osmanlı Devleti'nde Patrona Halil isyanı çıkar ve isyancılar Damat İbrahim Paşa ve Kamil Efendi'yi zulmederek öldürürler.

Ayaklanmaya katılan bir grup, avokadonun timsah ile ağacın birlikteliğinden olduğu söylentisini yayar.

Avokadonun mekruh olduğu, Müslüman memlekette üretilmesinin ve yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verilince de Yalova'daki bütün avokado ağaçları yakılarak yok edilir.

Türk tarihinde modern bir anlayışla çalışan bu bilim adamının yaptıkları böylelikle bir grup yobaz tarafından engellenmiştir.

Avokadonun faydalı bir meyve olduğunu tekrar keşfetmemiz ve ülkemize geri gelmesi de 250 seneyi bulmuştur. 

İşte cehalet böyle bir şeydir. Eğer halk cahil olursa duyduklarını hiç sorgulamadan hemen kabul ederler. Kandırılmaları çok kolay olur. Başkalarını kandırma yolu da dini inançlar yoluyla olur. Halk dindar olmalı fakat yapılan her dini telkinlere de inanmamalı. Akli ile düşünüp her şeyi sorgulamalı ve öyle hareket etmeli. Bilgilerinize.


10 Şubat 2024 Cumartesi

CAZI


Eski Türk inançlarında olduğu gibi, Doğukaradeniz de de bazı inançlar vardır. Mesela 'Cazı' isimli bir varlığa inanılır.

Cazı kimdir, nedir?

Gecenin geç saatlerinde, herkes uyuduktan sonra, girdiği küpün içinde, kimseye görünmeden havada giderek, köyde ki lohusa kadınları bulup, yanlarında yatan yeni doğmuş bebeklerinin ciğerlerini her zaman yanında taşıdığı agışı ile çıkarıp yiyen bir yaşlı kadındır. 

Havada küpün içinde giderken, daha önce mezarlık üzerinden alıp yanında kese içinde taşıdığı bir avuç toprağı, lohusa kadının yatmakta olduğu o evin üzerine geldiği zaman, evin üzerine serper. Mezarlık toprağı serpildikten sonra evde uyuyanların hepsi derin bir uykuya dalar ve uyanamazlar.  

Küpün içinde havada seyahat ederken yanında bebeğin ciğerini çıkarmak için kullandığı, küçük, bir ucu eğri kanca gibi agış dedikleri, özel yapılmış bir alet taşıdığına da inanılır. Esas agış dedikleri bir tarafı düz diğer ucu kanca gibi bükülmüş, açık ateşi karıştırmak ve ekmek yaparken pilekiyi kaldırmak için kullanılan demirden yapılmış ince uzun bir alettir. Cazı ise bebek ciğeri çıkarmak için onun küçüğünü bir yerden bulmuş ve onu kullanır.

Bebek ciğeri çıkaracağı eve yaklaşan cazı, odada annesinin yanında veya beşikte yatmakta olan 5-10 günlük taze erkek çocukların ciğerini agışı ile çıkarır yer ve çocuğun ölmesine sebep olur. Kendi de tekrar geldiği küpe girip çıkar geri evine gider.

Bir başka inanışa göre; Cazı bir evde yeni doğan bir 
bebeğin ciğerini çıkarmak için küpün içinde havadan eve kadar gittikten sonra, eve girerken 'Örümcek' şeklinde görünür. Bebeğin yanına örümcek olarak yaklaşır. Bu nedenle gece gördükleri örümceği hiç iyi saymaz ve hemen öldürürler.

Cazıdan korkanlar, yeni doğan bebeklerin hayatta kalmasını sağlamak için, bebek olduğu odada sabaha kadar hiç uyumadan nöbet tutanlar olur. Çünkü cazıların erkek olduğu odaya veya kocası ile yatan kadının yanına girmediklerine inanılır. Bir de bebeklerini bu cazılardan korumak için bebeğin uyumakta olduğu beşiğin içinde, yastığın altına tabanca veya bıçak gibi silahlar koyarlar. Cazı silahlardan da çok korkar ve silah olan yere asla yaklaşamaz. 

Çeşitli defalar güya bazı cazı ların bebek sahipleri tarafından yakalandıkları da anlatılır. Mesela birisi gece evinin duvarında bir örümcek görmüş. Örümceği yakalamak isterken o da kaçmak istemiş ve örümceğin bir bacağı kopmuş. Adam karanlıkta örümceği kayıp etmiş. Sabah olup gün ağardığında evinin ortasında bir bacağı kopmuş bir kocakarı yatarken bulmuş. Güya işte o cazı ımış. 

Yine bir baba odada saklanıp bebeği için beklerken cazı gelmiş. Tam çocuğun ciğerini çıkaracakken yakalamış ve cazı adamdan kurtulmak için çok yalvarmış, bir daha cazılık yapmayacağına yeminler etmiş. Adam da canını bağışlamış ve güya ondan sonra da doğan çocukları yaşamış. Buna benzer hikayeler de çok anlatılır.

Köyde cazı olan kocakarılar da tahmin edilerek bilinir fakat bir suç isnat edilmez, sadece dedikodusu yapılır. Bir de Cazı’lar çok çirkin olurlarmış. Onlara tekerlemeler de söylemişler; “Çat orada, çat burada, çat kapının ardında. Sabuna basasın, tepen üstü düşesin, mendebur olasın, sakat kalasın” diye.

Bir de cazıların her şeyi bildiklerine inanırlar. Çok dikkatli olup ta bir şeyi çok inceleyen insanlara 'Cazı gibi' yakıştırması yaparlar ve deyim haline gelen bu cümleyi çok kullanırlar.

Hikaye veya inançları ne derece doğru bilemem fakat gerçekten de akşamdan iyi iyi beşiğe girip te, ertesi sabah ölü olarak bulunan bir çok bebeklere o zamanlar rastlanılırdı. Bazı ailelerin peş peşe dört çocuğu, beş çocuğu bu şekilde öldüğü bilinmektedir.

Bu ölüm olayları gerçek fakat dedikleri gibi çocukları öldüren cazı değil de,
 ölmelerinin sebebi; gündüz ve gece hiç dinlenmeden çalışan Karadeniz kadını çocuğun annesi, gece çocuk ağlamağa başladığı zaman, memesini ağzına verip te yorgunluktan üstüne uyuyabilmesi neticesinde, meme çocuğun solunum yollarını kapatarak nefes alamadığı için boğulup ölümüne sebep olduğu ve anne bilmeden kazaen öldürebildiği bebeğinin ölümüne bir sebep bulunamayınca, suçu Cazı olarak adlandırdıkları bu hayalı varlığa yüklemiş olabilirler.

Dünyanın her tarafında ve her kültüründe buna benzer mitolojik olaylar vardır. Sanırım bu olaylar insanların başlarından geçen ve sebebini anlamadıkları bazı olaylar karşısında, zorunlu sebepler ile yarattıkları bazı hayali varlıklardır. Cazı da olmadığı halde 
insanlar tarafından korkulan ve olduğuna inanılan hayalı bir yaratıktır.