SAYFALAR

12 Temmuz 2024 Cuma

BİR OLAY BİR DAVA

Bir hikaye

Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu kamyon sahibine dava açar. Mahkeme salonunda davalı avukatı ile müşteki Mehmet Amca karşı karşıya kalırlar. 

Avukat Çiftçi Mehmet Amcaya sorar :

- Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna "ben çok iyiyim, hiçbir rahatsızlığım yok." demediniz mi?

- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...

- Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna "ben çok iyiyim" dediniz mi, demediniz mi?

- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...

Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:

- Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde "çok iyi" olduğunu, "hiç bir şikayeti olmadığını" söylemiş. Kayıtlara öyle geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? 

Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:

- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; bırakalım da anlatsın.

Mehmet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:

- İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyordum ki, bu gucuman bi kamyon, 'DUR' tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına atıldım, garagaçan bi yana. Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam Hakim Bey. Gıpırdanamıyom sancıdan. Öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyo kine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi. Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti. Eğildi, bahtı, tabancasına davrandı. Alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, tabanca elinde bana dooru geldi, dedikine:

"Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, sen nassın?" dedi pulis bana.

Beni de vuracağını sandım, hayatta kalmak için 'İYİYİM' dedim Hakim Bey!


3 Temmuz 2024 Çarşamba

İLK DEFA UFO

Yakın tarihte 1878’de ABD’nin Teksas eyaletinde bir çiftçinin ilk defa bir ufo gördüğü ve yerel gazetelerin yazdığı söylense de; ilk UFO görünme olayı Osmanlı topraklarında olmuştur. Gaziantep’in Nizip ilçesinde 19 Ekim 1839 gecesinde ahali, dünya dışı varlık yani uzaylıların işareti olan UFO görür ve Mardin Kadı Naibi bunu rapor haline getirir. Buna dair belge ve resimler Bulgaristan ın Başkenti Sofya da bulunmaktadır.

Tarihte kayıtlara geçmiş ilk UFO olayı Osmanlı topraklarında Nizip'te vuku bulmuş ve şu an Bulgaristan Sofya arşivlerinde bulunan şu fotoğraf ve belgede şunlar yazıyor;

"İşbu mübarek senenin yücelenmiş Receb ayının sonu 19 Ekim 1839 Perşembe gecesi saat dört buçuk sularında hatalardan uzak yüce Allah tarafından şiddetli rüzgar ve fırtına çıktı. Korkunç bir karanlıkta göz gözü görmez oldu. Hemen o dakikada semada kıble ve şark arasında bir büyük sini kadar bir ulu nur göründü. Ufuk gündüz gibi aydınlandı ve ışıldadı. Herkesi büyük bir korku sardı ve duaya yalvarışa başladılar. Sonra o ulu nur semada parça parça olup yeryüzüne düşmeye başladı. Bu ilahi gerçeği, gerek Mardin şehri içinde gerek Haram adlı köyde bulunan Asakir-i Muntazama-i Şahane ve diğer kimseler gözlemlediler, gördüler. Adı geçen askerlerin yazısı ve ihbarı üzerine o büyük nur yere düştüğünde karakol çadırında bulunan neferlerin kılıçlarının ve süngülerinin ucunda mum gibi ışıklar parlamış. Her ne kadar uçlarını silmişlerse de gitmemiş ama birkaç dakika sonra kendiliğinden kaybolmuş. Bu alâmet inşaallah velinimetimiz padişahımızın her yönden başarılı ve muzaffer olacağına delildir.”

19 Ekim 1839 gecesi, günümüzde Gaziantep’e bağlı olan Nizip’te herkesi hayrete ve korkuya düşüren ışıklar görülmüştü. Bu ışıklarla ilgili tanıklıklar Osmanlı arşivlerine de girmiş; belgelerin Sofya Osmanlı Arşivleri'nde Evgeni Raduşev tarafından ortaya çıkarılmasıyla olay, tanıklı, kayıtlı ilk UFO vakası olarak tarihe geçmişti. Üstelik ortaya çıkarılan belgelere göre hadisenin birden çok tanığı vardı. Mardin Kadı Naibi Esseyyid Hacı İsmail Hakkı'nın İstanbul’a gönderdiği ilâm, haberi hayra yoruyordu. 

Kadı naibine göre bu ancak padişahın muzaffer olacağının işareti olabilirdi. 

Oysa bu tarihten sekiz ay sonra, 24 Haziran 1839'da Nizip yakınlarındaki savaşta Hafız Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Mısırlı Kavalalı İbrahim Paşa karşısında ağır bir yenilgiye uğrayacaktı. Batıl inançları kuvvetli Osmanlı komutanı Hafız Ahmet Paşa’nın, parlak ve yetenekli bir asker olan İbrahim Paşa karşısında şansı olmadı. Savaş sadece dört saat sürmüştü. 

Sultan 2. Mahmud ise savaştan bir hafta sonra, 1 Temmuz 1839’da kahrından öldü.

UFO NEDİR?
Dünya dışı varlıkları, uzaylıları işaret eden UFO sözcüğünün İngilizce açılımı 'Unidentified Flying Object' şeklinde olup tanımın ortaya çıkışı da 1947 yılına dayanır. Kısaca UFO olarak bilinen tanımı Türkçeye çevirdiğimizde ise 'tanımlanamayan uçan nesne' manasına gelmektedir. Uçan daire kavramı Türkçeye de 'UFO' olarak girmiştir. Ayrıca İngilizce’de 'uçan çay tabağı' anlamına gelen 'flying saucer' ifadesi de UFO yerine kullanılan bir başka sözcüktür. 

ABD’li iş insanı, siyasetçi ve pilot Kenneth Arnold, 1947’de küçük uçağı ile Washington’daki Rainier Dağı civarında uçarken, 9 tane, “hilal şeklinde” uçan nesne gördüğünü iddia eder ve bu nesnelerinde suda sektirilen çay tabakları gibi hareket ettiğini söyler. Arnold’un gördüklerini haberleştiren gazete yanlış şekilde “nesnelerin çay tabağı şeklinde olduğu” ifadesine yer verirken 'flying saucer' tanımı da hafızalara kazınır.

1839 da Osmanlı Bilim adamları tarafından 'Yüce Allah tarafından gönderilen ilahi bir nur' olarak tanımlanmıştır. Alıntı.


14 Haziran 2024 Cuma

ATATÜRK İÇİN YAS

Asım Çakır 26 Mayıs 2020 Facebook ta yayınlamış

Yıllar önce bir internet müzayedesinden aldığım 1929 baskılı D. von Mikusch'un ''GASI MUSTAFA KEMAL'' kitabının arasından 1938 yılına ait, yani sonradan kesilip konmuş bir gazete kupürü çıkmıştı. Atatürk'ün cenaze törenini takip eden bir Alman gazetecinin haberi. Yazdıklarından oldukça etkilendim ve okuması zor gotik yazılı Almanca metni Türkçe'ye çevirdim. Okuyun derim.

ATATÜRK İÇİN YAS

Ankara'da cenaze töreni

Ankara, 21 Kasım 1938

Atatürk'ün cenazesi onun son zaferi oldu. Cenaze töreninde tüm tezatlar susmuştu. Türk ve Alman askerleri naaşının arkasında yürüyorlardı. Stalin ve Hitler'in temsilcileri aynı sıradaydı. Valencia ve Franco çelenk göndermişlerdi. Naaşının önünde faşistler, demokratlar ve komünistler eğildiler. Türk halkının her kesimi ağlıyordu . Fakir ve zengin, alt ve üst arasında hiç bir fark yoktu. Ankara bugün dünyanın şimdiye kadar gördüğü en etkileyici cenaze törenine tanıklık ediyordu.

Tören, bir süvari bölüğü tarafından açıldı. Onların arkasından bir topçu bölüğü ile ellerinde bayraklarla ve bando ile cumhuriyet muhafızları geliyordu. Sonra askeri okulların öğrencileri ve alfabetik sırayla önce Almanlar olmak üzere Bulgarlar, İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Romenler, Ruslar ve nihayet Yugoslavlar’dan oluşan birlikler yer alıyordu. Her dilde komutlar yükseliyordu. Almanca komutu Farsça komut, Yunanca komutu Rusça komut takip ediyordu. Ruslar Karadeniz filosunun bir müfrezesini göndermişlerdi. Çelik miğferli ve SS üniforması içindeki Baron v. Neurath, kolu yukarıda, Prusya merasim yürüyüşüyle geçen Alman bahriye birliğini selamlıyordu. Yabancı birlikleri Türk denizcileri takip etti. Bando, Chopin'in cenaze marşını çalıyordu. Onların arkasından büyük ölünün naaşını taşıyan top arabası geliyordu. Top arabasının her iki tarafında kılıçlarını çekmiş oniki general yürüyordu. Mütevazi giyimli yaşlı bir kadın, tek aile üyesi olarak Atatürk’ün kızkardeşi, eşinin kolundaydı. Onları, kanunun öngördüğü şekilde yalnız olarak cumhuriyetin yeni başkanı İsmet İnönü takip ediyordu. Onun arkasında tek sıra halinde millet meclisi başkanı, başbakan ve Türk ordusunun genel kurmay başkanı geliyordu. Yabancı özel misyonların renkli üniformaları harika bir görüntü teşkil ediyordu. Dünyanın tüm ülkeleri temsil ediliyordu. İtalyan heyetine eski Milletler Cemiyeti delegesi Baron Aloisi, Fransız heyetine içişleri bakanı Sarraut, Yunanistan heyetine ise başbakan Metaksas başkanlık ediyordu. Onların arkasından Türk hükümeti üyeleri, milletvekilleri, devlet memurları ve subaylar geliyordu. Bir bölük piyade ile görkemli cenaze alayı son buluyordu.

Cenaze alayı saat onikide, Atatürk’ün şanına layık bir anıtkabir yapılıncaya kadar geçici istirahatgahı olan etnografya müzesine ulaştı. Yaşamında imkansızı mümkün kılmış olan Mustafa Kemal Atatürk ölümünde de aynı şeyi yaptı. Onun naaşının arkasında ilk defa birbirleri ile savaşan İspanyol cumhuriyet hükümetinin temsilcileri ile Franco’nun resmi olmayan askeri idaresinin temsilcileri yürüyorlardı.

Müzenin önüne gelindiğinde tabut generaller tarafından top arabasından alınarak salona taşındı. Orada, cumhurbaşkanı ve Atatürk'ün kızkardeşinin yanı sıra yüksek yetkililer toplanmıştı. Üç dakikalık saygı duruşunda salona sessizlik hakimdi. Hiç konuşulmadı ve hiç bir dini tören düzenlenmedi. Cumhurbaşkanının müzeyi terk etmesiyle resmi cenaze töreni tamamlandı. Dünyanın her yanından çelenkler gönderilmişti. Türk gazetelerinin tahminlerine göre bunların sayısı yirmi bini buluyordu. Bunları Ankara’ya getirmek için sekiz vagon gerekmişti. Müze içinde naaşın her iki tarafına sadece devlet başkanlarının gönderdikleri çelenkler konuldu. Diğer çelenkler, yaşamı sırasında kendisi için yapılan anıtlarda yerlerini aldılar.

Tören sırasında bazı ufak hadiseler de yaşandı. Yunanistan başbakanı General Metaksas bayıldı ve subayları tarafından cenaze alayından çıkarılmak zorunda kaldı.

Türkiye'de, 10 Aralık’a kadar ulusal yas tutulacak. Tüm okullar sekiz gün daha kapalı. Anıtların önünde meşaleler yanıyor ve halk önderinin heykellerini seyrediyor. Yas sadece devlet başkanı için değil, aynı zamanda cumhuriyetin kurucusu ve şekil vereni için de. Atatürk’ün naaşını taşıyan top arabası geçerken askerler gözyaşlarını tutamadılar; aynı imparatorluk muhafızlarının Napolyon’la vedalaşırken ağladıkları gibi.

Bir Alman Gazetecinin kamera kayıtları tespitleri ve kalemi ile anlatımı böyle. Tüm dünya onu lider olarak tanıdı ya, hiç Türk kalmasa da, yine onu silemeyecekler dünyadan, sen rahat uyu EY ULU ÖNDER ATATÜRK!