SAYFALAR

15 Temmuz 2024 Pazartesi

İŞTE EN BÜYÜK İHANETLERDEN BİRİ


SOFYA 1914
Bulgar Kralı’nın ülkesindeki yabancı devlet temsilcilerine verdiği resepsiyonlardan birinde geçen vakitle beraber sohbetler de hayli ilerlemişti.

Üniformasının içinde çakı gibi duran sarı saçlı mavi gözlü Türk Subayının yanına bir adam yaklaştı;

-Merhaba ! Siz herkesin övgüyle bahsettiği Osmanlı Devletinin, Sofya Ateşemiliteri, Yarbay Mustafa Kemal Bey olmalısınız..

-Merhaba ! Siz de Türkçe konuştuğunuza göreee..

-Evet ben de sizin gibi Türküm. Kendimi tanıtmama izin verin. Bendeniz Varna Milletvekili Şakir Zümre. Bulgaristan Parlamentosundaki, 17 Türk vekilden biriyim..

-Müşerref oldum Şakir Bey. Ben de Yarbayım, çok zamandır sizinle tanışmak istiyordum.
                                     **********
Uzun yıllar sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştı o gece..

Yarbay Mustafa Kemal Bey’in Sofya’dan ayrıldığı, 1915 Ocak ayına kadar birbirlerine yaren olmuşlardı.
                                   **********
SOFYA-1920

-Şakir Bey telgrafınız var.

-Kimden!

-Türkiye’den…

-Teşekkürler!

“Kıymetli dostum Şakir Zümre, Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması için vatan bugün sizden hizmet bekler.. Size ilettiğimiz listedeki silahları temin ederek anavatana göndermenizi rica ederiz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”
                                  ***********
Emir telakki etti, Şakir Zümre bu telgrafı. Hemen bağlantılarını kullanarak istenilen silah ve mühimmatı temin ederek Ankara’ya gönderdi..

Birkaç ay sonra gelen postacı,

Ankara’dan yeni bir isteğin geldiğinin habercisi olmalıydı. Heyecanla açtı telgrafı, yanılmamıştı;

“Kıymetli kardeşim Şakir Zümre, Vatanın kurtuluşu için bizlere verdiğiniz destek için müteşekkiriz.

Anadolu’nun zor şartlarında kendi silah ve mühimmatımızı üretmeye çalışıyoruz. Bunun için daha fazla yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var. Sizden Bulgaristan’da silah üretimi konusunda tecrübeli insanları bularak Ankara’ya göndermenizi rica ediyoruz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.
                                                  *******
Dumanlar saça saça Ankara Garına giren kara treni bekleyen, Türk Subayı heyecanla karşıladı konuklarını;

-Hoş geldiniz Beyler, sizler Şakir Zümre Bey’in göndermiş olduğu teknik elemanlar olmalısınız..

-Hoşbulduk,

Evet.. Buyurun o vakit, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizleri bekliyor..
                                        *********
ARALIK 1923 – SOFYA

-Şakir Bey telgraf..

-Verin teşekkür ederim..

“Sayın Şakir Zümre, Türk Milli Mücadelesine vermiş olduğunuz kıymetli desteklerinizden ötürü,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, “İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilmiş bulunmaktasınız. Madalyanızın takdimi için en kısa zamanda Ankara’da olmanız rica olunur.”
                                                *********
OCAK 1924 – ANKARA

-Büyük Türk Milletinin Başbuğ’u, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Sizi saygıyla selamlıyorum..

Hoş geldiniz kıymetli dostum, Buyurun lütfen oturun!

-Paşa Hazretleri çok büyük bir iş başardınız.

-Asıl savaş iktisadi savaştır kıymetli dostum, ve bu konuda da vatan sizden hizmet bekliyor..

-Emrinizdeyim Paşam..
                                                                     ******
Şakir Zümre, 1925 yılında, İstanbul’da Haliç kenarında, 'Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye' Fabrikasını açarak, Türk Kara, Türk Hava ve Türk Deniz Kuvvetlerinin, ihtiyacı olan silah ile mühimmatları üretmeye başladı. 300-500-1000 kg lık bombalar yaparak, Türk savaş uçaklarının hizmetine sundu.

İmal ettiği sualtı ve denizaltı bombaları, Deniz Kuvvetlerimize can suyu oldu. Türk Ordusu için Mayınlar, işaret fişekleri, el bombaları üretti fabrikasında.

Onun ürünlerinin tahrip gücü, dünyadaki muadillerinden daha fazla olduğu için, yabancı devletlere, silah ihraç etmeye başladı.

                                                      ******
Atatürk’ün dostu, Atatürk’ün kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne hizmete devam ediyordu..

Milli Bayramlarda, Şakir Zümrenin ürettiği silahlar, onurla geçiş yapıyorlardı Vatan Caddesinden. Yüzde-yüz yerli sermayeyle kurulan, Türk girişimcisi, Mühendisi ve işçisinin gurur kaynağıydı bu silahlar.
                                                    *********
Mustafa Kemal, vefat etmişti lakin Amerika’yla yapılan anlaşmalar gereği, 1940'ların sonunda, Marshall Yardımları yurda gelmeye başlayınca, Türk Milli Savunma Sanayinin, gözbebeği bu şirketimiz sallanmaya başladı.

Amerika elindeki eski püskü silahları, 'YARDIM' adı altında, Türkiye’ye hibe etmekte ve Milli Silah üretilmesini engellemeğe çalışmaktaydı.

Türk Milli Savunma Sistemi çökmek üzereyken çalmadık kapı, gitmedik yetkili bırakmadı Şakir Zümre. Devlet ondan silah ve mühimmat almadığı gibi başka ülkelere de sattırmadığı için çalışanlarına maaş ödeyemez duruma geldi.

Çaresiz kalınca, 'kapıya kilit vurmaktan iyidir' diye, düşünerek uçak, silah ve bomba fabrikasını, soba fabrikasına çevirmek zorunda kaldı. Bir zamanın ünlü Türk Savunma Sanayi Fabrikası, bir süre de soba fabrikası olarak sanayiye katkıda bulunmak için çaba sarf etti.

Bir Milli Bayramda, Devlet Erkanı Vatan Caddesinde resmi geçidi izlerken, kırgınlığını onlara anlatmak için, alana gelen soba yüklü ve üzerinde; “ŞAKİR ZÜMRE” yazan kamyon tokat gibi indi suratlarına.        

Türk Milli Savunma Sanayinin, anlı şanlı Şakir Zümre'sini sobacı yaptınız mesajıydı bu.
                                                        **********
1966'da vefat eder Şakir Zümre. Ölümünün ardından, dört yıl daha dayanır silah fabrikasından dönme soba fabrikası ve 1970 yılında kapısına kilit vurulur.

                                                        **********
İşte bu, Atatürk’ün emriyle Türkiye’ye gelip, Savunma Sanayisini kuran, silah ve mühimmatta dışa bağımlılıktan Türkiye'yi kurtarmak isteyen, İstiklal Madalyalı, büyük bir vatanperver Türk evladının gerçek bir hikayesidir. Ve ne yazık ki, hedefine ulaşamamış, bitmemiş, bitememiş, bitirtmemişler.

Ve aynen diğer müteşebbisler de;
 
Vecihi Hürkuş,

Nuri Killigil,

Nuri Demirağ,

Devrim Otomobilleri,
 
Karakurt ve

Bozkurt Lokomotiflerinde, olduğu gibi.   ALINTIDIR.


12 Temmuz 2024 Cuma

BİR OLAY BİR DAVA

Bir hikaye

Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu kamyon sahibine dava açar. Mahkeme salonunda davalı avukatı ile müşteki Mehmet Amca karşı karşıya kalırlar. 

Avukat Çiftçi Mehmet Amcaya sorar :

- Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna "ben çok iyiyim, hiçbir rahatsızlığım yok." demediniz mi?

- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...

- Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna "ben çok iyiyim" dediniz mi, demediniz mi?

- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...

Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:

- Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde "çok iyi" olduğunu, "hiç bir şikayeti olmadığını" söylemiş. Kayıtlara öyle geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? 

Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:

- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; bırakalım da anlatsın.

Mehmet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:

- İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyordum ki, bu gucuman bi kamyon, 'DUR' tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına atıldım, garagaçan bi yana. Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam Hakim Bey. Gıpırdanamıyom sancıdan. Öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyo kine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi. Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti. Eğildi, bahtı, tabancasına davrandı. Alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, tabanca elinde bana dooru geldi, dedikine:

"Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, sen nassın?" dedi pulis bana.

Beni de vuracağını sandım, hayatta kalmak için 'İYİYİM' dedim Hakim Bey. Alıntı.


3 Temmuz 2024 Çarşamba

İLK DEFA UFO

Yakın tarihte 1878’de ABD’nin Teksas eyaletinde bir çiftçinin ilk defa bir ufo gördüğü ve yerel gazetelerin yazdığı söylense de; ilk UFO görünme olayı Osmanlı topraklarında olmuştur. Gaziantep’in Nizip ilçesinde 19 Ekim 1839 gecesinde ahali, dünya dışı varlık yani uzaylıların işareti olan UFO görür ve Mardin Kadı Naibi bunu rapor haline getirir. Buna dair belge ve resimler Bulgaristan ın Başkenti Sofya da bulunmaktadır.

Tarihte kayıtlara geçmiş ilk UFO olayı Osmanlı topraklarında Nizip'te vuku bulmuş ve şu an Bulgaristan Sofya arşivlerinde bulunan şu fotoğraf ve belgede şunlar yazıyor;

"İşbu mübarek senenin yücelenmiş Receb ayının sonu 19 Ekim 1839 Perşembe gecesi saat dört buçuk sularında hatalardan uzak yüce Allah tarafından şiddetli rüzgar ve fırtına çıktı. Korkunç bir karanlıkta göz gözü görmez oldu. Hemen o dakikada semada kıble ve şark arasında bir büyük sini kadar bir ulu nur göründü. Ufuk gündüz gibi aydınlandı ve ışıldadı. Herkesi büyük bir korku sardı ve duaya yalvarışa başladılar. Sonra o ulu nur semada parça parça olup yeryüzüne düşmeye başladı. Bu ilahi gerçeği, gerek Mardin şehri içinde gerek Haram adlı köyde bulunan Asakir-i Muntazama-i Şahane ve diğer kimseler gözlemlediler, gördüler. Adı geçen askerlerin yazısı ve ihbarı üzerine o büyük nur yere düştüğünde karakol çadırında bulunan neferlerin kılıçlarının ve süngülerinin ucunda mum gibi ışıklar parlamış. Her ne kadar uçlarını silmişlerse de gitmemiş ama birkaç dakika sonra kendiliğinden kaybolmuş. Bu alâmet inşaallah velinimetimiz padişahımızın her yönden başarılı ve muzaffer olacağına delildir.”

19 Ekim 1839 gecesi, günümüzde Gaziantep’e bağlı olan Nizip’te herkesi hayrete ve korkuya düşüren ışıklar görülmüştü. Bu ışıklarla ilgili tanıklıklar Osmanlı arşivlerine de girmiş; belgelerin Sofya Osmanlı Arşivleri'nde Evgeni Raduşev tarafından ortaya çıkarılmasıyla olay, tanıklı, kayıtlı ilk UFO vakası olarak tarihe geçmişti. Üstelik ortaya çıkarılan belgelere göre hadisenin birden çok tanığı vardı. Mardin Kadı Naibi Esseyyid Hacı İsmail Hakkı'nın İstanbul’a gönderdiği ilâm, haberi hayra yoruyordu. 

Kadı naibine göre bu ancak padişahın muzaffer olacağının işareti olabilirdi. 

Oysa bu tarihten sekiz ay sonra, 24 Haziran 1839'da Nizip yakınlarındaki savaşta Hafız Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Mısırlı Kavalalı İbrahim Paşa karşısında ağır bir yenilgiye uğrayacaktı. Batıl inançları kuvvetli Osmanlı komutanı Hafız Ahmet Paşa’nın, parlak ve yetenekli bir asker olan İbrahim Paşa karşısında şansı olmadı. Savaş sadece dört saat sürmüştü. 

Sultan 2. Mahmud ise savaştan bir hafta sonra, 1 Temmuz 1839’da kahrından öldü.

UFO NEDİR?
Dünya dışı varlıkları, uzaylıları işaret eden UFO sözcüğünün İngilizce açılımı 'Unidentified Flying Object' şeklinde olup tanımın ortaya çıkışı da 1947 yılına dayanır. Kısaca UFO olarak bilinen tanımı Türkçeye çevirdiğimizde ise 'tanımlanamayan uçan nesne' manasına gelmektedir. Uçan daire kavramı Türkçeye de 'UFO' olarak girmiştir. Ayrıca İngilizce’de 'uçan çay tabağı' anlamına gelen 'flying saucer' ifadesi de UFO yerine kullanılan bir başka sözcüktür. 

ABD’li iş insanı, siyasetçi ve pilot Kenneth Arnold, 1947’de küçük uçağı ile Washington’daki Rainier Dağı civarında uçarken, 9 tane, “hilal şeklinde” uçan nesne gördüğünü iddia eder ve bu nesnelerinde suda sektirilen çay tabakları gibi hareket ettiğini söyler. Arnold’un gördüklerini haberleştiren gazete yanlış şekilde “nesnelerin çay tabağı şeklinde olduğu” ifadesine yer verirken 'flying saucer' tanımı da hafızalara kazınır.

1839 da Osmanlı Bilim adamları tarafından 'Yüce Allah tarafından gönderilen ilahi bir nur' olarak tanımlanmıştır. Alıntı.