1958-60 lı yıllarda bizim 90-100 baş keçilerimiz vardı. Keçi sürülerine ‘MAL’ denir. Okul bittiği
zaman ben de can sıkıcı işlerde pek çalışamadığım için yaylalara çıkar
bu mallarımıza çobanlık ederdim.
Nasıl ki her insanın bir ismi
var, her keçinin de bir ismi vardır. Keçiler isimlerini fiziki yapı ve renklerinden
alırlar. Alnı beyaz olana ‘KAŞKA’, kısa kulaklıya ‘KIRIK’, orta kulaklıya
‘PELLİK’, uzun kulaklıya ‘YAPRAKLI’ gri renkli olana ‘MANUS’, karnının yarısı
siyah yarısı kahverengi veya sarı, olana ‘ĞULA’, rengi siyah olana da ‘SİYA’,
yarısı siyah yarısı beyaz ise ‘KARABAŞ’, iki yanağı da kahverengi olanların
'HAÇEREZ', gözlerinin yanında, yukardan aşağı doğru uzunlamasına çizgi olursa 'KASLAN', kulakları gri kumlu olanlar 'NAVROZ' diye isim alırlar. Bazılarının boynunda veya kulaklarında iki
tane meme olanlar, onlara da ‘KÜPELİ’ derler.
Bu genel isimler birleşerek
her keçi için özel isimler oluşur ve her keçi de ne hikmetse kendi isimlerini
bilirler. Mesela bir keçi; alnı beyaz, kulakları uzun, yarısı gri yarısı kahve
rengi ise o keçinin adı ‘ĞULA KAŞKA YAPRAKLI’ dır ve o hayvana ismi ile hitap
edince anlar. Keçinin yeni doğanına 'OĞLAK', biraz büyüyünce dişisine 'ÇEPİÇ' erkeğine 'KOŞAT', bir yaşına olan dişiye 'KORİT', erkeğine 'KOŞAT', büyük dişiye 'KEÇİ', büyük erkeğe de 'TEKE' derler.
Keçilerin anladıkları başka
kelimeler de vardır. ‘ARYA’ diye bağırırsan, keçiye geri dön demiş
olursun, o keçi gittiği yerden geri döner. Veya keçinin önüne geçer ‘HEY, HEY’
lersen sürü peşinden akıp gelir. Islık çalarak ta sürüyü yönlendirebilirsin.
Bazen yediği ottan zehirlenir, yerlere düşerler ‘KANA UĞRADI’ denir. Kulağının
ucundan keserek kanla birlikte zehir çıkarttırılır ve hasta keçi kurtarılır. Buna ‘KAN ALMA’ denir. Otladıkları yere ‘OTLAK’, Kaldıkları yere, yanı
akşamdan toplandıkları yere ‘YATAK’, sütlerinin sağılması için alındıkları üstü
açık lalettayın önü dar arkası geniş duvar arasına‘PER’, yollarda geçici olarak
kalınan yerlerde üzerine keçe ötülerek yapılan kalacak yere ‘ÇADIR’, yayla da
evlerin toplu olarak bulunduğu yere de 'VANAK' denir. Vanak ta her gece
horonlar oynanır, karşılıklı türküler söylenir, silahlar atılır.
Keçiler akrabalarını da bilir ve saygı duyarlar. Hiç samimi olduklarını belli etmezler
fakat yatarken kız kardeşler, ana kızlar birlikte yatar geviş getirir,
birbirlerini ağızları ile kaşıtırlar.
Keçilerimin bir de lideri
vardı. Genelde her sürü de bir lider keçi olur fakat benim ki bambaşka idi.
Boynuzları öne doğru adı Kaşka Yapraklı idi. Kaşka Yapraklı çok güzel ve güçlü bir keçiydi.
Bazen kızdığı zaman arka ayaklarının üstüne kalkar ve bir kafa vurur karşısında
kini yere devirirdi. Diğer
keçilerin haklarına riayet eder, yeri geldiği zaman her arkadaşını eşit tutar ve korurdu. Sürünün önünde yürür, bütün sürü onu
takip eder ve ona kayıtsız şartsız itaat ederlerdi. Öyle gururlu
idi ki, asla kendisine söz söyletmez. Hakaret hiç ettirmez. Olur da bir ufak
bağırsam o günü hiç otlamadan geçirir adeta yas tutardı. Kendisi 200
baş keçi sürüsüne önderlik eder onları otlamağa götürür sonra da
akşamdan tamamını geri yatağına getirirdi.
Benim sürüm komşumuz Etem
Amcanın malları ile birlikte karışık bulunur, her ikisi 180-200 baş civarında
olurlardı. Dört tane güçlü keçiler boyunlarında 'TANGAL' dedikleri yürürken ses çıkaran ve keçilerin toplanmasına yarayan cihaz taşırlardı. Etem Amcanın oğlu Yaşar ile ben çobanlık ederdik. Daha doğrusu
yukarıda bahsettiğim Kaşka Yapraklı keçimin sayesinde hiç çobana gitmez, o keçi
sürüyü götürür otlatır, akşam olmadan yatağa geri getirir ve biz sadece Vanak ta
pere alır sütlerini sağardık. Çobana gitmediğimiz iyi havalarda tepelerde gezer
veya çamlardan sakız toplayarak zaman geçirirdik.
Bizim hiçbir keçimiz o öncü keçimiz sayesinde dışarıda
kalmazlardı. Diğer malcılardan Cuvelekler, Kavazlar, Hemşenliler, Mutinoğlu ve
Abdoğlu ların mallarında gelmeyenler olur hatta bazıları birkaç gece dışarıda
kalınca ayılar ve kurtlar onları yakalar ve yerlerdi. Sahipleri de gece
sabahlara kadar bulmak için arar dururlardı.
Kangal köpeğimiz vardı, ismi KAPTAN. Kaptan; sırtı siyaha çalan arka kısmı gri renkli. O da çok akıllı ve heybetli bir köpekti. Adama saldırdığı için kapılar da her zaman boynundan bağlı taşırdık ve ondan herkes korkardı. Sinirlendiği
zaman hiç şakası yoktu. Tüyleri dikilir ve damarları dışarı çıkar parmak
kalınlığında fark edilirlerdi. Başka köpekler saldırdığı zaman koşarak
gider, onlara önce göğüs vurur yere yıkar, sonra ağzı ile tutup sağa sola
sallar öldürmeğe çalışırdı. Hatta bir kaç köpek bir den saldırsa bile arkasını kaya veya evin köşesine dayar, çabuk hareket ederek önce birini yere yıktıktan sonra ötekilere de saldırır ve hepsini bertaraf ederdi.
İnsanlara da göğsü ile vurur yere yıkar fakat
onları ısırmaz öyle kulaklarını diker, üzerinde bekler, kıpırdamağa ve
kurtulmağa hiç şans vermezdi. Tabı biz sahipleri görür de “Kaptan bırak!” diye bağırırsak hemen bırakır, koşarak yanımıza gelir ayaklarımıza sarılarak af dilerdi. Yanında
hiç kimse şakadan dahi olsa beni ve ağabeylerimi veya ailemizden birini
tutamazlardı. Hemen saldırır ve yere yatırırdı. Hatta bir sefer yaylaya giderken Kireç Taşı nda
yılanların içine girebildiğim ve korkup can havli ile bağırdığım zaman, yanımda olmamasına rağmen birden yanımda peyda olmuş, yılanlara saldırarak iki metreye yakın bir
yılanı ağaçlara vura vura öldürmüş ve beni bu yılanların arasından
kurtarmıştı.
Kaptan genel
de sürüyü yalnız bırakmaz, peşlerine gider, fakat uzaklarda olsa bile sürünün başına bir hal geldiği zaman, onu hisseder, anın da orada olurdu ve kokularından bizim malları
tanırdı. Biz de kendisini çok sever bazen kendimiz yemek bulamasak ta ona çare
eder hiç aç bırakmazdık.
Eski Sığır Vanagı, şimdi ki
Sultan Yaylası Vanağın da bizim sürü sabah sağıldıktan sonra evlerin
başından dizilirler, başka sürülere karışmadan, en önde Kaşka Yapraklı bu öncü
keçim, arkasından da diğer sürü olmak üzere doğruca ya Pilonçuta, ya da Poğut a
giderler. Bazen de Edigöl de karınlarını doyurup geri yatağa gelirlerdi.
Çok güneşli bir Ağustos
gününün akşam üzeri, akşama bir iki saat kala, etrafı seyretmek ve gelen keçilerimizi gözlemek için Yaşar
ile vanağın yukarısında Kilise düzlüğüne çıktık ve etrafı kolaçan etmeğe başladık.
Fakat hayret aslen o vakitlerde yatağa toplanması gereken sürümüzün hiç biri
gelmemişti. Diğer malcılar sürülerini pere almışlar sağmağa başlamışlardı bile. Bizimkiler yok. Yaşar ile ben panik yaptık ve kimseye haber vermeden Pilonçut Deresinden aşağa bağırıp ıslık
çalarak, koşup gitmeğe başladık. Biraz gittikten sonra bir sürü izine
rastladık. İz sağ tarafa, sarp kayaların bulunduğu yöne doğru gidiyordu. İzi takip ederek kayaların arasında yatık sık bodur ağaçlar bulunan
çok dar ve kaban bir yere geldik. Oh çok şükür sürümüz burada tamamını bulduk.
Hayvanlar inmişler, yatık bodur ağaçlar göğüslerine dayanmış geri çıkamamışlar. Kaban olduğu için aşağı da inememişler, orada kapanmış kalmışlardı.
O sırada köpeğim Kaptan bir yerden çıkageldi. Kuyruğunu sallayarak ve inleyerek yanıma yaklaştı, ayaklarıma
sarılmağa başladı. Dili bir karış dışarda telesleyip duruyordu ve ağzının
etrafında ki tüylerinde kanlar vardı. Anladım, bir şeyler anlatmağa
çalışıyordu. Elimle başını okşadım ve boynuna sarıldım. Her tarafını yokladım
yarası filan yoktu.
Artık akşam
olmuş, güneş gök yüzünü kızartmış ve gündüzü terk etmek üzereyken, birden o öncü Kaşka Yapraklı keçim tam
önüme gelerek durdu. O da mahçübiyetini bildirmek veya bana bir şeyler
anlatmak ister gibi gözlerimin içine bakıyor ve arada bir başını sallayıp bağırıyordu.
Dizlerimin üstüne çökerek keçiyi boynundan tuttum. İki taraflı
yanaklarından ve burnunun üzerinde ki temiz, tüysüz yerinden defalarca öptüm.
Hiç direnmedi ve kaçmadı. O da sevdiğimi anlamış ve kendisi de sevinmişti. O
zaman baktım ki bu insandan akıllı Kaşka Yapraklı keçimin gözlerinden yaş
akıyordu. Galiba görevini yapamadığı için ağlıyordu. Veya Görevini yaptığı
için. Veya başından bir şeyler geçmişti. Veya bilmem belki duygulanmıştı.
Bu zamana kadar hiç böyle yakınıma geldiğini, kendini bana teslim ettiğini
görmemiştim. Boynunda bir yara vardı, az da olsa kan akmış ve bana da
bulaşmıştı. Kesin artık başından bazı olaylar geçmişti.
Biz Vanak tan bayağı uzakta
idik ve gitmek için yokuş yukarı iki saat ten fazla yol yürümemiz gerekiyordu. Gece
sürüyü oradan çıkaramazdık. Sürüyü orada bırakıp, ikimiz birlikte gitmek te hiç
olmazdı. Artık orada sabaha kadar sürü ile birlikte beklemeğe karar
verdik. Çünkü arkadaşım Yaşar yalnız kalmağı veya haber vermek için gece yalnız yola
gitmeği istemiyordu. Haklı da idi, oralar insiz dağ başları, her türlü aç
yabanı hayvanların bulunduğu yerlerdi. Üstelik yolumuzun geçeceği yerler de
dere içleri karanlık ve korkulacak yerlerdi. Bizler de en nihayet çocuk sayılırdık.
Biz öyle şenlik olsun diye
sesleyip bağırırken vanak tarafında Kilise düzü denilen yerde güneşin
kızarıklığı ile karışmış bir insan silueti gördük. Biz ha bire bağırıp
duruyorduk. Artık hava da karardı ve o siluet kayıp oldu gitti sandık. Fakat yanılmışız, o gördüğümüz siluet sesimize cevap verince insan olduğunu anladık. Devamlı
birbirimize seslenerek bir buçuk saat kadar sonra yanımıza geldiler. Eniştem
Osman ve Teyzemin oğlu Ekrem idiler.
Yanlışlıkla dere içinde bizi aşağı geçebilmişler ve biz kendilerini uyarınca geri dönüp yukarı yanımıza geldiler. Dik ve yamaç yerden yukarı koşarak geldikleri
için çok yorulmuşlardı. Biraz yere yatıp dinlendikten sonra ellerinde ki kopri
denen aletlerle o bodur ağaçların bazılarını kestiler ve keçilerimizi oradan çıkararak o gece saat 02.00 de sürümüzle hep birlikte vanakta evimize gidebildik. O gece hemen yaralı kaşka yapraklı keçime tereyağı eriterek ilaçlar yaptım ve az zamanda yaraları iyileşti.
Ertesi gün tekrar bu yere gelerek yaptığımız incelemede anladık ki bir ayı sürüye saldırmış ve bu saldırı esnasında ya Köpeğim Kaptan ayıya saldırmış veya Kaşka Yapraklı keçim kafa vurmak suretiyle sarp kayadan aşağı düşürerek ölmesine sebep olmuştu. Çünkü ayının ölüsü, dili dışarda uçurumun altında, kanlı olarak görünüyordu.