Tarikatlar ve Cemaatler tamamen sahte,
eskiden Osmanlı döneminde olduğu gibi İslam dini ve Türkiye Cumhuriyetini
yıkmak için düşmanlar tarafından organize edilmiş, ileri karakollardır.
10 yıl boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yaşayıp 29 yıl imamlık yapan, şeyh yardımcılığına
kadar yükselen Mehmet Tekeci, “Bütün şeyhler,
tarikatlar, cemaatler sahtedir. Buralarda tecavüz ve taciz vardır. Tacizin ana
kaynağı sadece tarikatlar değil, kuran kursları, yurtlar ve cemaatlerdir.
Bunlar din pazarlayan, namussuz, ahlaksız insanlardır. Ben bunların hepsini
gördüm ve yaşadım” diyor. Tekeci, ayrıca mahallelerde açılan 'sübyan
mektepleri'nin ne kadar tehlikeli olduğunu, devlet kurumlarının hangi cemaat ve
tarikatlara paylaştırıldığını detaylarıyla anlatıyor.
İNTİHARI
DENEDİM
Meslek
hayatı boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yer alan Mehmet Tekeci, gerici
yapıların iç yüzünü “Enes ile aynı kaderi öğrencilik yıllarında paylaşan
birisiyim. Enes’in acısını en çok hissedenlerden biriyim. Ben onun gibi
intiharı denemiş, başarılı olmuş ve hastanede kurtarılmış insanım” sözleriyle
anlattı. Tarikat ve cemaat yurtlarında yaşananları özetleyen Tekeci şunları
söyledi: “Oralarda, ruhları örselenmiş, ezilmiş, kişilikleri yok edilmiş
insanlar yetiştiriliyor. Buralarda özgürce dersinizi çalışamazsınız. Önce o
tarikatın dersini yapmak, kasetini izlemek zorundasınız. Bu beyin yıkama
olaylarından sonra ancak okulun derslerini çalışabilirsiniz. Özgürce yaşama
imkânı asla yoktur.
BİNLERCE
ENES VAR
Kurumların
denetlenmediğini ifade eden Tekeci, “20 yaşındaki genç ölüyor ve devlet seyirci
kalıyor. Her seferinde bir yurtta yangın olup kızların yanması, intihar, dayak,
taciz mi olması gerekiyor. Türkiye gelecek nesillerini tarikat ve cemaate
teslim ederek kaybediyor. Devlet denetlemiyor. Çünkü denetleyen kişiler de
kendi adamları. Oraları çok iyi bilen biri olarak diyorum, şu an Enes gibi o
yurtlarda bu travmayı yaşayan binlerce gencimiz var. Aileler çocuklarını
acilen oradan almalı” dedi.
– Sizi tanıyabilir
miyim? En son hangi görevdeyken ayrıldınız?
-1965 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğdum. İlkokulu köyümde,
ortaokul ve liseyi Kastamonu İmam Hatip Lisesi’nde okudum. 6 yaşında köy
imamında Kuran okumaya başladım. İlkokul bittikten sonra ailem beni ‘gavur’
okulu diye ortaokula göndermedi. Bir Kuran kursuna gönderdiler. Hayatımın en
karanlık ve acı dolu günleridir. Ailemden habersiz parasız yatılı sınavlarına
girerek ve din eğitimi de veriliyor diye ailemi imam hatibe gitmeye ikna ederek
okumaya başladım. İmam hatip benim için bir kurtuluştu. 29 yıl çeşitli yerlerde
din görevlisi olarak görev yaptım ve 2013 yılında siyasi iktidarın dini
kullanması ve camilere siyasetin girmesinden rahatsız olarak emekli oldum.
Allah’ı Arayan İmam ve Labirentten Çıkış isimli iki kitabın yazarıyım.
– Hangi
yıllarda tarikat ve cemaatin içinde yer aldınız? Nerede ve kaç yıl onlarla
kaldınız?
-Göreve ilk başladığım 1985 yılında bize tavsiye edilen tek kaynak Ömer Nasuhi
Bilmen’in İlmihal kitabı idi. Diyanet, imam atamalarını ve bütün din işlerini
bu kitaba bakarak yapardı. 1995’li yıllara geldiğimizde kafamda ciddi sorular
oluşmaya ve cevaplarını bulamamaya başladım. O yüzden bu sorulara cevap
bulabilirim düşüncesi ile tarikata girdim. 10 yıl tarikatın içinde kaldım.
Mensup olduğum tarikatın şeyhinin ildeki görevlisiydim.
Ancak aradığım hiçbir şeyin cevabını bulamadım. Tamamen rüyalara dayalı ve
adına maneviyat denilen hurafelerden başka bir şey yoktu. Mensup olduğumuz
tarikatın şeyhi Kuran ayetlerini bile yanlış okurdu ancak bir hikmeti vardır
diye bir şey söyleyemezdik. Daha fazla orada durmamın bir anlamı kalmadığına
2005 yılında karar verdim ve ayrıldım.
– Neden
tarikat ve cemaatlerden ayrıldınız?
-Dine ait hiçbir şey yok aslında buralarda. Her tarikatın derneği ya da vakfı
var. Onlara bağlı olanlar ciddi bir para kaynağı. Sorgulamadan gidilen bu
sadakat anlayışı içinde “Allah rızası için” denilerek sizden ciddi bir kaynak
sağlanmakta. Orada özellikle zikir ortamında oluşturulan yapmacık illüzyon daha
sonra cazibesini yitiriyor etrafınıza bakmaya başlıyorsunuz. Oradaki ruhsal
olarak sömürülüyor, maddi olarak sömürülüyor. Bugün fakir olan, dünyalığı
olmayan tek bir tarikat ve cemaat şeyhi yoktur. Tamamı saltanat içinde Karun
gibi hayat sürmektedir.
– Yurtlar tehlikeli
mi? Kapatılmalı mı?
-Yurtlar ve kurslar çok tehlikelidir ve istisnasız ilk ve ortaöğrenim
öğrencileri için açılan bütün kurs ve yurtlar kapatılmalıdır. Adana’da yurtta
yanarak ölen kız çocuklarımız, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan erkek öğrencilerimiz,
Fıkıh-Der’de tecavüze uğrayan öğrencilerimiz, tarikat şeyhleri tarafından taciz
ve tecavüz edilen çocuklarımız ve kadınlarımız sadece fosseptikten sokağa taşan
damlacıklardır.
Duyduğumuz
koku budur. Bu vesile ile anaokulu adı altında her mahallede açılan “sübyan
mekteplerine” de dikkatinizi çekmek isterim. Buralarda barındırılan küçük
çocuklarımız çok büyük tehlike altındadır. Bu çocuklarımız geleceğin cemaat ve
tarikatlarına altyapı olarak hazırlanmaktadır. Buralardan mezun olan kız
çocuklarımızın mezuniyet törenlerinde genellikle gelinlik giydirilerek
beyinlerine gönderilen mesaj çok önemlidir. Ülkemizde durmadan yükselişte olan
“çocuk gelinler” olayının temelleri yıllarca ekilen bu tohumların bir
izdüşümüdür.
– En son
yaşanan olay gibi taciz ve tecavüz olayları yaşanıyor mu?
-Buralarda verilen eğitimlerde öğrenci ile öğretici baş başa kalabilmektedir.
Özellikle ezber derslerinde bu daha çok yapılmaktadır. İşte o odada neler
olduğunu ve ne yaşandığını çocuk cesaretini toplayıp ya da dayanılmaz noktaya
gelip anlattığında öğrenebiliyoruz. Bu zamana kadar tarikat ve cemaatlerde
ortaya çıkan olaylar, kurs ve yurtlarda taciz ve tecavüze uğrayan çocukların
haberleri aslında buralarda ne kadar karanlık ve ahlaksız işlerin döndüğünü net
bir şekilde ortaya koymaktadır.
–
Tarikatları nasıl yorumluyorsunuz? Onlar dini kullanıyor mu? Cumhuriyet ve
Atatürk düşmanı mı?
-Tarikatlar Kuran ayetlerine takla atlattıran, onlara akla ve hayale gelmeyen
anlamlar katarak metafizik kavramlar ve soyut anlatımlarla ispatlanması mümkün
olmayan rüyalara dayalı bir din oluşturmuşlardır. Tarikatların iki sermayesi
vardır: Sadakat ve cehalettir. Tarikatların yüzde 90’ı Türkiye’yi “dar-ül harp”
olarak görmektedir. Yani yarın ellerine fırsat geçtiğinde “savaşılacak devlet”
demektir bu. Kısaca cemaat ve tarikatlara göre Türkiye’de mevcut ne varsa
ganimettir ve hangi yolla olursa olsun onlara helaldir. Asıl vahim olan budur.
Siyasal İslamın Atatürk’ün kurup yoktan var ettiği bu ülkenin ne kadar
kazanımları varsa teker teker yok etmek, ellerine geçirmek için her hileye
başvurmaları bundandır.
– Devlet
tarikatlara mı emanet ediliyor?
-Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir Ortadoğu ülkesi değildir. 29 Ekim 1923 yılında
atılan bu ülkenin temellerini Mustafa Kemal Atatürk sağlam atmıştır. Bu ülke hiçbir
zaman bir din devleti olmayacaktır. Bu ülke hiçbir zaman şeyhlerin ve
dervişlerin yönettiği bir ülke olmayacaktır. Zira bu ülkenin bütün ayarları
Atatürk tarafından 'muasır medeniyet'e göre ayarlanmıştır.
Tarikatlar
arasında görev taksimi 1970’li yıllarda yapılmıştır. Dershane ve özel okullar
Fethullahçılara, Kuran kursları ve yatılı yurtlar Süleymancılara, Arapça ve
medreseler İsmailağa cemaatine, hastane ve sağlık sektörü ise Adıyaman
cemaatine pay edilmiştir. Alıntı