SAYFALAR

4 Kasım 2024 Pazartesi

RİZE FINDIKLI TARİHİ

İlçemiz Fındıklı ilk zamanlar Batum'a bağlı Viçe Bucağıydı.

Orhan Naci Ak tarafından yazılan Rize tarihi adlı esere göre;1876-1877 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Berlin anlaşması ile 3 Mart 1878 de Batum Ruslara bırakıldı. Batum Rusların eline geçince sancak merkezi de Batum’dan Rize'ye taşındı. Viçe de dolayısıyla Rize'ye bağlandı.

1. Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı yıllarında Rize, ülkenin genelinde olduğu gibi, büyük sorunlarla karşılaştı. Dış güçlerin kışkırtmaları ile başlayan isyanlar ve uğradığı Rus işgali nedenleriyle bölgede göçler ve muhacirlik baş gösterdi ve halk büyük sıkıntılar yaşadı.

Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda ülke düzeyinde yeni bir idari teşkilatlanmaya gidildi.1924 yılında çıkarılan yeni bir kanunla sancak teşkilatı kaldırılıp yerine vilayetler kuruldu. Rize Vilayeti Atina ve Hopa Kazalarından oluşmaktaydı. Sonraları Rize merkeze Mapavri (Çayeli), Kurayiseba (İkizdere) Karadere (Kalkandere) nahiyeleri de bağlandı. Atina kazasına Ardeşen ve Hemşin nahiyeleri bağlanmıştı. Hopa Kazasına ise: Viçe, Arhavi, Kemalpaşa Nahiyeleri bağlanmıştı. Bu durum 1933 yılına kadar devam etti. 

1933 yılında Rize İli ile Artvin İli birleştirilerek Çoruh adı ile tek bir vilayet kuruldu.1936 da Artvin ile Rize tekrar ayrılarak ayrı birer il oldular. 

1486 tarihli tapu tahrir defterlerinde adına rastladığımız Viçe bu yıllarda Arhavi kazasının sahip olduğu iki zeametten biri olarak adlandırılır. (Osmanlı tımar sistemine göre, geliri 20,000 ile 99,999 akçe arasında olan dirliklere zeamet ismi verilirdi.)

Viçe Nahiyesi 1886 yılında kuruldu. Bu yıllara kadar Gavra adında bir köydü. Yeni kurulan bu nahiyeye atanan ilk nahiye müdürü Tuzcuoğlu Mehmet Efendi oldu. Yine bu yılki kayıtlara göre Rize de ilk rüştiye mektebi 1876 yılında açıldı. Pazar, Arhavi ve Fındıklı’da ise 1887 yılında birer Rüştiye mektebi açıldı.

Viçe nahiye olduktan sonra Hopa ilçesine bağlandı. Tek hakimli bir mahkeme, Nüfus idaresi ve Tapu teşkilatı da kuruldu. Viçe’nin Hopa ile idari ilişkisi Fındıklı İlçe teşkilatının kurulduğu 1948 yılına kadar devam etti.

Hamdi YAZICI’nın Fındıklı Kültürevi Bülteni adıyla çıkan Ekim 1993 tarihli dergide yazdığı makalede belirtildiğine göre; ‘Fındıklı İlçesi küçük bir köy konumunda iken 26 Mart 1887 tarihinde Bucak statüsüne yükseltildi. Bu tarihlerde Fındıklı’ın adı Gavra olarak geçmekte idi. Bu yıllarda (1903-1904) doğanların nüfus kayıtların da doğum yeri olarak Gavra adı kullanılmıştır. Aynı makalede Fındıklı İçesi 11 Haziran 1947 yılında çıkarılan 5071 sayılı kanunla 'Bucak' olmaktan çıkarılıp 'İlçe' haline getirildi. 1948 Yılında da diğer idari teşkilatlar kurularak faaliyetlere başlatıldı’ denmektedir.

I. Dünya Savaşında Fındıklı Ve İşgalden Kurtuluşu

1. Dünya savaşın da Ruslara karşı açılan doğu Cephesindeki yenilgi Rus Ordularının Fındıklıya kadar ulaşmasına neden oldu. Fındıklı ve Karadeniz sahilini 3. Orduya bağlı 53. alay müdafaa ediyordu. Ordu kumandanı Hacı Hamdi Paşa idi. 53. Alay kumandanı ise Yarbay Ali Rıza Bey idi Fındıklı müdafaa hattı iken merkez komutanlığı binası olarak Tahiroğlu Hafız’ın evi kullanılıyordu. Kumandanlığını teğmen Kadıoğlu Salim Efendi yapmaktaydı. 

Fındıklı halkının bütünü savunma hattında görev almalarına rağmen Şubat1916 da Fındıklı Ruslar tarafından işgal edildi. Fındıklı’nın müdafaasında görev alıp halkı yönlendirenler Mustafa Şahinler, Salim Kadıoğlu ve Rıfat Kalpak isimli yedek subaylardır. 

Hamdi YAZICI’nın naklettiği bilgilere göre; Ruslar 1916 Şubat ayının karlı bir gecesinde büyük bir kuvvetle  Türk kuvvetlerini kuşatma hareketine geçti. Kuşatma haberi sabaha yakın bir saatte birliklerimize ulaştı. Onadı, Kamaşane ve Hara bayırındaki birliklerimizi yok etmek istiyorlardı. Bu sırada bir Rus torpidosu Mekiskir de demirlemiş ve mütemadiyen buraları bombalıyordu. 

Daralan düşman çemberi birliklerimiz arasındaki haberleşmeyi de kesti. Kurtuluşu geri çekilmekte bulan direnişçilerimiz bu emri birliklerine ulaştıramıyorlardı. Kamaşane deki birliklere geri çekilmek emrini ulaştırmak isteyenler yolda şehit edildiler. Karargahta bulunan genç teğmen Salim Efendi bu görevi gönüllü olarak üstlendi. Kamaşane’ye giderek geri çekilme emrini ulaştırdı ve buradaki birliklerin bir kısmının imha olmasını önledi. Burada kalanların tamamı şehit oldu. 

Fındıklı’yı geçen Ruslar 5 Mart 1916’da Pazar’ı 9 Mart 1916’da da Rize’yi işgal ettiler. İlerleyişlerine devam eden Ruslar 18 Nisan 1916’da Trabzon’a girdiler. 

İşgal yıllarında ‘saltat’ diye adlandırılan Rus askerleri Fındıklı da ‘Naçalık’ adı verilen mülki idare birimi kurdular. İşgal bölgelerinde 'manat' adlı paralarını bastılar ve bu bölgede kısa bir süre kullandılar.

Rusya’da başlayan isyanlar ve Bolşevik ihtilali Rus Ordusunun bölgemizden çekilmesi kararındaki en önemli etken olmuştur. Rus askerleri ihtilal sırasında geri çekildiler. Halk bu gelişmeyi büyük bir coşkuyla kutladı. Yaklaşık iki yıl boyunca Rus işgali altında kalan Fındıklı 11 Mart 1918 yılında Rus işgalinden kurtularak tekrar hürriyetine kavuşmuş oldu.



29 Ekim 2024 Salı

ATATÜRK ÜN AĞZINDAN MEKTUP

Bir İngilizce Öğretmeni Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret eden bir kız çocuğuna Atatürk'ün ağzından bir mektup yazdı. Buyurun lütfen okuyun!

"Sevgili Kızım Safiye!

Bugün, benimle ilgili sarf ettiğin kötü sözleri duydum. Üzülmedim desem yalan olur. Ama ne için, ne kadar üzüleceğime bir türlü karar veremedim. Sana mı üzüleyim, kendime mi üzüleyim yoksa benim gibi seçilmiş ve adıyla hitap ettiğin şuan ki Cumhurbaşkanınız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a mı üzüleyim, bunların hepsini geçtim, senin başını örterek, ahlaki yetişkinliğe ulaştığını zannedip, büyüklere saygıyı ve mezarlıkta küfür edilmeyeceğini öğrenemediğini öğrenen ailene mi üzüleyim…

Bu laflarını ve bana karşı yapılanları düşündükçe, aklıma neyi eksik yaptım sorusu gelmiyor değil.

Dağılmakta olan bir imparatorluğu, dört bir tarafı düşmanla çevrili Anadolu’yu, köylerinde Ermeni ve Rumların tecavüzlerine maruz kalan analarımızın olduğu şehirleri, silah arkadaşlarımla bir olup, gece gündüz demeden savaşarak kurtarmaya çalıştık…

Biz de bilirdik, Kazım Karabekir’le, İsmet İnönü’yle, Fevzi Çakmak’la Avrupa’ya kaçmayı, Londra’da, Paris’te, Roma’da senin gibi aylak aylak gezmeyi, elinde kameralarla fotoğraf çekenlere 5 sterlin verip, Osmanlı’nın arkasından atmayı…

Ama yapmadık, yapamadık. İçimizdeki vatan sevgisi bu isteklerimizi yendi…

Kimimiz evinden barkından oldu, kimimiz anasını, kimimiz eşini, kimimiz çocuklarını kaybetti… Ama hiç pes etmedik…

Beni zaten biliyorsun, umarım öğretmenlerin anlatmıştır, hayatımın hepsi cephede geçti sayılır. Evlenip, soyumu devam ettirmek için zaman bile bulamadım…

Senin yaşında, cephede binlerce Anadolu kadını öldü, senin bu günleri görebilmen için, biliyor musun? Nene Hatun’u anlattılar mı sana, ondan haberin yok, ama bence iyi bir araştır…

Diyorlar ya, ben Osmanlı’yı dağıtmışım… Ben dünyaya gelmeden zaten Osmanlı birçok toprağını kaybetmişti. Balkanlarda, doğuda, güneyde kaybedilmedik hiç bir yer kalmamıştı… Anadolu tümüyle işgal altındaydı…

İşte biz silah arkadaşlarımızla Türklerin anayurdu bildiğimiz Anadolu’yu geri aldık…

Geri alınca da halkı yönetime katalım, halkın sözü geçsin diye Cumhuriyeti ilan ettik. Cumhuriyeti hiç ortaya çıkarmasaydım, İmparator gibi bir hayat yaşardım onu belirteyim. Ama, Orta Asya’dan geldiğinden beri özgürlüğüne düşkün olan asil Türk Milletine en uygun yönetim şekliydi Cumhuriyet…

Cumhuriyeti ilan eder etmez ilk işimiz, Osmanlının parçalanmasına hız katan, senin gibi körpecik beyinleri istedikleri şekilde yıkayan, dini kendilerine göre öğreten tekke ve zaviyeleri kapatmak oldu… Bırakalım da insanlar, son güzel dini, tertemiz kutsal kitap Kuran’dan öğrensinler istedik…

Tevhidi Tedrisat kanunu çıkarak Eğitim-Öğretimi birleştirdik, kız çocuklarının okuması için önlemler aldık. Hatta sen bilmezsin belki, büyüklerine sor… 29 tane İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi açtık…

Kadınlarımız ezilmesin, yönetimde söz sahibi olsun diye, birçok Avrupa ve Dünya ülkesinde bile yokken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdik… Kadınları iş hayatına yönlendirdik, devlet memurlukları görevine aldık… Ezilmeyin, yücelin diye…

Kızım;

Bu ülke, bu millet öyle yüce bir millettir ki, Biz Osmanlıyı kuran Ertuğrul Gazi’yi de minnetle anarız, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’i de, Anadolu’yu Türk Yurdu haline getiren Alparslan’ı da…

Biliyor musun, Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, Arap Kralı, Beytullah-Kabe’yi ortadan kaldıracağına dair bir söz sarf etmiş. Arabistan kralına mektup yazarak, böyle bir şey yaparsa karşılığında Türk Ordusuyla Arabistan’ı yerle bir edeceğimi belirtmiştim.

Unutma yavrum, 'Tarihini unutmuş bir millet, başka milletlerin avı olmaya mahkumdur.'

Ömrüm yetmedi, 57 yaşında göç ettim fani dünyadan…

Ömrümü Türklüğe adadım… Ölmeden önce, 'Benim naçiz vücudum elbet bir gün yok olacaktır, ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.' dedim…

Mirasımın büyük bir kısmını, Türk Tarih Kurumuna ve Türk Dil Kurumuna bağışlamak için talimat verdim…

Şahsi meselem Hatay Sorununun çözüldüğünü göremesem de, olayın tamamen bizim lehimize çözülmesi için tüm girişimleri yaptım…

Bugün, bana kötü sözler sarf ettiğin yer var ya, Anıtkabir, orayı ben yaptırmadım… Benim isteğim, Hatay, Dörtyol’a gidip, hayatıma orda devam edip orda kalmaktı… Olmadı, İstanbul’da, acımasız bir hastalığın pençesine düşüp, orada öldüm…

Benden sonra gelenler de, benim için bir anıtmezar yaptırmayı düşünüp, Ankara’ya nakletmişler naaşımı…

Mektubumu fazla uzatmak istemiyorum…

Ben senin yaşındayken, askeri okulu bitirmiş, ülkeme nasıl hizmet ederim hesabı yapıyordum…

Sen de bundan sonra ki hayatında güzel şeylerle anılmak istiyorsan, ülken için, Türklük için, dinin için güzel şeyler yap…

Ben hala bütün ümidimin gençlikte olduğuna inanıyor ve seni en kalbi duygularımla selamlıyorum…

Gazi Mustafa Kemal" ...diye bir mektup yazardı herhalde bu kızımıza Ulu Önderimiz...

Saygılarımla... Hanefi Zobar İngilizce öğretmeni. ALINTI

23 Ekim 2024 Çarşamba

İLK SOYGUNCUMUZ

Tarih; 7 Temmuz 1961. Tam 63 yıl önce, Buğday Bankası'nın İstanbul Çemberlitaş Şubesi'ne hızla dalan eli sten tabancalı genç bir adam, vezneye yönelir ve elindeki torbayı memura uzatarak, "Ne varsa, bütün parayı doldur" diye bağırır.

Kasadaki 2.900 lira çantaya girdikten sonra havaya bir el ateş edip, "takip edeni vururum." diye bağırır ve chewrolet arabasına atlayarak oradan uzaklaşır.

Olayı yaşayan herkes donup kalır, sanki rüya görüyorlardı. Bu olay polis kayıtlarına Türkiye'nin ilk banka soygunu olarak geçti.

Soygunu gerçekleştiren gangsterin adı Necdet Elmas idi.

Aynı adam üç gün sonra Çatalca'da aynı yöntemle bir benzin istasyonunu daha soydu.

İlk banka soygunundan tam 41 gün sonra bu kez Kazlıçeşme İş Bankası Şubesi yine aynı yöntemle soyuldu.

Soygunlar seri olarak devam ediyor, dur durmak bilmiyordu.

Necdet Elmas bu defa tam 165.850 lira kaldırdı. Bu paranın 100 bin lirasıyla o tarihte İstanbul Boğazı'nda geniş bahçeli, bakımlı, güzel bir yalıyı satın alabilirdi.

Necdet Elmas'a ün ve prestij sağlayan asıl olay ikinci banka soygunu, yanı İş Bankası soygunu oldu. Veznenin önünde durup bankayı soyarken, tam o sırada gençten birisi elindeki 480 lira parayı bankaya yatırmak için bekliyor ve korkudan titriyordu. Genç bütün cesaretini toplayarak soyguncu Necdet'e "Abi benim paramı da alacak mısın?" dedi.

Necdet sert şekilde sordu: "Sen de kimsin oğlum? Ne iş yapıyor sun?" diye. Genç "Abi ben işçiyim." dedi Necdet Elmas'a
"Sok oğlum onu cebine, biz işçinin parasını almayız." dedi.

Yüksek sesle konuştuğu için zaten ölüm sessizliğinde olan bankada bu lafları herkes duymuştu.

İşte bu sözleriyle ertesi gün gazetelerin de cilalamasıyla, milletin gözünde banka soyguncusu değil de, bir halk kahramanı gibi algılanmaya başlandı.

Adeta zenginden alıp fakire dağıtan, iyilik perisi Arsen Lüpen veya Robin Hood olmuştu.

Türkiye'de ilk defa ekipler halinde 700 polis Necdet Elmas'in peşindeydi. O dönemde sıkıyönetim olduğu için Jandarma birlikleri de her yerde onu arıyordu. Güvenlik güçlerinin arabaları, saatte 70 km. hız yaparken, Necdet Elmas'in çaldığı Amerikan arabaları 140 km. hızla, arkasında toz bırakıp kaçıyordu.

Kadıköy Kalamış'ta kıstırıldı ama arabasını ateşe vererek yaya olarak kaçmağı başardı.

Gazetelere "The gangbuster of İstanbul" imzasıyla mektuplar göndererek soygunları nasıl yaptığını, bundan sonra nereleri soyacağını mizahi üslupla anlatırken "Bu polisler boşuna maaş alıyorlar. Hepsini kovmak lazım." şeklinde mesajlar dahi gönderiyordu.

Tek başına bir çılgın adam adeta devletle, emniyet güçleriyle dalga geçiyordu.

Ülkedeki herkes hatta Bakanlar Kurulu'nda hükümet üyeleri bile bu adamı konuşuyorlardı.

Türkiye sanki gizli bir düşmanıyla savaşa girmişti. Toplumu bir Necdet Elmas paniği sarmalamıştı.

Sonuçta Necdet Elmas'ın kellesine o günler için astronomik rakam olan 100 bin lira ödül konuldu.

Necdet suç arkadaşı Necdet Sinkıl ile birlikte, yeni planlar hazırlayıp, yeni soygunlar yapmak için, Darıca'da bir tanıdığının evine gitti.

İlk gün çok iyi ağırlandılar, ancak ikinci gün rekor ödülü almak isteyen ev sahibi polise ihbar etti.

Jandarma ve polis evin etrafını sarınca Necdet Elmas kapıyı açıp komutandan hazırlanmak için izin istedi. Traş oldu, tertemiz takım elbisesini giydi ve teslim oldu.

Kadınlara, paraya ve Amerikan otolarına dayanamayan Necdet'in görüntüsü şık bir beyefendi olarak topluma yansıdı.

Necdet Elmas fakirlik nedeniyle zor koşullarda liseyi bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girmişti. Amacı ünlü bir kanun adamı olmaktı ama o, kaderin cilvesi sonucunda Türkiye'nin ilk banka soyguncusu oldu.

Soygunlardan öyle çok paralar kazanmasına rağmen bir kuruşu yok, ailesi sefaletler içinde yaşıyordu. Necdet Elmas genç yaşta evlenmiş 3 erkek çocuk sahibi olmuştu, ancak yoksulluk yakasını bırakmıyordu. Bu arada büyük oğlu 7 yaşındayken gıdasızlık ve bakımsızlıktan ölmüştü.

Kültürlü, çok şık giyinen, güzel konuşan, kibar ve yakışıklı, elit bir salon adamıydı aslında.

Duruşmada hakimlere yaptığı benzeri görülmemiş savunma aradan 50 yıl geçmesine rağmen kıdemli hukukçular arasında efsane gibi anlatılırdı.

Uzun yıllar Sultanahmet Cezaevinde yatarken bütün yönetimin saygısını kazandı.

Cezaevi Müdürü ve bütün gardiyanlar bile geleneklere ve talimatlara aykırı olarak ona 'Ağabey' diye saygıyla hitap ederdi.

Cezaevine büyük bir kütüphane kazandırdı. Okuma yazması olmayan mahkumlara öğretmenlik yaptı. Tutuklu yargılanan zanlılara hukuk dersleri verir, taktik gösterirdi.

Özel sorunları olan, başı sıkışan genç mahkumlar Necdet Elmas'a danışırlardı.

Cezaevinin bahçesine Türkiye'de bir ilk olarak havuz kazandırarak tarihe geçti.

Dürüstlük ve iyi insan olmak konusunda cezaevinde bir çok konferanslar verdi. Bu konferanslara bazı meraklı hakim ve savcıların da dinleyici olarak katıldıkları bilinir.

Necdet Elmas 1974 affıyla salıverildi.

Gelenektir. Hapisten çıkanlar şayet geride güzel dostluklar bırakmışsa diğer mahkumlar tarafından cümle kapısından alkışlarla uğurlanırlar. Buna da öyle oldu, saatlerce kapıda mahkumlar ve yöneticiler tarafından alkışlandı ve cezaevinden tahliye oldu. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra memleketi olan Konya Ereğli'ye yerleşti.

Hayatta kimsesi kalmamıştı. Tek başına sakin bir yaşam sürdürdü ve Ocak 2017'de 82 yaşındayken hayata veda etti.

İşte yıllar önce Türkiye'de ilk banka soyguncusunun kaldırdığı çok büyük paralar ve yaşadığı sefaletlerden sonra topluma yansıyan çok renkli hayat hikayesi.

Günümüzde soyguncular sayesinde sadece bankalar değil, ülke her tarafından soyuluyor. Kimsede "Tık" yok.

Din adamlarından iktidar milletvekillerine, yandaş işadamlarından gazeteci sıfatlı kişilere, futbolculardan sosyal medya maymunlarına hatta sağlıkçılara, emniyetçilere kadar bir çok isim milyon dolarcıklarla birlikte anılırken hiçbir anormallik hissedilmiyor.

Ne olduğu çözülemeyen garip işlemler, karmaşık pis işler toplumu arsız sarmaşık bitkisi gibi çevrelemiş durumda. Kimin eli kimin cebinin neresine kadar uzanmış bilinemiyor. Adalet diye bir şey kalmamış, Türk adaleti bu komediyi seyretmekle meşgul.

Karnını doyurmakta zorlanan milyonlarca vatandaş ise, sanki yerli drama dizi seyredermiş gibi ağzı açık şaşkınlıkla bakıyor.

Ülkenin her şeyi değişti.

Din tezgahtarları, cahil, hırsız, avantacı, pislik, gerici yobazlar sayesinde Türkiye acınacak durumda.

Bu ülkenin banka soyguncusu bile eskiden onurlu sevilir kişilerdi. Nereden nereye