SAYFALAR

28 Şubat 2014 Cuma

NERDE KALACAKLAR ?

 İsviçre Çin e savaş açmış ve Pekin'e kadar gelmişler. Çin İçişleri Bakanı haberi Çin Devlet Başkanına bildirmiş.
- Efendim İsviçre bize savaş açtı ve şu anda Pekine girdiler.
- İsviçre de kimdir ?
- Avrupa da bir ülke
- Kaç kişi bunlar?
- Nüfusu dört milyon
- Öğrenin bakalım, hangi otelde kalacaklar ?

27 Şubat 2014 Perşembe

ALIŞ VERİŞ

1976 yılı Adana Cinayet Bürosu, genelevin bulunduğu 81 sokakta ki bitirimhanelerde arama yaptıktan sonra yakaladığımız bir iki suçlu ile oradan biraz uzakta bıraktığımız arabamızın yanına dönüyorduk. Caddenin Küçük saat tarafından bir şahsın koşarak bizim tarafa doğru kaçtığını gördük. Biz ne olduğunu anlayana kadar adam bizi epeyce geçtikten sonra aynı hızla kaçmağa devam ediyordu. Üç arkadaş birlikte adamın arkasından koşmağa başladık. Epey gittikten sonra arkadaşlar daha fazla koşamamışlar, geri taraftaki arabamızın yanına dönmüş olacaklar ki ben arkama baktığım zaman arkamdan gelen hiç kimseyi göremedim.

Adam cadde aralarından giderek izini kayıp ettirmek istiyordu. Ben "Polis..Dur.. Kaçma" filan diye bağırdıkça O ölesiye kaçıyordu. Epey gittikten sonra dar dar ve çıkmaz bir sokağa girince üzerine atlayarak adamla birlikte tere yıkıldık ve yakaladım. Keelepçe taktıktan sonra üstünü aradım fakat her hangi bir suç teşkil edecek hiç bir şey yok. Sadece üzerinde o anda sayamadığım lastiklerle tutturulmuş bir tomar para var. Kendisine ne sorduysam hiç cevap vermiyordu. Soygun yapmış olabilir zannıyla şahsı kelepçeledikten sonra paraları elinden aldım ve arabamıza doğru yürümeğe başladık. Beş dakika kadar yürüdükten sonra arkadaşlarım o kısa sokak aralarında bizi kayıp etmişler ve arabanın yanına gelmiş bekliyorlardı.

Biraz yaşlı ve tecrübeli olan Dedektif Giresunlu Ahmet Ağabey her zaman ki gibi bana kızıyordu "Çocuk sen öyle ikide bir başını alıp uğuruna gitme. Sonra leşini bulamayız ha." diyordu. Biraz da haklı söylüyordu tabi. Ne ise arabanın yanına daha gelmeden uzağımda arabayı ve arkadaşları gördüm. Dışarda durmuş beni bekliyorlardı. Yanlarına yaklaştığım zaman fark ettim. Bekleyenler sadece Cinayetten arkadaşlarım değil, Narkotik Büro Amiri Emniyet Amiri Kamil Bey ve dört narkotik polisi de orada durmuşlar bizimkilerle konuşuyorlardı. Benim arkadaşlarımdan Pinkerton Şahin Ağabey'in sırtı bana dönüktü, beni görmüyordu ve onlara şöyle söylüyordu; "Siz hiç korkmayın Recep Onu şimdi yakalar getirir." derken bende gittim. Narkotikçiler zaten beni hiç fark etmediler. Kaçırdıkları adamı eli kelepçeli tam karşılarından geldiğini görünce şaşırdılar.

Meğer yakaladığım adamla bir haftadan beri irtibat halindeymişler ve eroin aliş verişi için pazarlık etmişler. Az evvel de Ziraat Bankasından 15.000,00tl para çekmişler ve seri numaralarını aldıktan sonra eroin kaçakçısına verip eroin alacaklarmış. Adam bunların polis olduklarını anlamış olacak ki parayı aldıktan sonra eroin vermeden ellerinden kaçmış. Üzerinde benim yakaladığım parada alış veriş esnasında polislerden aldığı para imiş. Narkotik Polisleri başta Amirleri Kamil Bey olmak üzere çok sevindiler. Adamı teslim aldılar ve ertesi akşam da bizi ekipçe yemeğe götürüp eğlendirdiler.

26 Şubat 2014 Çarşamba

İMZA GÜNÜ

Geçenlerde yeğenim Secaattin Öztürk'ün imza günü vardı. 'AŞKINA HÜZÜN BANDIĞIM ÖMÜR' isimli şiir kitabını tanıttı. Fevkelade iyi geçen tanıtımda şiirlerinin yanısıra arkadaşları kendisini de güya anlattılar. 

Beni de çağırdılar kürsüye, "Sen amcasısın, Secaattin'i sen de bize anlat" dediler. Yazık hepsi aldanmışlar. Hepsi biz Secaattin'i anlatıyoruz sanıyorlar. Hayır aldanıyorlar. Bir şeyi anlatmak için, önce o şeyi anlamak lazim. Bir şeyi anlamadan nasıl anlatacaksınız. Secaattin'i anlamağa bir ömür yetmez. Ben sekiz yaşlarında iken Secaattin doğdu. Onu hala anlayabilmiş değilim. Dolayısıyla da anlayamadığım bir şeyi başkalarına anlatamam ve öyle oldu. 

Hiç bir şey anlatamadım. Kürsüde şiştim kaldım. Secaattin öyledir. Kırk bilinmeyenli bir denklem gibidir. Kimse onu tanıyamaz, anlayamaz ve anlatamaz. Kendisinin dahi unuttuğu bir muzipliğini anlatacaktım. O da işime gelmedi arkadaşlarına malzeme olur takılırlar diye anlatamadım. Burada anlatacağım. 

Secaattin Fındıklı Orta Okulunda okurken, babası da Çay Fabrikasında çalışıyor ve tuttukları evde birlikte kalıyorlar. Bir pazar günü annesi hastalanınca, babası yeni elbiselerini giyer ve Pazar'a doktora giderler. Ortada bir gariplik olduğunu babası anlar. Zira her gören gülüp geçer. Bir türlü sırrı çözemeyince bir adamı tutup niçin güldüklerini sorar. Adam "Ya ağabey hadi senin kumaş almağa paran yetmedi. O terzi de böyle pantolon dikmeğe utanmadı mı?" der. Telaşelerinden hiç dikkat etmemişler. Babasının giydiği pantolan paçasının biri normal, diğeri dizine kadarmış. 

Secaattin hep aynı pantolon ile okula gitmeğe sıkılınca babasının pantolonunu paçalarını içerden geri kıvırmak suretiyle kısaltarak kendine uydurmuş. Bir de yatak altı ütüsü yaptıktan sonra babası yokken ara sıra giyer okula gidermiş. 

Babası bu durumdan habersiz aynı pantolonunu hızlı hızlı giyerken, bir ayağı dikişi koparmış pantolon bacağı yerine inmiş, normal olmuş. Diğeri kopmadığı için Secaattin'in boyuna göre dizinde kalmış ve babası hastahanelerde, bir paçası normal bir paçası dizinde uzun süre dolaşmış durmuş.