SAYFALAR

13 Ağustos 2018 Pazartesi

TERÖR VE TERÖRİST

Hep merak ederdim 'Örgüt aynı anda nasıl bir kaç yerde birden eylem koyar?' diye. Çünkü genel de ifadeler hep aynı yönde idi. Bir yüksek örgüt mensubundan birine sordum. O zaman ki şartlara göre şöyle anlattı.

1) Televizyonda ki normal bir konuşma. Mesela örgütün lider diye kabul ettiği adam veya bağlı olduğu parti lideri normal bir konuşma yaparsa bunu gören örgüt mensupları ya banka soyarlar veya bir cinayet işlerler fakat biri Adana, biri İzmir, biri de Mersin de aynı zamanda bu eylemleri gerçekleştirirler. O liderin konuşması onlar için bir sinyal, bir paroladır..

2) Traji yüksek bir gazeteye verilen yalan ölüm veya doğum ilanlarıyla örgüt elemanlarının eylem koyması sağlanır. Mesela çok okunan bir gazeteye verilen yalan ölüm ilanlarından örgüt elemanı liderinin ne yapılmasını istediğini anlar ve hemen eleman görevlendirip bir cinayet veya banka soygunu ile eylem koyar.

3) Doğrudan doğruya lider tarafından verilen emirlerle eylem koyar ve seslerini duyururlar. Bu tür olaylarda posta veya gazeteler kullanılarak kurulmuş olan beş kişilik hücrelere görev verilir ve direk eylem konulur. Eğer çok büyük bir eylem konulacaksa, mesela tanınmış biri veya lider öldürülecekse örgüt içinde 'KOD' adları ile tanınan elemanlar dan biri yakalandığı zaman öbürünü ele verememesi için, başka illerden eylem konulacağı ile teröristler çağrılır. Dolayısıyla teröristler o an için kod adları ile birbirlerini tanırlar. Esas isimlerini ve nereden geldiklerini bilmezler. Eylem konulduktan sonra herkes asıl kendi iline gider, normal işine gücüne bakar böylece de eylemi gerçekleştiren teröristler birbirlerini tanımazlar. Biri yakalanırsa diğerlerin yakalanması mümkün olmaz. Şimdi ise bütün bunlar internet aracılığı ile yapılır. Örgüt hücrelere ayrılır. Her hücre beş üyeden oluşur. Hücre üyeleri birbirlerini kod adları ile tanırlar, gerçek adlarını asla bilmezler. Hücreden bir kişi, bir üst görevliyi tanır. Diğerlerini asla tanımazlar. En üstteki hepsini tanır. Kendisini sadece bir kişi tanır.

4) Örgüt liderleri sempatizanlarına devamlı suç işlemelerini sabıka almalarını, sözle veya yazı ile emir verirler. Herkesin suçlu olmasını isterler.

5) Ayrıca hasbel kader basit bir suçtan cezaevine düşenleri sonra ziyaret ederler, hatta yardımlarda bulunur kandırırlar. Eğer kişi suç işlemeye meyilli değilse, suç işlemeği istemiyor, ‘ben artık namusumla yaşayacağım’ diyorsa, ona daha başka tanımadığı bir örgüt elemanı yollarlar ve bu seçilen adamla muhabbeti ilerletir. Onu suçun içine düşürür, suçlandırır ve mecburen örgüte üye yaparlar. Örneğin ikisi birlikte bir otomobil ile giderken, kurban seçilen adam benzin istasyonunda araba içerisinde olacaklardan habersiz bekletilir ve öbürü içerde soygun yapıp, gelir arabaya biner, hiçbir şey olmamış gibi seyretmeğe devam ederse, ikisi birlikte araba içinde yakalanır ve polise suçsuz, soygundan habersiz olduğunu söylese de inandıramaz. Polis değil hiç kimse inanmaz. Böyle olaylar çok vardır. Her ikisi de örgüt üyesi olur ve şahsı zorla terörist ederler.  

Örgüt elemanının soru sorma hakkı yoktur. Alınan emir tartışılmaz sadece yerine getirilir. Hele hele lider tarafından verilen bir emir yerine getirilmez safsaklanır, sorgulanır veya ifşa edilirse o üye kesin infaz edilir.

Sonra örgüt üyeleri öyle başka yerlerin adamları değildirler. Bir çoğu vatanın kandırılmış ve bazı sorunları olan evlatlarıdırlar. Bir evden iki düşman örgüt elemanı çıkabiliyor. Çünkü kandırılıyorlar. Birini o kandırıyor, diğerini öbürü.

1981 yılında bir ihbar üzerine Adana Hürriyet Mahallesinde yaşayan ayrı bir anne ve baba çocukları olan iki kardeş yakalandılar. Erkek olan Ali Çökük, Dev-Sol Örgütünün Güney İlleri Silah sorumlusu. Kız kardeşi Mentize Çökük ise Ülkücülerin Adana İli silah sorumlusu. Her ikisi de yakalandılar ve her şeyi samimi olarak itiraflarıyla anlattılar. Saklamak için kamyon lastiklerinin içinde gömüp te gösterdikleri yerlerden çok sayıda çeşitli marka, model ve çapta uzun ve kısa menzilli silahlar ve cephaneler, hatta örgütte kullandıkları daktilolar topraktan çıkarıldı. En son ikisini de, karşılaştırdığımız zaman bir birlerine sarıldılar, koklandılar ve ağlayarak uzun süre birbirlerinden ayrılmak istemediler. Çünkü bu kardeşler beş sene kadar birbirlerini hiç görmemişlerdi. Hatta bizler de çok duygulandık. Keşke böyle insanları kurtarmak için bir formül olsa da kurtarabilsek. Fakat suç işleyeni cezasını çekmekten başka kurtarmak için başka bir formül maalesef yok. En azından bizim zamanımızda yoktu. 

İki kardeş uzun yıllar düşman iki örgüt adına liderlik yapmışlardır. Bunları böyle yapan hangi güçtür ve devlet güçleri nerededir? Bu olayın yegane sorumlusu devlet ve içinde beslediği kişiler değil midir? Bir devletin yasaları ulusal güvenliği için çıkarılır. Halbuki bizde ki yasalar örgütlerin ve yıkıcı güçlerin iyi çalışabilmeleri için yine bu örgüt destekleyicilerin dayatmaları ile çıkarılır.

Kesinlikle okullarda MİT elemanları öğrenci gibi okumalı veya her Türk genci bu tur olayları yetkililere bildirmeli. Bu zihniyette ki ajan hocaları tespit ederek işlerine son verilmeli, en ağır bir şekilde cezalandıracak kanunlar çıkartılmalı. Türkiye de adam üniversiteyi bitiriyor ya solcu oluyor ya sağcı yahut ta dinci. Ayıptır yahu. Yunanistan da Üniversite bitiren, Amerika da Üniversite bitiren, İngiltere de Üniversite bitiren, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, daha hatırlayabildiğiniz her hangi bir ülkede üniversite bitiren bir insanın solcu veya sağcı olduklarını duydunuz mu? Veya sağcı ve solcu olup okullarını yarım bırakarak terörist olan bir kişi gördünüz mü? Akli selim olarak bir düşünün ki bu ne demektir? Bu biz Türk Milletinde niçin vardır? Çok basit, ülkeyi yıkmak için vardır. Bu adamlara ben bir şey desem veya yazsam mesela benim bu yazdıklarımın tamamen doğru olduklarını bildikleri halde niçin inanmıyorlar da elin gavurları 'git şu bankayı soy' dedikleri zaman nasıl kanıyorlar. Daha önce anlatmıştım; MANKAFA, MANKUT. Ben kimseye akıl vermiyorum. Sadece gerçekleri anlatıyorum. Lütfen anlattıklarımı tarafsız olarak bir düşünün. Doğru değil midirler? Ben bunları söylemekle insanları kandırıyor muyum? Lütfen alınmayınız. Hepimizin de başka bir vatanımız yok.

Bu ülkede herkes yan yana yaşamak mecburiyetinde. Herkes bugüne kadar olanları unutmalı ve hasretle birbirine sarılmalıdırlar. Kurtuluş birleşmekte, felaket ayrışmaktadır. Herkes bunu böyle bilmeli. Ha sonra unutmayınız ki üzerlerimizde kara bulutlar dolanmaktadır. Esas büyük patronlar ülkemize iyi rüya görmüyorlar. Solcu, sağcı ve dincilere, herkese Sevgi, Saygı ve Selamlar

31 Temmuz 2018 Salı

KAVGA ETTİK


Geçen 28 Temmuz 2018 de bir kaç tane güçlü kuvvetli polisler Giresun da 82 yaşında ki Yusuf Topal Amcayı, bir ihtiyar adamı dövdüler, gazladılar, büyük bir zafer kazanmış gibi yakaladılar ve adamı arkadan kelepçelediler, ellerinde zorla öldü. Adam ne suç işlemişti? Eşi hasta olduğu için bir hastaneden ilaç yazdırmak istemişti. Polisler bu amcanın öleceğini tahmin etmediler, fakat kaplan gibi bir ihtiyarın üzerine saldırıp şiddet kullanarak yakaladılar, halkın kin ve nefretini kazandılar. Bu olay bilinçli olarak örgütlenmiş kendi halkını düşman olarak gören terörist polislerdir ve terör hareketleridir. Bunlar ve bu cins polislerin hemen tespit edilerek örgüt üyeliğinden de yargılanmaları lazım. Böyle polislerin müşfik ve şanlı Türk Polisinin içlerinde yeri yoktur. Asıl Türk Polisi kendini kanıtlamış halkın mal ve can güvenliğini koruyan, güçsüz ve alil acizlere yardım eden iyilik seven kişilerdir. Vatan haini, millet haini kişilerde tabii ki içlerine karışmışlardır. İşte o kansız ve alçak polislerin ayıklanması lazım. Bu sadece bizim gördüklerimiz. Buna benzer olup ta bizlere intikal etmeyen ve yerinde kapanan bir çok olaylar da vardır. Halihazırda ki Cumhuriyet rejimine karşı halka kin ve nefret duygularını aşılama ve mevcut düzene karşı halkın ayaklanmasını sağlamak için bilinçli olarak yapılan hareketlerdir. Halkın nefretini kazanmak için ne lazımsa onu yaparlar FETÖ örgütünden daha tehlikelidirler belki de FETÖ cu durlar. Bunlar Güvenlik, Kolluk kuvvetlerine, Adliye, Sağlık ve diğer devlet kurumlarına nasıl girdilerse incelenip olaya sebep olanların ve bütün sorumluların cezalandırılmaları gerekir. Zira Polis ve Jandarmanın tarifleri çok açık olarak belirtilmiş ve bellidir. Bunlar gibi merhamet, vicdan ve insanlıktan yoksun kişiler polis olamazlar. Üstelik bu polisler belki de  üniversite bitirmiş kültürlü polislerdir. Bugün Türkiye ne çekiyorsa böyle insanların yüzünden çekmektedir. Ben bu polisleri şiddetle kınıyorum.

Yıl 1973 Yer Adana Baraj yolu, bir Kasım ayı gecesi. Yeni polis olmuş Adana Bağlar Karakolunda çalışıyordum. O zaman öyle siyasi olaylar pek yok fakat olması için gerekli ortamların hazırlandığını hissediyordum. Mitingler filan oluyor fakat siyasi eylemler pek az olarak meydana geliyordu.

Bir gece aynı karakolumuzda ki benden biraz eski bir Mardinli Polis Memuru ile devriye çıktık. Karakol Nöbetçisi Erzurumlu Polis Memuru Ersin saatte bir arayıp rapor vermemizi söyledi. Gece saat 01.00 sıralarında Baraj yolunda baraj istikametine doğru yürümeğe başladık. O benden biraz eski polis olduğu için bana “Benim üç adım arkamdan geleceksin. Ben senin amirinim. Ne dersem harfiyen yerine getireceksin.” Gibi bazı mesnetsiz öneriler anlatıyordu. Biraz sıkıldım ama hiç belli etmedim. O zamanlarda Sıkı Yönetim ilan edilmiş, gece saat 12.00 den sonra sokağa çıkma yasağı vardı. Bu şekilde boş sokaklarda biraz dolandıktan sonra ben Karakola döneceğimi söyledim. Çünkü bazı açık kahvelere giriyor, bağırıp çağırıyor ve hiçbir işlem yapmadan çıkıyordu. Dolayısıyla ben de suçlu oluyor ve zan altında kalıyordum. İnsanlara karşı da yanlış veya doğru polis arkadaşımı desteklemek zorunda olduğumdan her an için başıma bir bela alabilirdim. “Şu sokaktan da dolaşıp öyle dönelim kardaş” dedi. Öyle yaptık fakat benim o arkadaş üzerinde ki güvenim hiç kalmadı. Bazı ayarsız konuşmaları ve hareketleri hiç hoşuma gitmiyordu ama hiçbir zaman herkes istediğin gibi olamaz. İlişkilerin devam etmesi için herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Biz de zoraki görev arkadaşlığını kabulleniyorduk. Bazen bir yerden bir şey satın alsa “Vay beh..Cüzdanı unutmuşuz, sen öder misin? Ben sana sonra öderim.” Ayakları yapardı.

Ne ise tam karakola döneceğimiz sırada 79-80 yaşlarında biraz şişmanca bir adam üzerinde pijamalar olduğu halde bisikletle Baraj Yolunda o boş sokakta bize doğru geliyordu. Arkadaşım düdük çaldı ve ben bisikletin önüne geçtim. Adam bana çarpmamak için bisikletini yere düşürerek zor bela durdu. Yere düşmemesi için ben adamı havada tuttum. Adam eli yüzü düzgün, öyle sıradan bir adam ve suç işleyecek bir tipte olmadığı belli oluyordu. Polis arkadaşım hemen tabancasını çıkardı, adama uzattı ve bana adamın üstünü arattı  “Gece sokağa çıkma yasağı var bilmiyor musun? Sen kanunları ihlal ettin seni tutukluyorum. Nereyi bombalayacaktın?” gibi laflar etti ve adam biraz dirense de koluna kelepçeyi vurdu. Ben de bu arkadaşımla birlikte hareket ediyordum fakat bu arkadaşın vatandaşa karşı bazı hareketlerini de hiç tasvip etmiyor ancak aramız açılmasın diye mecburen onun yaptıklarına katılıyordum. O na uymam  ve desteklemem lazım dı. Çünkü ikimizde aynı karakolda çalışıyorduk ve o akşam devriye arkadaşıydık.

Adama bağırıp çağırıp hiç konuşturmadan Karakola doğru yürüdük. Tabi ben de Polis arkadaşıma yardımcı oluyordum. Adam kimdir? Zoru nedir? O saatte pijamalı bisiklet ile gitmesinin sebebi nedir? Hiç sormadan adamı kelepçeledik. Fırsat elimize geçmiş ya biz bir Azrail olduk adamı hiç dinlemedik bile. Ben yaptıklarımızdan biraz rahatsız oluyorum fakat adamın yanın da arkadaşıma bir şey diyemiyordum ve haliyle arkadaşımı destekliyordum. Adam bir şeyler anlatmak istiyor fakat "Sus. Karakolda anlatırsın." deyip adama vuruyordu. Adam da daha konuşmuyor ve öylece yürürken ben dayanamadım adama “Amca ne işin vardı bu saatte dışarı neden çıktın?” diye sertçe sordum. “Evladım, hanım ve ben kalp hastalarıyız. Hanıma kırız geldi. Şu anda evde yerde kıvranıyor belki de öldü. Dil altı hapı bitmiş. Ben onu almak için nöbetçi eczaneye gitmek istiyordum, siz yakaladınız.” Dedi. Bir den sanki delirdim, aslında delirmedim aklım başıma geldi. Polislik sağlam insanları hasta etmek, hastaları da öldürmek için mi vardır? Polisliğin birinci kuralı alil ve acizlere yardım etmek değil midir? Diye düşündüm. Saat 03.00-03.30 sıralarında bu ihtiyar adam başka ne için yasağa rağmen sokağa çıkabilirdi?  Hemen anahtarımı çıkardım, ellerinden kelepçeyi çözdüm ve “Amca şu anda sana yardımcı olmamız lazım fakat imkanımız yok. Allah hastana şifalar versin. Serbestsin. Git işlerini hallet” Dedim ve adamı salıverdim.

Adam önce ellerimi tutmak bana bir şeyler anlatmak istedi fakat arkadaşımın bağırmalarından korkarak onu yapamadı. Tam o sırada bir ticari taksi hastaneye hasta getiriyordu. Durdurdum ve adamı bindirerek yolladım. Bisikleti orada kaldı. Adam kurtulunca bisiklet zaten hiç gözünde yoktu. Bisikleti yolun kenarına çektim. Ben adamı taksiye bindirirken arkadaşım Polis Memuru bana çeşitli tehditleri söylenip duruyordu. ‘Adamı niçin bıraktığımı, hesabını veremeyeceğimi,’ söylüyordu. Ne dediyse hep sabırla hareket ettim. Ve Karakola doğru yürürken o bağırarak konuşuyor. Hala tehditlerini sürdürüyordu. Ben sessizce söylediklerini dinlediğim için cesaretlendi ve bana küfür edip vurmağa kalkıştı. Vuramayınca da tabanca çekti. Tabancasını elinden aldım ve ben önde o arkada öyle kanlı manlı Karakola gittik. Nöbetçiye ikimizde kendimize göre olayı anlattık. Karakol Nöbetçisi Karakol Amirini aradı. Karakol Amiri Başkomiser Yavuz Bey uykudan kalktı ve geldi. Bizleri dinledikten sonra “İkiniz de ihraç olursunuz, olayı kimse duymadan hemen kapatın.” Dedi. Hakikaten de öyleydi. İşlem yapılsa hemen ihraç olurduk. Nöbetçiye teslim ettiğim bu arkadaşımın tabancasını geri ona teslim etti ve bize biraz fırça atıp azarladıktan sonra sarılarak barıştık.  Memur arkadaşım bana "Kusura bakma, özür dilerim kardaş." dedi. Barıştık ama ben kendisi ile daha hiç konuşmadım. Zaten pek az bir süre bir arada kaldık. Ben Cinayet Masasına gittim. O da sonra Trafiğe gitmiş ve açığa alındığını duydum. Ankara da Hırsızlık Bürosunda iken yanıma geldi. Dolandırmışlardı ve bazı konularda kendisine yardımcı oldum. Kendisi sonra başka siyasi olaylardan bir kaç sene hapis yatıp ihraç olduğunu anlattı. Kömür alıp satıyordu.

O bisikletle gelen pijamalı adam karı koca emekli hakim imişler. O akşam aldığı ilaçla eşini kurtarmış. Polis Arkadaşım hakkında şikayetçi olmuştu fakat benim ısrarlarım üzerine dilekçe vererek şikayetinden vaz geçti. Arkadaşım Adli ve İdari ceza almaktan kurtuldu.

Şimdi analiz ediyorum da; Polis Arkadaşım da Ben de Türkiye Cumhuriyetine bağlı iki Polis Memurlarıyız. Aynı kanunlarla hareket ediyoruz. İkimizde aynı kanunları uyguluyoruz. Neden karşı karşıya geldik? Görüş ayrılığı neden oldu? Polis böyle durumlarda kendi taktirini kullanamaz mı? Kanunlar uygulayan kişinin görüşlerine göre değişmeli mi? Nasıl oluyor da onun tutukladığı insanı ben salıverip gönderebiliyordum. Her zaman kanunlar vicdana uygun ve insanıdır. Hiçbir kanun gaddarca uygulamaları içermez ve polis kendi halkına düşmanca davranmaz. Mesela değiştirdiler mi bilmem fakat polis okulların da verdikleri derslerde, hiç uygulandı mı onu da bilmem, ‘Hiçbir olanak yoksa, böyle bir acil durumlarda polis orada ki taksiyi düz kontak yaparak sahibinden habersiz kullanır ve suç olmaz.’ Bir olay karşısında iki ayrı uygulamayı siz okuyucularımın taktirine bırakıyorum. İşte bu kötü uygulamalar halkı mevcut düzene karşı kin tutmağa ve nefret etmeğe dolayısıyla devlete düşman olmağa sürükler ve terör olayları baş gösterir. Onun için gerçek güvenlik güçleri çok dikkatli ve titiz davranmak mecburiyetindedirler ki vatandaş iyi yönetildiklerine inansın ve devlete saygı duysun. Saygı ve Sevgilerimle


25 Haziran 2018 Pazartesi

O SENİN ELİNDE

Eski zamanlarda İran taraflarında bir Bilge Varmış. Adama ne sorarlarsa hep doğru cevaplar verirmiş.
Kimler ne kadar uğraşmışlarsa, hiç yanıltamamışlar.
En son bir akıllı çıkmış ve demiş ki:

"Bakın ! Ona öyle bir soru soracağım ki göreceksiniz kesinlikle bilemeyecek."
"Ne soracaksın?" diye sordukların da;

“Avucuma canlı bir kelebek alacağım. Ölmüş mu yoksa canlı mı?” diye soracağım. “Canlı derse, elimi sıkıp öldüreceğim ve ölü kelebek göstereceğim. Ölü derse elimi açıp canlı bırakacağım, kelebek uçup gidecek ve yanıldığı anlaşılacak." der.
Kalabalık bir topluluğun karşısında adam gidip, bir elini uzatarak bilgenin karşısına durur ve sorar;

"Avucumun içinde ki kelebek ölü mü, yoksa diri mi?"
Bilgenin Cevabı ise müthiştir;

“O, SENİN ELİNDE !”