SAYFALAR

6 Eylül 2018 Perşembe

MEĞER BAYILMIŞ

1950 lı yıllarda Ihlamurlu Köyünde aşağı yukarı her kapıda bir fino köpek, keçi sürüsü olanlar da, bir tane de mal köpeği dedikleri büyük köpek bulunurdu. Mal köpekleri genelde kangal, pek azı da kurt olurdu. Fino köpekler mısır tarlalarını ayı, domuz, çakal gibi yabanı hayvanlardan , mal köpekleri ise keçi ve koyun sürülerini yabanı yırtıcı hayvanlardan korurlardı.

O zamanlar bizim iki tane köpeğimiz vardı. Biri küçük sarı renkli adı BULUT. Beni çok sever, hep yanımda gezer, derede aynı gölden birlikte su içerdik ve çok hoşuma giderdi. İnsanlara bir şey demez sadece korkutmak için havlar kapıya kimsenin yaklaşmasını istemezdi. Başka köpeklerden veya sevmeyip te havladığı insanlardan korktuğu zaman benim yanıma kaçar onları kovalamamı isterdi. Kendisini kızdırdığım zaman bana yalandan saldırır, kavga etsek bile, hemen barışır, sanki de hiç yanımdan ayrılmaz, yolda izde hep beraber gezerdik. Ben küçük baltamı omuzuma aldığım zaman, o da bir yere gideceğimizi anlar kuyruğunu bir kaç kat kıvırır ve önüme geçer yürürdü.

Geçenlerde ‘MAL’ isimli yazımda bahsetmiştim, bir de kangal mal köpeğimiz vardı adı KAPTAN. Kaptanı burada sizlere tam olarak anlatamam. Çok heybetli , kendi gri, kara bir yüzü vardı. Zaten gören canlı, heybetinden korkardı. Aynı zamanda çokta meziyetleri vardı. Onun meziyetlerinin hepsini hatırlayıp ta anlatmam imkansız. Hiç inanamayacağınız bir meziyetini söyleyim; mesela köpek çok uzaklarda olsa bile, bizler tehlikeye düştüğümüz zaman nerden haber alıyorduysa eğer bağlı değilse, hemen yanında olur ve kurtarırdı. Eğer bağlıysa inler bağırır, huysuzluk eder bir şeyler anlatmak isterdi.

Adama çok saldırdığı için mal köylere indiği zaman mutlaka bağlar gece yarılarına kadar hatta bazen sabaha kadar zincirde dururdu. Eve misafir geldiği zaman eğer bağdan bozuk ise, misafirin kalkacağı zamanları tahmin eder, kapıya gelir, sesli olarak inlemeğe başlar ve doğruca ya bağlandığı yere, yahut ta ahırın kapısına gider beklerdi. Yanı bizi bağlamamız için uyarırdı. Misafirler de bilir, “Zamanımız geldi hadi gidelim.” derlerdi. Zaten adama saldırmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir kimseyi ısırmamış, hiç kimseye bir zarar vermemiş, hatta derede boğulmakta olan bir yabancı adamı bile yüzerek kurtarmıştı.

İnsanları sadece yere yıkar, teslim alır üzerinde öylece beklerdi. Evin en küçükleri ben ve tüm ailemiz o köpeğin yanında kendimizi çok güvende ve huzur içinde hissederdik. Ben her ikisini de çok sever bazen yiyeceklerimin hepsini onlara verirdim. Boyunlarına sarılır burunlarını öperdim. Ancak Bulut ile Kaptan hiç anlaşamaz, Bulut devamlı havlayıp kendisini rahatsız ettiği için arada bir kafasını tutar sallar ve yere atardı. Karşılaşmamaları için mal köylere indiği zaman, kış aylarında bir tanesi devamlı ahırda hapis olurdu. Genel de adamlara saldırdığı için Kaptanı hapis ederdik.

O zamanlar araba yolu olmadığı için evler arasında ve hatta çarşıya gitmek için Çınarlı ya kadar patika yollar kullanılırdı. Bir de dilenciler çok olurdu. Genel de Erzurum ve İspir taraflarından insanlar gelir bir şeyler toplarlardı. Bizim köyde fakirdi fakat yine de az da olsa fındık, mısır ve eski elbiseler verirler, boş çevirmez onlarında gönüllerini ederlerdi. Bu toplayanlara da çoğunluk İspirli olduğu için 'İSPİLLİ' derlerdi. Hele kış aylarında karlar yağdığı zaman çok gelirlerdi. Bir de o taraflardan KALAY cılar gelirlerdi. İki ayakları ile kapların içine girer, elleri ile bir yeri tutar ve bir o yana bir bu yana çalkalanarak bakır kapların içini parlatmağa çalışırlardı. Bunlarda çok hoşuma gider, kışın o soğukta sabahtan akşamlara kadar zevkle seyrederdim. Hele bakır kapları körükle ısıtıp ta üstüne beyaz tozu serpip üstüpü ile sildi mi kalaylanır, bembeyaz olurdu. Ne ise o başka bir konu benim şimdi anlatacağım bir Dilencinin başına gelenler . Başta dedim ya ‘her kapıda bir köpek var’ diye, bir kış o kadar çok kar yağdı ki, evler arasında ki patika yol dışına hiç çıkılmıyor, herkes sadece açılan izlerden giderek işlerini görüyorlardı. Biz ineklere ve keçilere daha önceden yaptığımız bardiler de ki otları güçlükle getirip yediriyorduk. Evimizin ahırında sığırlar ve keçiler, ‘MANDRE’ denilen ot evinin ahırında da ‘ÇONÇİ’ dediğimiz hayvanların altına serilen kurumuş yapraklar (gazeller) ve kaptan isimli o çok adama saldıran mal köpeğimiz bulunuyordu. Mandre ot koymak için yapılmış lalettayin bir yerdir. Üstünün etrafı açık, hatta zemin kısmında döşeme yok. Ağaçlara basarak gezilebilir, dikkatsiz basarsan ahır kısmına düşülebilir. Çoklarının kapısı da olmaz, sadece ot kurutmak ve muhafaza etmek için kullanılırdı.

Karakışın bir ayaz ve kar dolu gecesinin geç vakitlerinde, Rahmetli Annem ile bu mandre tarafında ki evimizin odasına giderek yattık. Isınmak için tam birbirimize sarılmıştık, daha uykuya geçmemiştik ki, mandrenin ahırında ki mal köpeğimiz Kaptanın sesini duyduk. Köpek hapis olduğu yerde aralıklarla kesik kesik havlıyordu. Zaten dışarda bir sürü kapı köpekleri havlayıp duruyorlar bizlerde duyuyorduk fakat onların havlaması normal. Kaptan öyle vara yoğa havlamazdı. Genelde bir şey yakaladığı zaman bize haber vermek için öyle kesik kesik havlardı. Gece soğukta kalkmağa da biraz üşendik fakat kesin bir olay var. Kaptan bizi kandırmazdı. Annem gaz lambasını yaktı. Bende ağabeyim tütün tabakasının yanında bıraktığı muhtar çakmağını aldım ve düşe kalka gittik mandrenin ahırının kapısını açtık. Sol tarafta tam duvarın dibinde Kaptan dört bacağı gerilmiş, kulakları dikilmiş, kuyruğunu sallıyor ve kesik kesik havlamağa hala devam ediyordu. Çonçi denen gazellerin içinde, Kaptan ın hemen önünde gömülmüş siyah çuval gibi bir şey de ancak görünüyordu. Korktuk ve ne olduğunu anlayamadan yanına gidemedik. Kaptan bizi görünce inlemeğe başladı fakat gözünü de bu yaratıktan ayırmıyordu. Ben 6-7 yaşlarında idim. Köpekten cesaret alarak annemin karşı çıkmasına rağmen bu görünenin yanına atlayarak bir hamlede gittim. Kuru yaprakların içine gömülmüş, başı ve bazı yerleri dışarıda kalmış, önümde bizim mandrenin ahırında yatan bir ölmüş adam vardı.

Ölmüş. Tanımadığımız hayatımızda hiç görmediğimiz, eski yamalı elbiseleri tamamen ıslanmış, yırtık, pırtık bir adam. Adam da hiç ses seda yok. Kaptan boğmuş, ölü olarak köpeğin önünde uzanmış yatıyor. Annem köpeğe bağırınca geri çekildi inlemeğe başladı. Bizim bağrışmalarımıza Ablam ve Ağabeyim Burhanettin de kalkıp yanımıza geldiler. Ağabeyim adamı tuttu, çonçilerin içinden çekti çıkardı. Adam normal bir adam fakat hiç canı yok. Ayağa kaldırdı ki adam geri yere düştü, yığıldı. Ağabeyim arkasına aldı ve bizlerinde yardımımızla eve çıkardık. Kar da lapa lapa yağıyor çok soğuk vardı. O zaman öyle soba kuzine filan da yoktu. Açık ateş vardı. Sabaha kalsın diye yatarken ‘KOROĞ’ denilen közleri külle kapatmışlardı. Tekrar evin içinde büyük ateşi yaktık. Ateşin yanına üzerinde namaz kılınan tahtadan yapılmış ‘NAMAZGAH’ı uzattık. Adamı da namazgahın üzerinde uzattılar.

Ben ölmüş adamın her tarafını yokladım, kontrol ettim. Hayret Kaptan ın diş izine hiç rastlamadım. Çünkü biz ilk etapta Kaptan boğdu adamı öldürdü diye düşünmüştük. Onun eline düştükten sonra da hiç yaşama şansı yoktu zaten. Kaptan adamı 1-2 saat misafir edecek, ona hiçbir şey yapmayacak, bu olağan dışı bir şeydi. Adam ölmeğe ölmüş fakat biz şimdi bu kar da, kış ta ne yapacağız? Adam da hiç diş izi ve kan emaresi de yok. Buna sevindik ama acaba ne olmuş tu? Adam kim di? Buraya kadar nasıl gelmişti? Ne zaman gelmişti? Muammalarla dolu bir ölüm olayı. Tam bunları düşünürken, bir iki saat sonra adam uyandı, hareket etmeğe başladı fakat dili tutulmuş konuşamıyordu. Hepimiz çok sevindik, ölmemiş. Ağabeyim adamın elbiselerini çıkardı ve kendi kuru elbiselerini adama giydirdi. Adamı bir daha kontrol ettik üzerinde hiç yara bere yok. Yanan açık ateşin önüne toprağın üzerine bir döşek serip, adamı tekrar döşeğin üzerine uzattılar ve sabaha kadar ateş yakıp bekledik. Sabah şafak sökerken adam sadece ‘Celle, Celalühü’ diyordu. Gün açtığı zaman “Ben neredeyim? Bana ne oldu?” diye bize soruyordu.

Adama sıcak süt içirdiler. Karnı da doyunca adam canlandı, çözüldü ve her şeyi hatırlayıp anlatmağa başladı; Adam yine Erzurum taraflarından gelmiş. Fakirlik işte bir şeyler topluyormuş. Kış günü kimseyi rahatsız etmeyim diye düşünmüş. Sırtında ki topladığı çuvalla birlikte yollara düşmüş. Karda izleri takip ederek gece çarşıya gidiyormuş. Avni’nin kapısında fino köpek peşinden havlamış. Bu havlama o sırada ki bütün köpeklerin uyanmasına sebep olmuş. Bir çare burasını geçmiş. Bizim kapıda bekleyen Bulut yukarıdan havlamış. Bizim ev yoldan biraz uzaktadır. Burayı da geçmiş. Öbür taraflarda bütün köpekler saldırmasına rağmen zor bela Muhtar Hasan Amcanın kapısına kadar gitmiş. Patika yol da onun tam kapı önünden geçiyor. Onun kapısından köpek müsaade etmemiş ve geçememiş, adam geri dönmüş. Kaçtığını görünce o köpek havlayarak arkasından kovalamış. O sırada ki diğer köpekler de onun sesine yola inerek arkasından koşmağa başlamışlar. Biraz sonra ilk geçtiği taraftan da Avni nin ilk rastlayan köpeği koşunca, adam bizim kapıyı liman bulmuş ve bizim eve doğru yoldan yukarı kaçmış. Tam merdivenleri yukarı çıkınca, bizim fino köpek Bulut kapıdan havlayarak saldırıya geçmiş.

Arka tarafında bir sürü köpek. Yukarıda bizim Bulut. Adamın kaçacak yeri kalmayınca, birden hemen sağ tarafında kapısız bacasız mandreyi görmüş. İçine girip saldıran köpeklerden kurtulayım diye düşünmüş. Mandreye girmiş ve ‘Oh kurtuldum. Bu gece de burada otların içinde rahat bir uyku uyurum.’ Diye düşünerek ileri doğru gidince, ayağı karanlıkta tahtasız boş yere denk gelmiş ve küt diye mandrenin ahırına çonçilerin üstüne, fakat esas o adam parçalayan mal köpeğimiz Kaptan ın olduğu yere, onun yanına düşmüş. Kaptan göğüs vurarak adamı yere yıkmış veya adam zaten yerde iken bayılmış daha sonrasını hatırlamıyor. Adam da ki talihe bakın ! Biz de Kaptan ın havlama sesine gidip adamı bularak kurtardık.

Yanımızdan ayrılıp memleketine giderken bize çeşitli dualar edip yokuş yoldan aşağı karda koşup, düşüp, kalkarken; “Acaba daha maceralarla karşılaşacak mıyım? Yoksa evime sağ salim gidebilecek miyim?” Diyordu. Ben bu olayda bazı şeyleri merak ediyorum. Acaba adam hakikaten gidip evini bulabildi mi? Gittiyse bu olayı memleketinde nasıl anlattı? Ve bir de iyi ki benim başımdan böyle bir olay geçmedi. Gözü kör olsun işte bu fakirlik insanın başına neler getiriyor. Herkese Saygılar..

13 Ağustos 2018 Pazartesi

TERÖR VE TERÖRİST

Hep merak ederdim 'Örgüt aynı anda nasıl bir kaç yerde birden eylem koyar?' diye. Çünkü genel de ifadeler hep aynı yönde idi. Bir yüksek örgüt mensubundan birine sordum. O zaman ki şartlara göre şöyle anlattı.

1) Televizyonda ki normal bir konuşma. Mesela örgütün lider diye kabul ettiği adam veya bağlı olduğu parti lideri normal bir konuşma yaparsa bunu gören örgüt mensupları ya banka soyarlar veya bir cinayet işlerler fakat biri Adana, biri İzmir, biri de Mersin de aynı zamanda bu eylemleri gerçekleştirirler. O liderin konuşması onlar için bir sinyal, bir paroladır..

2) Traji yüksek bir gazeteye verilen yalan ölüm veya doğum ilanlarıyla örgüt elemanlarının eylem koyması sağlanır. Mesela çok okunan bir gazeteye verilen yalan ölüm ilanlarından örgüt elemanı liderinin ne yapılmasını istediğini anlar ve hemen eleman görevlendirip bir cinayet veya banka soygunu ile eylem koyar.

3) Doğrudan doğruya lider tarafından verilen emirlerle eylem koyar ve seslerini duyururlar. Bu tür olaylarda posta veya gazeteler kullanılarak kurulmuş olan beş kişilik hücrelere görev verilir ve direk eylem konulur. Eğer çok büyük bir eylem konulacaksa, mesela tanınmış biri veya lider öldürülecekse örgüt içinde 'KOD' adları ile tanınan elemanlar dan biri yakalandığı zaman öbürünü ele verememesi için, başka illerden eylem konulacağı ile teröristler çağrılır. Dolayısıyla teröristler o an için kod adları ile birbirlerini tanırlar. Esas isimlerini ve nereden geldiklerini bilmezler. Eylem konulduktan sonra herkes asıl kendi iline gider, normal işine gücüne bakar böylece de eylemi gerçekleştiren teröristler birbirlerini tanımazlar. Biri yakalanırsa diğerlerin yakalanması mümkün olmaz. Şimdi ise bütün bunlar internet aracılığı ile yapılır. Örgüt hücrelere ayrılır. Her hücre beş üyeden oluşur. Hücre üyeleri birbirlerini kod adları ile tanırlar, gerçek adlarını asla bilmezler. Hücreden bir kişi, bir üst görevliyi tanır. Diğerlerini asla tanımazlar. En üstteki hepsini tanır. Kendisini sadece bir kişi tanır.

4) Örgüt liderleri sempatizanlarına devamlı suç işlemelerini sabıka almalarını, sözle veya yazı ile emir verirler. Herkesin suçlu olmasını isterler.

5) Ayrıca hasbel kader basit bir suçtan cezaevine düşenleri sonra ziyaret ederler, hatta yardımlarda bulunur kandırırlar. Eğer kişi suç işlemeye meyilli değilse, suç işlemeği istemiyor, ‘ben artık namusumla yaşayacağım’ diyorsa, ona daha başka tanımadığı bir örgüt elemanı yollarlar ve bu seçilen adamla muhabbeti ilerletir. Onu suçun içine düşürür, suçlandırır ve mecburen örgüte üye yaparlar. Örneğin ikisi birlikte bir otomobil ile giderken, kurban seçilen adam benzin istasyonunda araba içerisinde olacaklardan habersiz bekletilir ve öbürü içerde soygun yapıp, gelir arabaya biner, hiçbir şey olmamış gibi seyretmeğe devam ederse, ikisi birlikte araba içinde yakalanır ve polise suçsuz, soygundan habersiz olduğunu söylese de inandıramaz. Polis değil hiç kimse inanmaz. Böyle olaylar çok vardır. Her ikisi de örgüt üyesi olur ve şahsı zorla terörist ederler.  

Örgüt elemanının soru sorma hakkı yoktur. Alınan emir tartışılmaz sadece yerine getirilir. Hele hele lider tarafından verilen bir emir yerine getirilmez safsaklanır, sorgulanır veya ifşa edilirse o üye kesin infaz edilir.

Sonra örgüt üyeleri öyle başka yerlerin adamları değildirler. Bir çoğu vatanın kandırılmış ve bazı sorunları olan evlatlarıdırlar. Bir evden iki düşman örgüt elemanı çıkabiliyor. Çünkü kandırılıyorlar. Birini o kandırıyor, diğerini öbürü.

1981 yılında bir ihbar üzerine Adana Hürriyet Mahallesinde yaşayan ayrı bir anne ve baba çocukları olan iki kardeş yakalandılar. Erkek olan Ali Çökük, Dev-Sol Örgütünün Güney İlleri Silah sorumlusu. Kız kardeşi Mentize Çökük ise Ülkücülerin Adana İli silah sorumlusu. Her ikisi de yakalandılar ve her şeyi samimi olarak itiraflarıyla anlattılar. Saklamak için kamyon lastiklerinin içinde gömüp te gösterdikleri yerlerden çok sayıda çeşitli marka, model ve çapta uzun ve kısa menzilli silahlar ve cephaneler, hatta örgütte kullandıkları daktilolar topraktan çıkarıldı. En son ikisini de, karşılaştırdığımız zaman bir birlerine sarıldılar, koklandılar ve ağlayarak uzun süre birbirlerinden ayrılmak istemediler. Çünkü bu kardeşler beş sene kadar birbirlerini hiç görmemişlerdi. Hatta bizler de çok duygulandık. Keşke böyle insanları kurtarmak için bir formül olsa da kurtarabilsek. Fakat suç işleyeni cezasını çekmekten başka kurtarmak için başka bir formül maalesef yok. En azından bizim zamanımızda yoktu. 

İki kardeş uzun yıllar düşman iki örgüt adına liderlik yapmışlardır. Bunları böyle yapan hangi güçtür ve devlet güçleri nerededir? Bu olayın yegane sorumlusu devlet ve içinde beslediği kişiler değil midir? Bir devletin yasaları ulusal güvenliği için çıkarılır. Halbuki bizde ki yasalar örgütlerin ve yıkıcı güçlerin iyi çalışabilmeleri için yine bu örgüt destekleyicilerin dayatmaları ile çıkarılır.

Kesinlikle okullarda MİT elemanları öğrenci gibi okumalı veya her Türk genci bu tur olayları yetkililere bildirmeli. Bu zihniyette ki ajan hocaları tespit ederek işlerine son verilmeli, en ağır bir şekilde cezalandıracak kanunlar çıkartılmalı. Türkiye de adam üniversiteyi bitiriyor ya solcu oluyor ya sağcı yahut ta dinci. Ayıptır yahu. Yunanistan da Üniversite bitiren, Amerika da Üniversite bitiren, İngiltere de Üniversite bitiren, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, daha hatırlayabildiğiniz her hangi bir ülkede üniversite bitiren bir insanın solcu veya sağcı olduklarını duydunuz mu? Veya sağcı ve solcu olup okullarını yarım bırakarak terörist olan bir kişi gördünüz mü? Akli selim olarak bir düşünün ki bu ne demektir? Bu biz Türk Milletinde niçin vardır? Çok basit, ülkeyi yıkmak için vardır. Bu adamlara ben bir şey desem veya yazsam mesela benim bu yazdıklarımın tamamen doğru olduklarını bildikleri halde niçin inanmıyorlar da elin gavurları 'git şu bankayı soy' dedikleri zaman nasıl kanıyorlar. Daha önce anlatmıştım; MANKAFA, MANKUT. Ben kimseye akıl vermiyorum. Sadece gerçekleri anlatıyorum. Lütfen anlattıklarımı tarafsız olarak bir düşünün. Doğru değil midirler? Ben bunları söylemekle insanları kandırıyor muyum? Lütfen alınmayınız. Hepimizin de başka bir vatanımız yok.

Bu ülkede herkes yan yana yaşamak mecburiyetinde. Herkes bugüne kadar olanları unutmalı ve hasretle birbirine sarılmalıdırlar. Kurtuluş birleşmekte, felaket ayrışmaktadır. Herkes bunu böyle bilmeli. Ha sonra unutmayınız ki üzerlerimizde kara bulutlar dolanmaktadır. Esas büyük patronlar ülkemize iyi rüya görmüyorlar. Solcu, sağcı ve dincilere, herkese Sevgi, Saygı ve Selamlar

31 Temmuz 2018 Salı

KAVGA ETTİK


Geçen 28 Temmuz 2018 de bir kaç tane güçlü kuvvetli polisler Giresun da 82 yaşında ki Yusuf Topal Amcayı, bir ihtiyar adamı dövdüler, gazladılar, büyük bir zafer kazanmış gibi yakaladılar ve adamı arkadan kelepçelediler, ellerinde zorla öldü. Adam ne suç işlemişti? Eşi hasta olduğu için bir hastaneden ilaç yazdırmak istemişti. Polisler bu amcanın öleceğini tahmin etmediler, fakat kaplan gibi bir ihtiyarın üzerine saldırıp şiddet kullanarak yakaladılar, halkın kin ve nefretini kazandılar. Bu olay bilinçli olarak örgütlenmiş kendi halkını düşman olarak gören terörist polislerdir ve terör hareketleridir. Bunlar ve bu cins polislerin hemen tespit edilerek örgüt üyeliğinden de yargılanmaları lazım. Böyle polislerin müşfik ve şanlı Türk Polisinin içlerinde yeri yoktur. Asıl Türk Polisi kendini kanıtlamış halkın mal ve can güvenliğini koruyan, güçsüz ve alil acizlere yardım eden iyilik seven kişilerdir. Vatan haini, millet haini kişilerde tabii ki içlerine karışmışlardır. İşte o kansız ve alçak polislerin ayıklanması lazım. Bu sadece bizim gördüklerimiz. Buna benzer olup ta bizlere intikal etmeyen ve yerinde kapanan bir çok olaylar da vardır. Halihazırda ki Cumhuriyet rejimine karşı halka kin ve nefret duygularını aşılama ve mevcut düzene karşı halkın ayaklanmasını sağlamak için bilinçli olarak yapılan hareketlerdir. Halkın nefretini kazanmak için ne lazımsa onu yaparlar FETÖ örgütünden daha tehlikelidirler belki de FETÖ cu durlar. Bunlar Güvenlik, Kolluk kuvvetlerine, Adliye, Sağlık ve diğer devlet kurumlarına nasıl girdilerse incelenip olaya sebep olanların ve bütün sorumluların cezalandırılmaları gerekir. Zira Polis ve Jandarmanın tarifleri çok açık olarak belirtilmiş ve bellidir. Bunlar gibi merhamet, vicdan ve insanlıktan yoksun kişiler polis olamazlar. Üstelik bu polisler belki de  üniversite bitirmiş kültürlü polislerdir. Bugün Türkiye ne çekiyorsa böyle insanların yüzünden çekmektedir. Ben bu polisleri şiddetle kınıyorum.

Yıl 1973 Yer Adana Baraj yolu, bir Kasım ayı gecesi. Yeni polis olmuş Adana Bağlar Karakolunda çalışıyordum. O zaman öyle siyasi olaylar pek yok fakat olması için gerekli ortamların hazırlandığını hissediyordum. Mitingler filan oluyor fakat siyasi eylemler pek az olarak meydana geliyordu.

Bir gece aynı karakolumuzda ki benden biraz eski bir Mardinli Polis Memuru ile devriye çıktık. Karakol Nöbetçisi Erzurumlu Polis Memuru Ersin saatte bir arayıp rapor vermemizi söyledi. Gece saat 01.00 sıralarında Baraj yolunda baraj istikametine doğru yürümeğe başladık. O benden biraz eski polis olduğu için bana “Benim üç adım arkamdan geleceksin. Ben senin amirinim. Ne dersem harfiyen yerine getireceksin.” Gibi bazı mesnetsiz öneriler anlatıyordu. Biraz sıkıldım ama hiç belli etmedim. O zamanlarda Sıkı Yönetim ilan edilmiş, gece saat 12.00 den sonra sokağa çıkma yasağı vardı. Bu şekilde boş sokaklarda biraz dolandıktan sonra ben Karakola döneceğimi söyledim. Çünkü bazı açık kahvelere giriyor, bağırıp çağırıyor ve hiçbir işlem yapmadan çıkıyordu. Dolayısıyla ben de suçlu oluyor ve zan altında kalıyordum. İnsanlara karşı da yanlış veya doğru polis arkadaşımı desteklemek zorunda olduğumdan her an için başıma bir bela alabilirdim. “Şu sokaktan da dolaşıp öyle dönelim kardaş” dedi. Öyle yaptık fakat benim o arkadaş üzerinde ki güvenim hiç kalmadı. Bazı ayarsız konuşmaları ve hareketleri hiç hoşuma gitmiyordu ama hiçbir zaman herkes istediğin gibi olamaz. İlişkilerin devam etmesi için herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Biz de zoraki görev arkadaşlığını kabulleniyorduk. Bazen bir yerden bir şey satın alsa “Vay beh..Cüzdanı unutmuşuz, sen öder misin? Ben sana sonra öderim.” Ayakları yapardı.

Ne ise tam karakola döneceğimiz sırada 79-80 yaşlarında biraz şişmanca bir adam üzerinde pijamalar olduğu halde bisikletle Baraj Yolunda o boş sokakta bize doğru geliyordu. Arkadaşım düdük çaldı ve ben bisikletin önüne geçtim. Adam bana çarpmamak için bisikletini yere düşürerek zor bela durdu. Yere düşmemesi için ben adamı havada tuttum. Adam eli yüzü düzgün, öyle sıradan bir adam ve suç işleyecek bir tipte olmadığı belli oluyordu. Polis arkadaşım hemen tabancasını çıkardı, adama uzattı ve bana adamın üstünü arattı  “Gece sokağa çıkma yasağı var bilmiyor musun? Sen kanunları ihlal ettin seni tutukluyorum. Nereyi bombalayacaktın?” gibi laflar etti ve adam biraz dirense de koluna kelepçeyi vurdu. Ben de bu arkadaşımla birlikte hareket ediyordum fakat bu arkadaşın vatandaşa karşı bazı hareketlerini de hiç tasvip etmiyor ancak aramız açılmasın diye mecburen onun yaptıklarına katılıyordum. O na uymam  ve desteklemem lazım dı. Çünkü ikimizde aynı karakolda çalışıyorduk ve o akşam devriye arkadaşıydık.

Adama bağırıp çağırıp hiç konuşturmadan Karakola doğru yürüdük. Tabi ben de Polis arkadaşıma yardımcı oluyordum. Adam kimdir? Zoru nedir? O saatte pijamalı bisiklet ile gitmesinin sebebi nedir? Hiç sormadan adamı kelepçeledik. Fırsat elimize geçmiş ya biz bir Azrail olduk adamı hiç dinlemedik bile. Ben yaptıklarımızdan biraz rahatsız oluyorum fakat adamın yanın da arkadaşıma bir şey diyemiyordum ve haliyle arkadaşımı destekliyordum. Adam bir şeyler anlatmak istiyor fakat "Sus. Karakolda anlatırsın." deyip adama vuruyordu. Adam da daha konuşmuyor ve öylece yürürken ben dayanamadım adama “Amca ne işin vardı bu saatte dışarı neden çıktın?” diye sertçe sordum. “Evladım, hanım ve ben kalp hastalarıyız. Hanıma kırız geldi. Şu anda evde yerde kıvranıyor belki de öldü. Dil altı hapı bitmiş. Ben onu almak için nöbetçi eczaneye gitmek istiyordum, siz yakaladınız.” Dedi. Bir den sanki delirdim, aslında delirmedim aklım başıma geldi. Polislik sağlam insanları hasta etmek, hastaları da öldürmek için mi vardır? Polisliğin birinci kuralı alil ve acizlere yardım etmek değil midir? Diye düşündüm. Saat 03.00-03.30 sıralarında bu ihtiyar adam başka ne için yasağa rağmen sokağa çıkabilirdi?  Hemen anahtarımı çıkardım, ellerinden kelepçeyi çözdüm ve “Amca şu anda sana yardımcı olmamız lazım fakat imkanımız yok. Allah hastana şifalar versin. Serbestsin. Git işlerini hallet” Dedim ve adamı salıverdim.

Adam önce ellerimi tutmak bana bir şeyler anlatmak istedi fakat arkadaşımın bağırmalarından korkarak onu yapamadı. Tam o sırada bir ticari taksi hastaneye hasta getiriyordu. Durdurdum ve adamı bindirerek yolladım. Bisikleti orada kaldı. Adam kurtulunca bisiklet zaten hiç gözünde yoktu. Bisikleti yolun kenarına çektim. Ben adamı taksiye bindirirken arkadaşım Polis Memuru bana çeşitli tehditleri söylenip duruyordu. ‘Adamı niçin bıraktığımı, hesabını veremeyeceğimi,’ söylüyordu. Ne dediyse hep sabırla hareket ettim. Ve Karakola doğru yürürken o bağırarak konuşuyor. Hala tehditlerini sürdürüyordu. Ben sessizce söylediklerini dinlediğim için cesaretlendi ve bana küfür edip vurmağa kalkıştı. Vuramayınca da tabanca çekti. Tabancasını elinden aldım ve ben önde o arkada öyle kanlı manlı Karakola gittik. Nöbetçiye ikimizde kendimize göre olayı anlattık. Karakol Nöbetçisi Karakol Amirini aradı. Karakol Amiri Başkomiser Yavuz Bey uykudan kalktı ve geldi. Bizleri dinledikten sonra “İkiniz de ihraç olursunuz, olayı kimse duymadan hemen kapatın.” Dedi. Hakikaten de öyleydi. İşlem yapılsa hemen ihraç olurduk. Nöbetçiye teslim ettiğim bu arkadaşımın tabancasını geri ona teslim etti ve bize biraz fırça atıp azarladıktan sonra sarılarak barıştık.  Memur arkadaşım bana "Kusura bakma, özür dilerim kardaş." dedi. Barıştık ama ben kendisi ile daha hiç konuşmadım. Zaten pek az bir süre bir arada kaldık. Ben Cinayet Masasına gittim. O da sonra Trafiğe gitmiş ve açığa alındığını duydum. Ankara da Hırsızlık Bürosunda iken yanıma geldi. Dolandırmışlardı ve bazı konularda kendisine yardımcı oldum. Kendisi sonra başka siyasi olaylardan bir kaç sene hapis yatıp ihraç olduğunu anlattı. Kömür alıp satıyordu.

O bisikletle gelen pijamalı adam karı koca emekli hakim imişler. O akşam aldığı ilaçla eşini kurtarmış. Polis Arkadaşım hakkında şikayetçi olmuştu fakat benim ısrarlarım üzerine dilekçe vererek şikayetinden vaz geçti. Arkadaşım Adli ve İdari ceza almaktan kurtuldu.

Şimdi analiz ediyorum da; Polis Arkadaşım da Ben de Türkiye Cumhuriyetine bağlı iki Polis Memurlarıyız. Aynı kanunlarla hareket ediyoruz. İkimizde aynı kanunları uyguluyoruz. Neden karşı karşıya geldik? Görüş ayrılığı neden oldu? Polis böyle durumlarda kendi taktirini kullanamaz mı? Kanunlar uygulayan kişinin görüşlerine göre değişmeli mi? Nasıl oluyor da onun tutukladığı insanı ben salıverip gönderebiliyordum. Her zaman kanunlar vicdana uygun ve insanıdır. Hiçbir kanun gaddarca uygulamaları içermez ve polis kendi halkına düşmanca davranmaz. Mesela değiştirdiler mi bilmem fakat polis okulların da verdikleri derslerde, hiç uygulandı mı onu da bilmem, ‘Hiçbir olanak yoksa, böyle bir acil durumlarda polis orada ki taksiyi düz kontak yaparak sahibinden habersiz kullanır ve suç olmaz.’ Bir olay karşısında iki ayrı uygulamayı siz okuyucularımın taktirine bırakıyorum. İşte bu kötü uygulamalar halkı mevcut düzene karşı kin tutmağa ve nefret etmeğe dolayısıyla devlete düşman olmağa sürükler ve terör olayları baş gösterir. Onun için gerçek güvenlik güçleri çok dikkatli ve titiz davranmak mecburiyetindedirler ki vatandaş iyi yönetildiklerine inansın ve devlete saygı duysun. Saygı ve Sevgilerimle