SAYFALAR

17 Kasım 2021 Çarşamba

TEMEL'İN AKLINI BEĞENMEYENLER

Temel Vatikan’da gezinirken upuzun bir kuyruk görür. İnsanlar ard arda dizilmiş sıra bekliyorlar.

Kuyrukta bekleyenlerden birine "Bu neyin kuyruğudur?" diye sorar.

"Bu kuyruğun diğer ucunun kiliseye uzandığını ve Vatikan Kilisesinde bir papaz tarafından Cennette bir parça yerin1000 dolara satıldığını," söylerler. Yanı 1000 dolar veren ölünce direkt Cennete gidecek."

Temel kuyruğu takip ederek doğruca kilisenin kapısına gider. Kapıdaki görevlilere; "Ben Cenneti değilde Cehennemi satın almak istiyorum. Beni papaz ile görüştürün." Der.

"Olmaz burada cehennem satışımız yok. Cennetten bir parça yer almak istiyorsan git sıranın sonunda kuyruğa gir." Derler. Tartışmaları içeriden duyan papaz; "Sorun bakalım Cehennemi almak için ne kadar parası var?" der.

Temel; "10.000 dolarım var. Cehennemin tamamına hepsini size vereceğim. Yeterki Cehennemi bana sat." der.

Papa bakar ki bu adam aptal, hazır ayağımıza gelmiş, bununda parasını alayım diye düşünür ve gülerek..;

"Tamam 10 000 dolar ver. Cehennemin hepsi senin olsun." der. Sözleşmeler yapılır, senetler imzalanır. Temel Papa dan Cehennemin tapusunu, papa da Temelden 10.000 dolar parayı alır. 

Temel kiliseden dışarı çıkar. Cennetten yer almak için kuyrukta günlerce bekleyenlerin gireceği kapıya elindeki belgelerin bir süretini ve bir de bildiri asar.

"Eyyyy Uşaklar, ben
 Cehennemin tümünü satın aldım. Hiç kimse artık Cehenneme giremeyecek. Boşuna yerden Cennetten yer alıp ta paranızı papaya kaptırmayın. Dağılabilirsiniz." Der ve herkes dağılır.

Cennet satışlarının sıfırlandığını anlayan papa ve ekibi 10.000 dolara sattığı Cehennemi Temelden geri alabilmek için Temel ile pazarlık eder ve bir milyon dolar verir fakat Temel satmaz.

Netice: Düşünen ve Allah ile arasına başka kimseyi sokmayan, akıllı insanlar çoğalırsa, din tüccarları iflas ederler.

13 Kasım 2021 Cumartesi

KITLAMA ÇAY

Anadolu'da ve Doğu İllerinde çay içilirken genellikle şeker çaya karıştırılmaz, kıtlama denilen bir usulle içilir. 

Ben ki bu şekilde çay içenleri ilk olarak çocukken gördüğüm zaman çok merak etmiş ve bende denemiştim fakat bir türlü bir tat alamamıştım. Hatta bize çay bahçesi yapan Erzurum ve İspir li işçiler vardı, onlar hep öyle kıtlama çay içerlerdi. Niçin böyle çay içtiklerini o zamanlar bir çok kişilere sormuştum. En doğru cevabı da Burhanettin Ağabeyim vermişti. "Fakirlikten." demişti. Kıtlama çay kültürü belki de İran dan bizlere geçmiş ve hala daha devam etmektedir.

Yeni öğrendim, bunun aslı öyle fakirlikten filan değilmiş. Bakın değerli İlahiyat Pröfesoru Yaşar Nuri Öztürk 'kıtlama çay' içme olayını nasıl anlatıyor?

Eskiden İran'da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu.

İngilizler İran'a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar.

Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular.

İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10'nu

teklif ettiler...

Nitekim bir cuma namazında o bölgenin en büyük ve kalabalık camisinde cuma hutbesinde mollalar şu vaazı verdi: "Siz Allah'ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!"

Bu vaazdan sonra İran'lılar çaya şeker katmaya başladılar. İşler yoluna girince İngiliz'ler, mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladılar.

Bunun üzerine mollalar ikinci bir fetva verdi cuma hutbesinde: "Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir "!... Haramdır.

Bu fetva üzerine İran'lılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktüler.

İngiliz firmaları mecburen, mollalarla yeniden masaya oturdu.

Fakat mollalar bu sefer % 20 pay istedi.

Eee dinsizin hakkından imanlı gelirmiş. İngiliz'ler çaresiz kabul ettiler.

Mollalar cuma hutbesinde bu sefer: "Biz size 'çaya şeker katmayın'

dedik ama 'sokaklara dökün de' demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz. Şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldırarak içeceksiniz!" diye fetva verdiler.

Tabii ki bu fetva İran halkı tarafından yaşama geçirildi ve zamanla bütün müslümanlara yayıldı.

Dinin cahil insanları aldatmak, yönlendirmek, onları sömürmek açısından ne kadar etkili olduğunu gösteren bir örnektir bu yaşanmışlık. Alıntı Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK. Resim internetten.

10 Kasım 2021 Çarşamba

TÜRKLERDE ÖLÜM İNANÇLARI

Göktürkler döneminde, ölen Alpların saçları kesilir ve mezarlarına konurdu. Aynı şekilde atlarının kuyruğu ve eşlerinin saçları kesilirdi. Buna 'Tullama-Dullama' adı verilirdi. Böylece ölen alp'ın veya kişinin eşi ve at'ı dul kaldığı anlaşılırdı.

Türklerin Ölü gömme adetlerinde alplar ve kağanlar kılıç, ok ve yayları ile gömülürlerdi. Demirden yapılmış parçalar diğer sıradan insanların mezarlarına da konurdu. Türk Mitolojisine göre ölen ruhların yer altında erlik han tarafından sorguya çekildiği düşünülürdü. Erlik Han'ın ve ona bağlı yeraltı ruhların, cinlerin, perilerin demirden ve demirci şamanlardan korktuğu bilinirdi. Hala daha bazı yerlerde bir çocuk dünyaya geldiği zaman, yattığı beşikte yastığın altına bıçak, tabanca ve buna benzer demir aletler konur. Böylelikle çocuk kötü ruhlardan korunmuş olur.

Geçmişi ve Türk Mitolojisi ile olan bağı bilinmese de ölülerin üzerine makas bıçak gibi demirden aletler konur. Anlamını tam olarak bilmesek te kolektif bilinç altında kayıtlı olan ve gelecek kuşaklara aktarılan bu gelenek devam eder. Bu adet aslında kötü ruhların ölüyü rahatsız etmemesi için yapılır. Çünkü kötü ruhlar demirden korkar.

Ölünün yedi'si, kırk'ı, elli ikisi, dönüm noktaları vardır ve Türk cenaze adetlerinde önemli eşiklerdir. Aslında 7, 40 ve 52 sayıları 'kozmolojik' sayılardır. Ölen kişinin öteki aleme geçme süresi de diyebiliriz. Eski Türkler, bu arada ölen kişinin ruhunun eve tekrar geri döneceğini düşür ve korkarlardı. Eve geri dönen ruh gördüklerini tanıdığına fakat kendisinin kimseye görünmediğine inanırlardı. Ölü çıktığı eve ilk zamanlar bardak içerisinde su bırakılır ve her sabah eksilip eksilmediği kontrol edilirdi. Bu yüzden bu sayılı günlerde, ölüyü memnun etmek için bir takım faaliyetler yapılır, suyun yanında yemek vermek, dua okumak, mevlüt okutmak şeklinde devam ederdi. İslam da bu tür uygulamalar yoktur.

7 sayısı, Şamanların gök yolculuklarında Tanrıya ulaşmak için aşmak zorunda oldukları, 'gök katlarını' sembolize eder. 7 sayısı, 7 gezegen ile de bağlantılıdır. Ruhun da, Tanrıya ulaşmak için bu gök katlarını aşması gerektiği düşünülür.

Türklerde 40 olgunluk sayısıdır. Kırkılmak, kırklamak, tamamen geçiş inançlarıyla bağlantılı uygulamalardır. Bir insanın olgunlaşma yaşı 40 olarak kabul edilir. Bunun sebebi, anne karnında ki çocuğun 40 haftada olgunlaşması ve tam bir insana dönüşmesi ile alakalıdır.

52 sayısı ise güneşin 1 yıllık döngüsünü ifade eder. Ya da dünyanın güneş etrafındaki tam 1 yıllık döngüsünü. 52 hafta 1 yıllık zaman dilimine denk gelir.

Bu sayıların tamamı 7 gün yani bir hafta ile alakalıdır. 7 gün bir haftadır. Türkler ölen yakınlarını geleneksel merasim ile öteki aleme uğurlar. Tıpkı yeni doğanı karşılamak için yaptıkları inanç ve merasimler gibi. Yeni doğan bebekler ve lohusalar için de demirden nesneler konur. Yeni doğan bebeğin kırkının çıkması beklenir ve bu durum bir takım inançlar ile kutsanır ve kutlanır.

Ve ölen kişinin mezarının üzerine 'can suyu' adı verilen su dökülür. Bu tören, öteki dünya inancı ile alakalıdır ve hayat suyu-yaşam suyu kavramı ile bağlantılıdır. Ölen insanların yıkanması da hayat suyu kavramı ile bağlantılıdır. Amaç, ruhun sonsuza kadar öteki alemde yaşamasını sağlamaktır. Aynı şekilde kırklanmış bebekler de bir takım özel inançlar ile suyla yıkanır. Su ister ölüm olsun isterse doğum, her ikisinde de yeniden doğuş düşüncesi ile alakalıdır ve çok önemlidir.