SAYFALAR

15 Ocak 2022 Cumartesi

AYRAN

Geleneksel İçeceğimiz Ayran

Yoğurt, oldukça eski bir geçmişe sahip olan çok değerli bir yiyecektir. Yoğurdun ilk olarak kimlerce ve nasıl üretildiği üzerine kesin bir bilgi bulunmamakla beraber, ilk kez milattan önce yıllarda Mezopotamya'da yapıldığı bilinmektedir.

Bazı tarihçilere göre ise tarihi Orta Asya’ya kadar uzanır, hayvancılıkla uğraşan Eski Türklerin bulduğu bir içecek olduğu söylenir.

Dîvânu Lugâti't-Türk ve Kutadgu Bilig'de Orta Çağ Türklerinin yoğurdu nasıl kullandığı yazmaktadır ve ayran "sütten elde edilen bir içecek" olarak tanımlanmıştır.

Şifaları saymakla bitmeyen yoğurt İngilizce de dahil olmak üzere bir çok dilde "Yoğurt" olarak geçer.

Antik Hint kaynaklarında, yoğurt ve balın karışımı "Tanrıların Yemeği" olarak adlandırılır.

Ayran, yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek. Türk mutfağına ait olan en eski ve yaygın içeceklerdendir.

Bir ölçü yoğurda en çok bir buçuk ölçü su karıştırılır. Daha lezzetli olması için su yerine süt de katılabilir. Az ölçüde tuz da eklenebilir.

Türklerin geleneksel içeceği olan ayran, Balkan ve Asya ülkelerinde de içecek olarak kullanılır.

Türkiye, Azerbaycan, İran, Lübnan, Bulgaristan ve daha çok diğer bazı Balkan ülkeleriyle Orta Doğu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ülkelerinde tüketilir.

Göktürkler, ekşiyen yoğurdun ekşiliğini azaltmak için üzerine su eklediler. Böylece tesadüfen ayran ortaya çıkmış oldu.

Türk geleneğinde tatlının yanına ayran tüketilir ve ikram edilirdi. Bugün bu unutulmuş bir alışkanlık olsa da günümüzde ayranın tatlıdan alınan yoğun şekerin kandaki kontrolünü sağladığı beslenme uzmanları tarafından onaylanan bir gerçektir.

Ayranın yapılışı az da olsa yöresel farklılıklar göstermekle birlikte bazı bölgelerde ki ayranlar daha değişiktir. Balıkesir, Susurluk yöresinde ufak bir elektrikli motorla ayran, kazandan çekilerek dar bir boru aracılığıyla yukarıdan hızlı bir şekilde tekrar kazana boşaltılır. Bu devirdaim sürecinde ayranın yağı ayran üzerinde köpük oluşturur ve daha çok tercih edilir. Bu ayran meşhur "Susurluk Ayranı" olarak bilinir ve Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından tescillenmiştır.

Çukurovada Misis'te yapılan ayran da çok meşhurdur. Lokman Hekimden etkilenen halk Misis ayranına şifa gözüyle bakarlar ve çok lezetli köpüklü bir ayrandır. İnsanlar uzaklardan o ayranı içmek için Misis'e giderler.

Türkiye'nin bazı doğu kesimlerinde ise karıştırma yöntemi ile "Yayık Ayranı" elde edilir ki bu ayran da bol köpük ve lezzetiyle her yerde tercih edilir.

10 Ocak 2022 Pazartesi

ACABA


Ömer Seyfettin’in babası Osmanlı ordusunda bir subaydı, Ömer Şevki Bey. Kendisi de askeri okulları bitirdi ve Osmanlı Ordusuna subay oldu. Aslında asker, yazar ve öğretmendir. 

Bir ara askeriyeden ayrıldı ve sivil hayatı bir yıl kadar kısa sürdü. Savaşlar başladığı zaman yeniden orduya çağırdılar. Bir çok cephelerde savaşlara katıldı. Yanya Kuşatması sırasında, Kanlıtepe'de 20 Ocak 1913 tarihinde 21 askeriyle birlikte Yunanlılara esir düştü.

Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında geçen on aylık esareti sırasında da bir çok eser yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu'nda yayımlandı. Aşağıda okuyacacağınız bir anısı 1. Dünya Savaşında Filistin Cephesinde ki savaş sonunda olmuştur.

Ömer Seyfettin'in 'Piç' adlı eserinden;

"Alman'ların yenilmesiyle savaş bitmiş, mütareke imzalanmıştı. Filistin'den çekiliyorduk. Bir kaç arkadaş subayla, karşı tarafın da subaylarıyla, çekilme işlerini görüşmek için gittik.

Karşı tarafta, Fransız üniformalı bir subay sık sık bana bakıyor, gözünü benden ayırmıyordu. Ben buna bir anlam veremiyordum.

Fransız subay yerinden kalkıp bana doğru geldi ve;
'Nasılsın Ömer Seyfettin?' Dedi.
'Beni nerden tanıyorsun? Ben bir yüzbaşıyım. Öyle tanınacak kadar üst düzey bir kumandan değilim.' Dedim.

'Ömer, biz seninle İstanbul'da Askeri Lise'de beraber okuduk, ben falancayım deyince, hayretler içerisinde baktım, hatırladım..

Hep dini eleştiren, Osmanlı'yı kötüleyen, vatan, bayrak sevgisi olmayan bir öğrenci idi ama, yine de Fransız subay olması normal değildi..
‘Peki nasıl böyle oldun?' Dedim.

'Ne zaman bir savaş olsa, Türkler galip gelse içimde üzüntü oluyordu. Tükler kaybetse, zarar görse içimde bir sevinç oluyordu. Çoğu zaman kendimi ayıplıyor, neden böyleyim? diyordum. Bir gün anneme ısrarla sebebini sordum.
'Dayanamayacağım, anlatacağım.' Dedi.

İstanbul Hastanesinde Fransız bir doktor vardı. Hastaneye gidip gelirken birlikte oldum ve sen o Fransız doktorun oğlusun. Babanın bundan haberi olmadı, şimdi de sen öğrendin.' Dedi..

Zaten babam zannettiğim adam çoktan ölmüştü.

O hastaneye gittim, şu tarihte burada çalışmış, şimdi Fransa'ya dönmüş olan, şu isimde doktorun adresi var mı? Dedim, adresi verdiler, Fransa'ya gittim, babamı buldum, olanları, annemin sözlerini anlattım..

'Anneni gerçekten sevmiştim.' Dedi ve beni kabul edip nüfusuna yazdırdı, Fransız okullarında eğitimimi tamamladım ve gördüğün gibi bir Fransız subayı olarak karşındayım.' Dedi.

Şimdi Ben,
Türk milletini, bayrağını, vatanını, eleştirilenleri gördükçe, acaba onlar da, "Piç" mi? diyorum..!!!"

Ömer Seyfettin.

Evet Ömer Seyfettin haklı galiba? Yoksa bir milletin içinden bu kadar hain, kanı bozuk insan çıkamaz. Ekmeğini yeyip te, krallar gibi yaşadığı ülkeye kötülük yapamaz. 

9 Ocak 2022 Pazar

NEYZEN TEVFİK

 
“Bay Hitler'e yaralandı dediler.
Menhus yıldız çabuk doğar dulunur,
Sen köpeğe kuduz de de geçiver
Nasıl olsa bir öldüren bulunur.”

Neyzen Tevfik ya da soyadıyla Tevfik Kolaylı çok iyi bir ney çalan, şair ve bektaşi dervişidir. O dünya yansa bir bağ otu yanmayan bir adamdır. 

Mehmet Akif Ersoy ve Şair Eşref''ten dersler almış ve onların etkisi altında kalmış, bilhassa Mehmet Akif Ersoy'a kendisi alevi olmasına rağmen, çok hayran olmuş, saygı duymuştur. 

Yaptığı hicviyeler ile ünlü, haksızlıkları dile getirmiş, devamlı yergi ve taşlamalar yapmıştır. Saray tarafından sürgüne yollanmış ve hatta idama çarptırılmıştır. Belli başlı bir eseri yoktur. Çok eseri var fakat hiç biri kağıt üzerine dökülmemiş, bütün eserleri kulaktan kulağa bu güne kadar gelmiştir.

1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığından başka Neyzen'in düzenli bir geliri de hiç olmamış, hep sefalet içinde yaşamış, yaşamı 28 Ocak 1953'te son bulmuştur.

Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılınır. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarını doldurur. Neyzen Tevfik'i memurlar, profesörler, ileri gelenlerin yanı sıra, kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış, sarhoşlar, sokak serserileri, Müslümanı, Hristiyanı, Yahudisi ve bin bir çeşit insanı bir arada uğurlamışlardır. Kim bilir belki de bir hiçlikten bir varlığa doğru, farklı sınıfların insanları elleri üzerinde götürülür Neyzen Tevfik Kolaylı, ebedi istrahatgahına.

Tevfik, hayatını toplum kurallarının tamamen dışında yaşamış paraya düşkünlüğü hiç olmayan, bugün bulduğunu bugün, yarın bulduğunu yarın yiyen bir insan. Gericiliğe savaş açmış, İslamin yozlaşmasına şiddetle karşı çıkmıştır;

"Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet.."


Neyzen Tevfik aslında bugünü de çok yıllar önce özetledi; "Geldikleri gibi gitmediler, kimi itini bıraktı kimi bitini, kimi de piçini. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil." dedi.

Ney çalma ustalığında içinden geldiği gibi çalıp, halkı duygulandırdığı için, bütün büyük partilere davet edilir, onun o ustaca çaldığı neyler dinlenirmiş.

Tevfik, içkiye olan ilgisiyle de bilinmektedir. İçki, hayat biçiminin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Hiç bir günü içkisiz geçmediği söylenir. Mehmet Akif Ersoy içkiyi bırakması için çok çaba sarf etmiş fakat başarılı olamamıştır.

Mehmet Akif' Ersoy'u hocası olarak gören Neyzen Tevfik, bir söyleşinde onun için şöyle der;

"Adam etmek içün beni pek çok yorulmuştur bı zât.
Kalmışım ruhumla minnettarı madam-ül hayat."

Eski bir dostu Neyzen Tevfik'i meyhaneden çıkarken görür. Sitem edip ona içkiyi kötüler ve bir daha meyhaneye gitmemesi için;

“Vallahi Tevfik Efendi, seni meyhaneden çıkarken görmek, beni son derece üzdü.” Der.

Neyzen Tevfik te o her zaman ki hazır ve nükteli cevaplılığıyla yanıtlar;

“Hemen geri dönüp, içeri gireyim öyleyse!” 

Bir gün Neyzen Tevfik çok acıkmıştır ve gider ciğerci de iki porsiyon ciğer yer. Sonra ceplerini yoklar ki beş parası yoktur, hesabı ödemeğe. Ciğerciye borcu olmasını ve sonra ödeyeceğini söylese de ciğerci kabul etmez ve o gün dükkanda çalışıp bulaşık yıkamasını ister. Neyzen Tevfik hemen kalem kağıtı eline alır bir şeyler yazar ve arka tarafta oturan bir tanıdığına yollar ciğerciyi. Adam gönderilen notu açar okur ve yediği ciğerlerin parasını ödedikten sonra yarın yiyeceği ciğerlerin de parasını öder.

Ciğerci çok merak eder ve adama notta ne yazıldığını sorar. Adam Neyzen Tevfik'ın yazdığı notu ciğerciye de okutur;
'Dağladı ciğerci ciğerimin yarasını, ciğerparem veriver ciğercinin parasını.'

Neyzen Tevfik Atatürk’ü o kadar çok takdir edip sevmektedir ki, hayatında onun aleyhine hiç kimenin konuşmasına izin vermemiştir. Atatürk öldüğü zaman yas tutar ve günlerce dışarıya, sokaklara çıkmaz.

Son zamanlarında büyük bir yokluk çeken Neyzen Tevfik, soğuk bir kış günü aç sefil ortada kalır. Gideceği hiçbir yeri yoktur.

Son çare bir caminin kapısında saatlerce bekler ki, birisi onu görsün de yardım etsin diye. Fakat hava soğuk, gelen giden de yok. Kimse uğramayınca, çaresiz kalan Neyzen, perişan vaziyette gece kalacağı metruk bir yer bulmak için sokakta bilinmeyen bir yere doğru yavaş yavaş yürümeğe başlar. Tam o sırada eskiden hicviyelerinden nasibini alan varlıklı bir ailenin genç oğlu O’na rastlar, O’nu tanır ve durumunu anlar. Yardım etmek ister fakat doğrudan para verirse tepki göstereceğini düşünür. Çünkü o Neyzen Tevfik herkese kafa tutan, haksızlıkları kabul etmeyen Allah’ın deli ve veli kullarından biri. Sağı solu hiç belli olmaz. Zengin adamları ve devlet büyüklerini yerin dibine sokup çıkaran ve hiç bir kimseden korkusu olmayan bir adam.

Delikanlı öyle korkuyla, Tevfik'in arkasından yürümeğe başlar ve o görmediği gibi cebinden o devrin en büyük kağıt parasını çıkarır, elinde buruşturur, ayaklarının altına doğru atar ve sonra Tevfik’in omuzuna dokunur; 
“Efendi, efendi, paranızı düşürdünüz." der.

Neyzen cebinde beş para olmadığını zaten biliyor. Hayattan ümidini kesmiş, bitap düşmüş, yorgun haliyle olduğu yerde durur ve geri döner. Yerde, ayaklarının arasında buzların üstünde ki parayı görür. Yanında duran delikanlıyı da görür. Ona doğru uzun uzun bakar ve delikanlıyı tanır. Yerde ki parayı onun attığını da anlar ve cevap verir; “Ah be çocuk! Ah be evladım! O yere düşen, para değil, sizin pırlanta kalbinizdir.” Der. 

İnsan, hiç bir zaman, bir gün gelir acze düşeceğini ve başkasına, hatta düşmanına bile muhtaç olabileceğini unutmamalı. Saygılar sunarım.