SAYFALAR

16 Mart 2022 Çarşamba

İNANILMAZ BİR OLAY

On yıl kadar önce Ankara dan memleketim Fındıklı’ya otobüsle gidiyordum. Rize'nin şirin İlçelerinden biri olan Pazar'a kadar gittik te Doğukaradeniz otobüsü ile sabah saatlerinde Pazar terminaline girdik. 

Sahil boyu giderken öyledir. Otobüs her ilçenin içinde terminaline girer on-on beş dakika o ilçenin terminalinde bekler, eşya ve insan indirdikten sonra yoluna devam eder. O saatler de sabahın erken saatleri olduğundan yolcuların çoğu uyur, uyananlarda uykudan yarı sarhoş olurlar. 

Ben de nedense pek uyuyamadım bagaj indi bindilerini izliyordum. Çünkü yanlışlıkla başka valizler de indirilebilir. 

Pazar da da bir çok eşyalar indirdiler. Yataktan tutun da sandıklara kadar her çeşit eşya vardı. Ben de yanımda ki arkadaşımla otobüsten inmiş, hem etrafı dikiz ediyor, hem de ayaklarımız açılsın diye, kısa mesafeli yürüyüşler yapıyorduk. 

Öyle kırmızı yüzlü gün görmüş bir ihtiyar, Muavine kendisine İzmir den gönderilen bir emaneti soruyordu. İkisi birlikte bagaja doğru gittiler ve önce bir, sonra iki büyük karton kutuları indirip birlikte sürükleyerek biraz götürüp, terminalde orta yerde bıraktılar. İhtiyar adam biraz daha uğraştı fakat tek başına bu ağır karton kutuları yerinden oynatamadığı için kenara götüremedi, olduğu yere bırakıp aceleyle koştu terminalden çıktı gitti. Anlaşılan bir yardımcı veya araba getirecekti. 

O sırada eski bir kırmızı çift kabin Isuzu araba ağır ağır geldi. İçinde iki genç vardı ve arabayı kullanan telefonla konuşuyordu. Yazıhanelere doğru giderken o ortada duran ihtiyar adamın bıraktığı karton kutulardan birine bindirdi, yavaşça hoop üzerinden geçti ve kutu ortadan ikiye bölündü. Parmak kalınlığında beyaz ve siyah ezilmiş üzüm salkımları sağa sola dağıldı. O zaman içinde üzüm olduğunu anladık. 

Meğer bu ihtiyar adama İzmir den iki büyük karton kutularla dolu üzüm yollamışlar. Üzümleri ezip üzerinden geçen çift kabin arabada kiler hiç oralı olmadılar. Sanki de farkına varmadılar bile. Yahut ta anladılar da anlamaz göründüler. Arabadan bile aşağı inmediler. Biz de kenara çekildik ve seyretmeğe başladık. O sırada bir kaç adam "Aaa üzümler ezildi. Yazık!" filan diye bağırdılar. O ezen araba ilerde yazıhanelerden birinin önünde biraz durdu, taktı geri geri geldi, hoop orada duran ikinci kutuyu da aldı altına ezdi. Her taraftan üzüm suyu fışkırıyor. Bu sefer durdular. Şoför indi arabadan baktı ki kutuları ezmiş. Hiç ses yok. Yine oralı olmadı. Arabasında hasar olup olmadığını anlamak için galiba, öyle çevresine uzaktan bir göz attı ve yine bindi arabasına tekrar kutuların üzerinden ikinci bir daha geçerek ön tarafa bir yazıhanenin önüne çekip arabanın içinde beklemeğe başladılar.

Yarım saat kadar sonra terminal girişinden son model siyah bir Mitsubishi çift kabin araba göründü ve yavaş yavaş o karton kutuların bulunduğu yere geldi, durdu. Arabayı kullanan genç bir delikanlıydı. Ön tarafta da o kutuları oraya bırakan kırmızı yüzlü ihtiyar adamdı. Arabadan indiler. Galiba o kutuları taşımak için genç delikanlının arabasıyla gelmiş ki, içinde üzüm olan o kutuları götürecek. Adam baktı ki kutular ezilmiş suyu akıyor.  “Kim benim kutularımı ezdi? Çabuk söyleyin. Kim yaptı bu işi?” diye bağırmağa başladı. O kutuları ezen adamlar da az ilerde arabanın içinde bekliyorlardı ya, ihtiyar adamın söylediklerini duyunca bir geri baktılar. Arabayı kullanan telefonunu cebine koydu. Arabasını çalıştırdı ve hemen bastı gaza süratle geri geri gelmeğe başladı. Üzümlerin sahibi ihtiyar adam arabasının sol tarafında durmuş ezilen üzümlerini inceliyordu. Isuzu onun yanında duran yepyeni arabasına sağ taraftan bir taktı, sağ ön far ile çamurluğu olduğu gibi ezip kopardı. Çamurluk birkaç parça halinde yere düştü. Çarptığı arabayı geçtikten sonra biraz durur gibi yaptı, çarpılan arabayı oraya getiren ihtiyar adam bağırarak yanına doğru koşarken, o durmadı, ön vitese taktı ve bastı gaza kaçtı gitti. 

Zavallı yaşlı adam tövbeye geliyor ve “Ya ne olur? Ben arabayı emanet almıştım, bu araba benim değil. Çarptılar harap ettiler. İzmir'den gelen üzümlerimi de ezdiler. O çarpan arabanın plakasını alan varsa, insanlık namına bana versin.” Diye yalvarıyordu. Ben plakayı okumuştum, aklımdaydı. Hiç kimse oralı olmayınca o çarpan arabanın plakasını bir kağıda yazıp verdim ihtiyar adama.

Bu olay en azından Pazar da başından geçenler tarafından mutlaka bir yerlerde anlatılmıştır. Belki de olay mahkemeye intikal etmiş veya benim gibi bu olaya şahit olan çok insan vardır. Daha netice ne oldu bilmiyorum. Biz yolumuza devam ettik. 

Şimdi düşünüyorum da o yörede bazı cinayetlerin sebeplerinden biri belki de böyle olaylardır. Kaza olabilir. Hatta bazı kazalar kaçınılmazdır. Karşı beri anlayış gösterip anlaşmak lazım. Vurdum duymazlık ve suçunu kabul etmeme çok kötü bir şey. Bu olayın insanları karşılaşsalar belki de o üzümleri ezen adam “Ben haklıyım. Orta yerde bırakmasan!” diyecek ve üzümlerin sahibi yaşlı adamı haksız çıkarmağa çalışarak daha da tahrik edecek. Ve ben düşündüm, o yaşlı adamın yerinde ben olsam ne yapardım? Ne yapardım acaba, hiç bilemiyorum.

Eğer adamlar birbirlerini tanıyor olsalar veya bir araya gelip konuşsalar her şey kolaydan halledilecek. En nihayet enteresan bir kaza galiba. Kasıt olsa neden olsun? Vel hasıl o gün bir kere daha anladım ki, insanın başına ne geleceği hiçbir zaman belli olmaz. Bir saat sonra ne olacağı bilinmez. 

Başımıza bir şey gelmediği için bizler alışmışız öyle bir karar yaşayıp gidiyoruz. Bazen insanların böyle şanssız, kırık, nakıs günleri olur. İstek dışı bazı nahoş olaylar başa gelebilir. Çok eskilerden Tolstoy'un bir kitabında okumuştum. Adam 'Ayakkabımı kayıp etmiştim. Ağlayarak arıyordum. Karşımda bir ayağı kesik bir adam gördüm. Hemen şükredip kendime geldim.' diyordu. Her şeye şükredip ‘Allah beterinden korusun’ deyip olgun karşılamak lazım.

15 Mart 2022 Salı

YÜZBAŞI FARUK

Cumhuriyetten önce Osmanlı İmparatorluğu yıkılmak üzereyken İngilizlerin İstanbul'u işgal ettikleri sırada yaşanmış bir olay;

Osmanlı İmparatorluğu İstanbul Hükümeti Harbiye nazırı Ziya paşa her zamanki yumuşaklığı ile ''Beyler'' dedi ,''İngilizlere kafa tutmayınız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit'i tekrar işgal ediverdiler.''
Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:
-Emrettiğiniz yüzbaşı göründü efendim.
-İçeri Al
Nazır, subaylarına bilgi verdi;
-Az önce sözünü ettiğimiz talihsiz olayın faili.
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi.
-Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle,
-Oğlum, dedi. Dün akşam Beyoğlu'nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğrumu?
-Evet efendim doğru.
Nazır dürüst subaya babacanca yol gösterdi.
-Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?
-Hayır efendim gördüm
Nazırın canı sıkıldı.
-Niye selamlamadın öyleyse, selamlamanız için emir verilmişti.
-Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam, askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?
Ziya paşa derin bir kederle elini açtı.
-Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.
-Paşam birde beni dinlemenizi rica ediyorum.
Nazır bıkkınlıkla;
-Söyle bakalım. dedi.
-Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbem de binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.
Harbiye nazırı bozuldu
-Anlamadın galiba Harbiye nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sükunetle
-Anlıyorum efendim dedi,
Apoletlerini bir hamlede söküp masasına bıraktı.
-Artık emirlerinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.

Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular. 

Alıntı Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman 

11 Mart 2022 Cuma

ADALET MÜLKÜN TEMELİ

Mısır’da Selahadin-i Eyyûbi zamanında emirlik ve kadılık yapan Karakuşi isimli bir Kadı varmış. Bu Kadı enteresan kararlar verdiği için hükümlerine Hükm-i Karakuşi derlermiş.

Hani bir dava önüne gittiği zaman dava dosyasını okumadan eliyle tartıp, "Avrak ağırdır, idamına; veya avrak hafiftir." beraatına diyen kadılar var ya onlardan.

Bir gün Karakuşi Kadı, Kahire de bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Etrafa bakınca anlamış. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var. Karakuşi Kadı, Fırıncıya:

“Ben bunu aldım, evime yolla da akşam yerim.” Demiş

Fırıncı, ‘ördek başkasınındır filan demişse de dinletememiş kadıya. “Ördek, uçar cinstir, sahibine uçtu dersin.” demiş Kadı. Hem Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp yollamış Kadı’nın evine.

Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:

“Hani bizim ördek?” Fırıncıya sormuş.

Fırıncı, “Ördeğin uçtu.” Deyince, adam “Kesilip temizlenen ördek uçar mı?” demiş. Fırıncı Karakuşi Kadı isterse uçar demiş ve kavga da başlamış. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış. Gayrimüslim de peşinden kovalamağa...

Bir duvardan atlarken, bilmeden hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da balta elinde fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerinden koşmağa başlamış. Sokalar da bir hengamedir devam ederken, zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar.

Kadı durumu anlamak için sırayla ifade almağa başlamış.

Ördeğin sahibi,

“Bu adam ördeğimi hiç etti” diye şikayetçi olmuş.

Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:

“Ne yaptın bu adamın ördeğini?”

Fırıncı

“Uçtu” demiş.

Kadı, kara kaplı kitabını açmış:

“Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil, normal” diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş.

Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa da sormuş. Onun şikayetine de kara kaplı kitaptan bir madde bulmuş:

“Her kim, bir gayri müslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla.”

Davacı:

“Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?” diye sorunca Karakuşi Kadı’ye

Kadı Hazretleri “Şimdi Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.” Tabii gayrimüslim iki gözünden de olmamak için şikayetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:

“Tamam, Karını vereceksin, bu adam ile dört ay evli kalacak, düşen çocuğun yerine yeni çocuk koyacak.” Deyince o adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye:

“Senin şikayetin nedir bre?” Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,

“Ne diyeyim kadı efendi, adaletinle bin yaşa Sen, emi !” demiş.

GİT BOYU KISA BİR BOYACI BUL !
Hırsız bir evi gözüne kestirmiş, etrafı kolaçan etmiş. En iyisi balkondan girmek demiş. Gece bastırınca bahçeye dalmış, balkona tırmanmaya başlamış... Bir adım, bir adım daha, tam çıkmak üzere, balkonun korkuluğu kırılıp kopmuş. Hırsız düşüp ayağını kırmış...

Sabah olunca, hırsız doğru Karakuş Kadı’nın yanına kendisi gitmiş, halini gösterip şikayetçi olmuş. "Kadı efendi, ben soymak için eve girecektim, fakat balkon korkuluğu çürük çıktı, koptu. Ben de düşüp ayağımı kırdım!" demiş.

Kadı da pek anlamamış: "Eeee ne istiyorsun, şimdi seni hırsızlığa teşebbüsten içeri atayım mı?" diye sormuş. Hırsız da, "hayır kadı efendi, bir dinleyin.” Bunun üzerine Karakuşî Kadı, "anlat bakalım!" demiş.

Hırsız başlamış anlatmaya; "Ev sahibinden davacıyım, eğer balkonun korkuluğunu sağlam yaptırsaydı, ben de düşüp ayağımı kırmazdım... Tamam hırsızlık suç ama cezası balkondan düşüp ayak kırmak değil!"

Karakuşî Kadı keyiflenmiş, tam ona göre bir dava, çağırmış ev sahibini: "Be adam, niçin evinin balkonunu sağlam yaptırmıyorsun? Korkuluk sağlam olsaydı bu adam düşüp ayağını kırmazdı!"

Ev sahibi şaşırmış: "Aman efendim, balkonun korkuluğunu Marangoz Ahmet usta yaptı. Çürük yaptıysa benim günahım ne?"

Kadı efendi, hemen Marangoz Ahmet Ustayı çağırın demiş, Marangoz gelmiş. Sorgu suale çekilmiş ve başlamış anlatmaya; "Efendim ben balkonun korkuluğunu çakarken yoldan yeşil başörtülü bir hanım geçiyordu. Başörtüsü o kadar güzel yeşile boyanmıştı ki, herhalde gözüm ona daldı. Çiviyi boşa çakmış olacağım!" demiş.

Kadı emretmiş: "Hemen o yeşil başörtülü kadını bulup getirin!" demiş. Kadıncağız gelmiş, tir tir titriyor: "Kadı efendi, benim günahım ne? Ben başörtüsünü, boyasın diye boyacıya verdim, o boyadı!"

Sıra boyacıya gelmiş; kadı sorguya çekmiş: "Ulan, başörtülerini böyle göz alıcı renge boyuyorsun, marangozun gözü başörtüsüne takılıyor, çiviyi boşa çakıyor. Balkona tırmanmaya çalışan hırsız düşüp ayağını kırıyor!" Boyacı verecek cevap bulamayınca, kadı da hükmünü vermiş: "Götürün bu herifi asın!"

Biraz sonra cellat gelmiş: "Kadı efendi, bu boyacının boyu sehpaya uzun geldiği için asamıyorum!"

Kadı elini sarığına dayamış, biraz düşünüp çözümü bulmuş:

"Git, kısa boylu bir boyacı bul, yerine 
onu as!"

SUÇLU
Karakuşî bir gün hapishaneleri teftiş eder. Herkese suçunu sorar. Sekiz kişi hariç diğerleri masum olduklarını söylerler. Diğer sekiz kişiyse, suçlarını itiraf ederek: ‘’Biz suçluyuz! Elbette cezamızı yatar çekeriz.” derler.

Bunun üzerine Karakuşî zindancı başına şu emri verir: ‘’Şu sekiz suçluyu derhal sokağa atın ki burada kalan bunca masumun ahlâkını da bozmasınlar!’’

Halbuki hukuk herkese eşit uygulanmalı ve suçlu suçsuz iyi tespit edilip cezayı müeyyideler ona göre adil uygulanmalıdır. Keyfi uygulamalar mülkü yok eder. Nice devletler keyfi uygulamalar yüzünden bugün yok olup gitmişlerdir.