SAYFALAR

27 Mart 2022 Pazar

ORHAN BORANLI YILLAR

1960-70 lı yıllarda TRT radyolarında ve Televizyon ilk yıllarında çok esprili efsane bir adam vardı, Orhan Boran. Anlattığı fıkraların çoğuna hayalı olarak kayınçosunu karıştırır, ondan da bahsederdi. Bir de onun meşhur Yukı si vardı. Elinde beyaz bir mendil tutar, envayi çeşit fıkralar anlatır, hatta kendisini de fıkralara karıştırır, kendi başından geçmiş gibi, milleti gülmekten kırar geçirirdi.

Her neyse böyle nükteli insanlar günlük yaşam hayatlarında da bazen nükteli olaylarla karşılaşırlar. 

Bir gün Orhan Boran’ı bir program nedeniyle Ankara Radyosuna davet ederler. Orhan Boran İstanbul dan biner uçağa ve Ankara Esenboğa da iner. Saatine bakar ki programın başlamasına çok az bir zaman var. Hemen koşar bir taksiye biner ve “Beni Ankara Radyo Evine götür.” Der şoföre.

“Yok ağabey! Kusura bakma. Birazdan radyoda Orhan Boran programı başlayacak, ben onu izleyeceğim, sen başka taksi ile git.” Der şoför.

Bu cevap Orhan Boran’ın çok hoşuna gider, keyiflenir, fakat bir taraftan da programa geç kalıyor, gitmesi lazım.

“Kardeş buradan Radyo evine taksiler kaç lira alır?” diye sorar. Taksici; “10 lira ağabey.” Diye cevaplar.

Orhan Boran “Ben sana 50 lira veriyorum, hadi götür!” deyince,

50 lira o zamana göre çok iyi para tabi.

Şoför; “Atla ağabey, kim takar Orhan Boran’ı.” Der.

Belki olay gerçekten olmamış veya olmuşta olabilir. Fakat Orhan Boran öyle anlatıyor.

*********************************

Bir de kayınçosuyla konuşuyor. Kayınçosu ona anlatıyor;

“Ağabey yeni bir ilaç çıkmış, susuzluğu ve harareti anında yok ediyormuş. Çok mucize bir ilaç Çölde yaşayan insanlar ve turistler için yapılmış çok harika.”

Orhan Boran da soruyor; “Peki nasıl bir ilaç bu?”

“Valla küçük, beyaz, hap şeklinde, bir kutu içerisinde ve kutuda 30 tane var.” 

Orhan Boran tekrar soruyor;

“Peki nasıl kullanılıyor?”

Kayınço cevap veriyor;

“Ağabey susadığın zaman, bir büyük bardak soğuk su içerisine bu haplardan bir tane koyup iyice eridikten sonra içeceksin. İnsanda hiç hararet bırakmıyormuş.”

********************************
Orhan Boran aile büyüğü olarak kayınçosuna kız istemeye gidecekler. Bakar ki kayınçonun ayakları çok kokuyor, yanında durulmuyor, çoraplarını değişmesini söylüyor. "Kirli ve kokan çoraplarla kız istemeğe gidilmez" diye uyarıyor. 

Kayınço da yeni çorap alıp ayağına giyiyor ve kız istemeğe gidiyorlar. Kayınçonun ayağı yine dayanılmaz bir şekilde kokuyor.

Sonra geri gelirlerken Orhan Boran Kayınçoya soruyor; “Ne oldu, çoraplarını değişmedin mi?”

Kayınço cevap veriyor; “Ağabey ben seni dinlemez olur muyum? Değiştim, yeni çorap giydim fakat eski çorapları da ceketimin cebine koydum.” Diyor.

22 Mart 2022 Salı

SABIKA

Zabıta Memurları şehrin Pazar yeri yakınlarında, esnafı kontrol ederlerken, eşek arabasıyla pazarda satmak için bir kaç kasa üzüm getiren ihtiyar bir köylü adam görürler. 

Adamla dalga geçmek veya biraz bedava üzüm alabilmek için yaklaşan ihtiyara; 

“Hoop..Dur bakalım bey amca, arabayı sağa çek kontrol var” derler.

İhtiyar Köylü şaşkın bir vaziyette eşek arabasını sağa çeker, durdurur ve arabadan inip eşeği yolun kenarındaki korkuluğa bağlar.

Zabıta Memurları gelip başlarlar arabayı inceleyip ihtiyar adamı sorgulamağa;

“Bey amca ehliyetin var mı ?”

İhtiyar Amca;

“Ne ehliyeti, eşek için ehliyet mi olur?” der.

Zabıtalar;

“Yeni kanun çıktı, bundan sonra eşek arabası için ehliyet ruhsat lazım” derler.

İhtiyar adam;

“Yapmayın evladım, eşeğin ruhsatı mı olur?

“Bundan sonra ruhsatsız değil yola çıkmak, tarlaya bile gidemezsin” derler ve devam ederler;

“Bunun plakası da yok”

Yaşlı adam;

“Tövbe yarabbi. Eşek arabasının plakası mı olur”

Zabıtalar;

“Olmaz mı? Hem de cezası çok ağır. Yeni kanun çıktı. Yük taşıyorsun. Allah bilir sende ilk yardım seti, yangın söndürme, çekme halatı, reflektör de yok.” derler.

İhtiyar adam iyice çıldırır;

“Yok, hiçbiri yok” der.

“O zaman bey amca, kusura bakma ceza yazacağız. Senin adına yazarsak 100 tl, eşeğe yazarsak 50 tl. Hangisini tercih edersin? Kime ceza yazalım?” diye sorarlar ve bir kalem ile ceza makbuzu çıkarırlar.

İhtiyar Adam biraz üzgün görünerek ;

“Yazın evladım, eşeğe yazmayın, bana yazın.” Der.
Zabıtalar;

“Bak iyi düşün bey amca, sana yazarsak 50 tl zararın olur.”

İhtiyar adam;

“Olsun siz gene de bana yazın. Eşeğe yazmayın.” der yaşlı adam ve kimliğini uzatır zabıtalara.

Zabıtalar;

“Neden eşeğe değil de sana, bey amca?” diye tekrar sorarlar.

İhtiyar Köylü Amca hemen cevabı yapıştırır;

“Yeni kanun çıkmış evlat! Bu eşek okuyacak, ilerde ZABITA OLACAK, SİCİLİ bozulup, SABIKA almasın! Onun için bana yazın!” der.

19 Mart 2022 Cumartesi

FETO TAKTİĞİ SOYGUNLAR

Emekli olduğum yıllardı. Ankara da bir alış-veriş mağazasından eşimle birlikte alış veriş yaptık ve poşetler elimizde arabaya doğru aceleyle giderken, orta yaşlı bir bayan önümüzü kesti, şaka yollu “Hem dinlenin, biraz soluk alın, hem de ben sizinle biraz konuşmak istiyorum.” Dedi. Elinde bir klasör bir de kalem vardı. Ben o ayaküstü satıcılardan bildim. “Kusura bakma, bizim paramız yok. Bir şey alacak durumda değiliz.” Dedim. “Ben bir şey satmıyorum, sadece konuşmak istiyorum.” Dedi ve orada oturakların üzerine oturduk.

Eşim “Ne hakkında konuşacaksınız?” diye sordu. Bayan elinde ki dosyayı gösterdi ve bizlere hafta sonu tatil yaptırmak istediklerini anlatıyordu. Dosyada bir sürü isim ve telefon numaraları yazılıydı. Ben pek karışmadım. Eşimle konuşuyorlardı. Bütün masraflar kendilerine ait 'Balıkesir Edremit Güre de bir termal otelde bir hafta sonu misafir edeceklerini' söylüyordu. Bu nasıl olabilirdi? Araba ile buradan alacaklar. Balıkesir Edremit Güre’ye getirecekler. Üç gün yedirip içirip geri getirecekler. Bunu kim yapar? “Kızım git işine, bizimle kafa bulma!” dedim ve ben ayrıldım. O bizi bir türlü bırakmıyordu. Ben arabayı çalıştırırken o eşimi tutmuş ha bire dil döküyordu. Eşim de inanmamış fakat o an elinden kurtulabilmek için telefon numarası vermiş.

Biz olayı unuttuk. İki hafta kadar sonra bir telefon geldi. Bir bayan arıyordu. “Bu Cuma günü akşamı saat 20.00 de Sıhhıye ye gelin otobüslerimiz oradan hareket edecek.” Diyordu. Eşim bana sordu; “Ne dersin, Gidelim mi?” dedi. Aldım telefonu; “Siz insanları neden kandırıyorsunuz. Yaptığınız düpedüz dolandırıcılık!” dedim. “Yok Beyefendi, biz reklam parası verip te televizyon ve gazetelerde reklam yapmıyoruz. O para ile insanları götürüp yerlerimizi gösterip reklam yapma yolunu tercih ediyoruz. Her şey tamamen sizin rızanızla olan bir şey. Göreceksiniz, çok hoşunuza gidecek. Mutlaka gelmenizi tavsiye ediyoruz.” Dedi. Bazı büyük alış-veriş merkezlerinin çekiliş yoluyla bu tür uygulamalar yaptıklarını duymuştum. Hatta bir arkadaşımız gitmiş, anlata anlata bitiremiyordu, ben de onlar gibi bir şey bildim. “İyi, tamam, geliriz.” Dedim. Cuma günü bir daha aradılar. Tekrar teyit ettirdiler.

Akşam saat 20.00 de gittik. Sıhhıye de o dedikleri yer çok kalabalıktı. Üç büyük otobüs bizleri bekliyordu. Üç otobüste tam olarak doldu. Zaten öyle ayarlamışlar. Kafile başkanı 35 yaşlarında genç bir delikanlıydı. Bizim otobüste türkü, şarkı ve fıkralar anlatılarak neşeli bir şekilde yolculuk başladı. Ben kendi kendi me düşünüyordum ‘Vay anasını be, az daha gelmeyecektim. Geldiğimi ne iyi etmişim.’ Diye fakat hiç inanamıyordum böyle devam edeceğine. Mutlaka sonunda bir pürüz çıkacağını da arada düşünüyordum.

Ne ise ertesi gün Güre’ye gittik. Birbirine ekli ve uzun bir çok iskanlar yapılmıştı. Eşimle beni bir odaya yerleştirdiler. Binanın zemin kısmında büyük havuzlar vardı. Yemeklerden sonra bu havuzlara girebileceğimizi söylediler. Bir defa girdik. Boş zamanlarımızda da dinleneceğimiz müzikli salonlar vardı. Buralarda yeme içme bizlere aitti. Diğer masraflar bizi getirenlere. O havuzda görevli olanlara usulca sordum: “Bu havuz kime ait?” diye. Havuz bu binalara ait fakat işletmesini başkası almış para ile işletiyor. Bizim o havuza girmemiz için çok yüklü bir para ödemişler işleten adama. Hay Allahım bu nasıl olur?

Son gece Pazar günü gecesi her şey anlaşılmağa başladı. Karı koca bir çifti yalnız olarak bir odaya alıyorlar. Çift yarım saat kadar sonra alkışlamalar eşliğinde odadan çıkıyor, biraz felekleri şaşmış gibi gözüküyordu. Ne ise gece saat bire doğru bizi de aldılar. İki sandalye koymuşlar. Oturduk. Tam önümüzde de iki kişi oturuyorlardı. Önlerinde masanın üstünde bonolar, yazılmış bir çok evraklar vardı. Önce gönlümüzü okşamakla başladılar. Nasıl, iyi vakit geçirip geçiremediğimizi sordular. Ve esas meseleye geldik.

Bu binaları devre mülk olarak sattıklarını, yer de pek kalmadığını fakat bizlerin çok şanslı olduğumuzu, buradan bir devre mülk alabileceğimizi, yılda bir defa gelip buralarda böyle vakit geçirebileceğimizi söylediler. 

Eşim hiç karışmadı. Hep benimle muhatap oldular. Ben boşuna zaman kaybetmemelerini, almayacağımızı, paramızın da hiç olmadığını söylediysem de, sözle benim dediklerimi hep çürütüp ille almamızı ısrar ettiler. Ben tekrar almayacağımızı söyledim ve bizleri dışarı çıkarttılar.

Başka çiftleri almağa devam ettiler ve her çıkana sorduğum da anladım, hepsi sözleşme ve hatta bonolar imzalamış, kapora vermişler.10 veya15 günlük devre mülkler satın almışlar. Ben o zamana kadar bilmiyordum. Bir daireyi senede bir kaç günlüğüne satıyorlar. Sana ayrılan günlerde, sene de 10 veya 15 gün gidip kendi evin gibi kalıyorsun. Sonra da anahtarı yönetime teslim edip gidiyorsun. Adı da 'devre mülk' muş. Bir daireyi böylece 30-35 kişiye satıyorlarmış. 

Sabah oldu. Kimsede zaten uyku yok. Ben tam ‘iyi kazasız belasız almadan atlattık’ diye düşünürken saat 05.00 sıralarında tekrar bizi ikinci defa içeri aldılar. Bu sefer iki kişi bizimle pazarlık ediyorlar, onların arkasında yüzleri bize dönük üç kişi daha var. O iki kişi bana akıl verirken o arkadakilerde başlarını sallayarak veya sözle beni etki altına almak istiyorlar. Bir taraftan da şak şak şak alkışlıyorlar. Ben yine “yok, almayacağım.” Dedim. Eşim baktı ki belaya kalacağız “Tamam alıyoruz.” Dedi. Büyük bir alkış tufanı koptu. Daha önce de başkalarına satarken o alkış seslerini dışarıdan duyuyorduk.

Ben tekrar almayacağımı söyledim ve yerimden kalktım. Omuzumdan ve arkamdan tutup beni itip çekmeğe başladılar. Hanımın kolundan tuttum ve kendimizi zor dışarı attık. Daha orada durmayıp hızla binanın dışına çıktık. Bir araba ile Edremit’e gidip, oradan da Ankara ya geldik. O kadar insanın içinde bir tek ben devre mülk satın almamışım ama az kaslında başıma büyük bir bela almışım. 

İşte Feto’nun çalışma tekniklerinden sadece bir tanesi. Günümüzde ki soygunların çoğu Feto taktiği ile yapılan soygunlardır. Daha şeytanın aklına gelmeyen bir çok taktikleri var. Sonradan duydum ki bu devre mülk satın alan insanların çokları para ödeyememiş, mahkemelere düşmüşler. Yanı anlayacağınız Feto alacaklarını Türkiye Mahkemelerini kullanarak tahsil etmiş.