SAYFALAR

1 Mayıs 2022 Pazar

BİR İRFAN TANIDI DÜNYA

Oturduk çarşıda ki evinde birlikte sohbet ediyorduk. Yengeme takılmadan hiç duramazdı. Bana “Ya sen bir akıl ver ki o kötü adamlar, hırsızlar, soyguncular, o polisleri, savcıları, hakimleri nasıl kandırıp ta atlatıyorlar? Ben evde bu hanımımı kandıramıyorum.” Diyordu.

İşin aslını öğrendim ki, hiç kimseye bildirmeden torunu ile birlikte gitmiş Trabzon da galerinin birinden, bir çift kabin araba almış gelmiş, herkesin sonradan haberleri olmuş. Öyleydi İrfan Ağabeyim, yapacağı bir işi önceden hiçbir Allah'ın kuluna söylemeden yapar, herkese sürpriz etmeği severdi. 

Arabayı almış ama ehliyet yok, hiç te kullanamıyor, Torunu kullanıyor. Halbuki gönlü istermiş ki ‘ben  kullanayım’ 

Bir sabah evden çıkmış gitmiş. Akşam geç gelince yengem sormuş; “Bugün nereye gittin?” “Bir işim vardı.” Demiş. Ertesi gün yine bir şey söylemeden aynı saatlerde çıkmış gitmiş. Akşam eve gelince yine “İşim vardı.” Demiş. Bir şey söylemeden öyle evden çıkıp gidip gelmeğe bir hafta veya on gün kadar devam etmiş. Yengem de daha bir şey sormamış. On gün sonra gitmeyince, bu sefer Yengem sormuş; “Hah bu gün gitmiyor musun?” diye. “Nereye gittiğimi biliyor musun?” demiş Ağabeyim. Yengem de “Ehliyet almağa da!” demiş. “Nerden biliyordu ben hala şaşıyorum.” Diyor. 

Meğer herkesten gizli 75 yaşında ki adam ehliyet almak için on gün kadar Ardeşen de kursa gitmiş fakat kurs öğretmeni “Sen kaza yaparsın bu yaştan sonra şoförlük yapamazsın amca.” Demişte vaz geçmiş. “Bu hanım nerden öğrendi şaşıyorum.” Diyordu. Hanımı evde oturduğu yerde onu öğrenmiş.

Bir gün telefon açtı. Öyle sıkılmış bir ses tonu vardı, “Sen neden gelmiyorsun yanıma? Ben çok ağır hastayım. Birbirimizi görsek iyi olur. Bir daha dünya gözüyle göremeyebiliriz Kardeşim!” Dedi. Ah Ağabeyim benim, ne günler yaşamıştık seninle birlikte. Hele gençlik yıllarımızda hiç iyi gün görmemiş, hep sıkıntılı, acılı bir yaşam yaşamıştık bu hayatta. Az da olsa bir bir dertlerimizi ikimiz bilirdik ve birbirimize yama olmağa çalışırdık. Her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geldi, geçti. 

Ben hiç öyle bir haber alacağımı düşünmemiştim. Haber değil, onun hasta olacağını bile hiç düşünmemiştim. İrfan hiç hasta olur mu? Taş gibi adam. Hem bu güne kadar daha ağzından 'hastayım' kelimesi dahi duymamıştım. Öyleydi huyu, hasta olsa bile ‘hastayım’ demezdi. Daha doğrusu hayatta hiç şikayeti olmazdı veya olurdu da o başkasına bildirmezdi.

Ah Ağabeyim ah, sen ne günlerin adamıydın? Ne acılar çekmiştin? Ne ıstıraplar çekmiştin? Sen çektiklerini dışarı hiç yansıtmamış içinde kavurup geçirmiştin. Dışarıdan seni seyreden insan hep aynı karar görürlerdi. Bunca ömründe ben senden ‘hastayım ağrım var, veya başka bir sıkıntım var’ diye duymamıştım. Ne değişmişti de telefonda ‘hastayım.’ deyip beni çağırıyordun?

Ağabeyim iradesi çok sağlam bir insandı. Bu dünyada o öyle yetişmişti. Ben onun yanında tamamen soldan sıfır kalırdım. O bir karar vereceği zaman, bir gün bekler, o konuyu enine boyuna hesaplar ve kararını öyle verirdi. Ve verdiği kararlarda hiç yanıldığını görmedim. Dünyada en ön sırada onun ailesi ve çocukları gelirdi. Kendisi çok sıkıntılı bir hayat yaşadı. ‘Çocuklarım, torunlarım ilerde rahat etsinler’ diye hep kusur yaşadı. Hiç yılmadı, kimseye yalvarmadı, asla hiç kimsenin önünde eğilmedi. Varsa yedi, yoksa aç gezdi, kimseye belli etmedi. Çalıştı, didindi, kimsenin başaramayacağı işler başardı. Hayatta her zaman tedbirli davrandı. Cüzdanının en kör yerinde her zaman 1000 dolar dururdu. O hep kötü günleri hesaplar, ona göre her zaman tedbirli olurdu.

Çok dayanıklıydı. Bir tarafı kopsa gitse, yüzünü bile ekşitmezdi. Hislerini başkasına hiçbir zaman belli etmezdi. Müthiş bir irade ve merhamet duygusu vardı. Hayatta başkaları tarafından kandırılmağı hiç hazmedemeyen bir insandı. Dürüstlük ve doğruluk en büyük meziyetlerinden biriydi. Hiç yalan konuşmazdı. Ayarında şaka yapmağı çok severdi. Dedikodu nedir bilmezdi ve sevmezdi. Hayatında bazı şeylerden endişe ederdi fakat korku nedir bilmezdi. Esprili konuşurdu fakat öyle her insanla senli benli olmazdı. Dişi ve tırnağı ile çalışarak evlatları için kıymetli araziler aldı. Çok zengin oldu. Beni her gördüğü zaman şaka yollu; “Sen bir şey olamadın! Ben ağayım, ağa!” derdi. En büyük zevki yengeme şaka yapmaktı. “Ha bunu bir türlü kandıramıyorum, başkalarını nasıl kandırabilirim ki?” derdi.

Hasta olduğunu duyunca ben de pek belli etmedim fakat çok üzüldüm. Demek ki kendinden ümidi kesmiş, sağ kalmak için çareler arıyordu koca İrfan Ağa! “Atla uçağa gel, Ankara da hava limanından ben seni alacağım.” Dedim. “Beni uçağa almıyorlar, ciğerlerim ve kalbim bitmiş. Ben bitmişim.” Dedi. O zaman ben de inandım. Çünkü çok sigara içerdi, hem de yercesine gece gündüz hep kaçak tütün içerdi. “Bir taksiye bin ve yola çık, ben de Ankara’dan hareket ediyorum.” Dedim, öyle de yaptık. Samsun da birleştik ve aldım arabama Ankara ya getirdim. Yolda “Evimin birini satıp tedavi olacağım. Sen de bana manevi destek ver.” Diyordu. Güya belli etmiyordu ama eski kudretli halı hiç kalmamıştı. O doktora gitmeği kendine yediremeyen adam, Rize Devlet Hastanesinde birkaç gün yatmış. Doktorlar; “Senin bütün organların bitmiş, çok az ömrün kaldı.” Demişler. O dimdik, başı yüksekte yürüyen dağ gibi adam, kamburlaşmış, tamamen bitmiş, acınacak bir hal almıştı.

Ankara’ya geldikten sonra ertesi gün Onu özel bir hastaneye götürdüm. Kendisi öyle çökmüş fakat yüreği çökmemiş eskisi gibi duruyordu. Biraz moral verdikten sonra endişe etmemesini, evvel Allah kurtulacağını söyledim. Hastanede her bölümde muayene olurken doktor çekilen filmleri inceliyordu. Rize de çekilen diğer filmleri de istedi. Hemen elimizde ki poşetten çıkarıp doktora verdik. Doktor akciğer filmi için; “Bu film başkasına ait, kendi filmini verin.” Dedi. Filme baktığımız zaman anladık, üst tarafında ‘İsmail’ yazıyordu. Hemen ağabeyime sordum; “Kim bu İsmail?” diye. “O ben gelmeden üç dört gün önce öldü. Hastanede tedavi olmak için beraber yattık.” Dedi. Meğer hastanede akciğer filmleri karışmış. Adam gerçekten çok hastaymış, çoktan ölmüş. Ağabeyim o adamın ismini duyunca ve filmlerin karıştığını anlayınca, hemen kafasını kaldırdı, gözlerine ışık geldi, eski heybetine kavuştu ve birkaç zaman sonra tamamen iyi olarak geri memlekete döndü. Bir türlü bırakamadığı sigara onun katili oldu ve bir kaç sene sonra yine sonunda hayattan koptu uçtu gitti.

Bir İrfan vardı bu dünyada, geldi, geçti. Artık yok. Varlığıyla gurur duyduğum, yokluğuna bir türlü alışamadığım, bazen çekiştiğimiz, bazen de sarılıp ağladığımız Ağabeyim İrfan. Hiçbir şey beni avutmuyor artık. Daha çekişecek adam da bulamıyorum. Çünkü o yok. Ama ne yapacaksın? Bu dünyanın kuralı böyle, herkes gidici. 

Ha bu arada sana müjdeli bir haberim var İrfan Ağabey. Hep çocuklarından endişe ederdin ya! Artık endişe etme! Çocuklarının hiç biri de sen düşündüğün gibi kötü olmadılar. Çocuklarında torunlarında çok iyidirler. Onlarla gurur duyabilirsin. Hepsi de sana layık birer insan oldular. Yüzünü kara çıkarmadılar. İnan bana ben onlarla iftihar ediyorum. Onları daha düşünme. Sen rahat ol, nurlar içinde uyu, İrfan Ağabey!


29 Nisan 2022 Cuma

MANGALA

Türklerden Araplara Mangala adıyla, tüm dünyaya Mangala, Mankala, Mancala adlarıyla dağılmıştır. Oyunun 4000 yıllık bir Mangala taşı geçtiğimiz günlerde Kazakistan'da Dastarbaşı'nda bulunmuştur.

Tarihi araştırmalar neticesinde; Mangala Oyunu Tunç devrinden beri Saka, Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı ve Memlük Devletleri tarafından sıkça oynandığı, diğer Türk Oyunları gibi bir strateji oyunu olduğu ve satranç oyununun atası olduğu tespit edilmiştir.
Mangala Divanu Lugati't-Türk eserinde bile 'Göçürme-Köçürme' adıyla yer alır.

Oyuna kura ile başlanır, 48 adet farklı renk taşlarla oynanır ve 4 ana kuralı vardır.

1. KURAL: Oyuna başlayan oyuncu kendi bölgesinde bulunan istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar devam eder. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer. Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.

2. KURAL: Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift yaparsa oyuncu bu kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

3. KURAL: Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve eğer boş kuyusunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa, hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

4. KURAL: Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşlarını ilk bitiren oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır.

Oyuncu elinde bulunan taşları dağıtırken elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını 3 yaparsa o kuyu oyuncu tarafından ele geçirilmiş olur. Oyuncu ileride rakibi ve kendisi tarafından bu kuyuya koyulacak tüm taşların sahibi olur. Sahibi olduğu taşlar oyuncunun kendi hazinesine koyulur. Kale kuralının uygulandığı oyunlarda taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı ortadan kalkar. Kaleyi belirlemek için farklı renkte taşlar kullanılır. Oyuncular 6 nolu kuyuya kale kuramaz. Bir sette her oyuncu sadece bir kez kale kurabilir. Oyunculardan herhangi birinin önünde bulunan kuyularda taş kalmadığı zaman oyun sona erer. Önünde ki kuyularda taş kalan oyuncu bu taşları kendi hazinesine koyar. Son olarak hazinelerde bulunan taşlar sayılır. Hazinesinde en fazla taş olan oyuncu oyunu kazanır.

Mangala Oyunu 5 set oynanır. Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere kalan oyuncular yarım (0,5) puan alır.

23 Nisan 2022 Cumartesi

ŞAMAN İNANÇLARI

SARIMSAK ASILIR
Enerji temizlerken sirke kullanımı yaygındır. Kötü enerjiyi sirke temizlediğine inanılır. Yerler, eşyalar sirke ile silinir ve sirke kabı yatağın altına konur. Yatağın altına konma nedeni, insanların uyku sırasında bilinçaltları ortaya çıktığı için etkiye açık olmalarıdır.

Evlere sarımsak asmak da çok bilindik bir harekettir. Negatif enerji sarımsak ile nötr hale getirilir. Sarımsak genelde kapı girişlerine asılır.

Eski Anadolu’da yatak odalarına ayna konmazdı veya akşamları üstleri siyah bir örtü ile kapatılırdı. Nedeni ise, negatif enerjiyi büyüteceğine inanılmasıydı.

BİZDE KADIN ENERJİSİ HAKİM
Eski Türk evlerinde çatı yoktur çünkü ‘yukarı’ ile bağlantı kanalı açık olmalıdır. Eski Sümer ve Hititlerin evlerinde de çatı yoktur. Bizim kültürümüzdeki yapılarda ise dişi enerji hakimdir.

Camiler, sinagoglar, kiliseler dişi enerjiye sahiptir. Türk kültürüne baktığımızda kadın enerjinin hakimiyetini görürüz, anne kutsaldır. İslamiyet’te, Orta Asya ve Anadolu medeniyetlerinde bu böyledir. Yaşadığımız daireler kadın enerjisine sahiptir. Feng Shui’de ise erkek enerji vardır, bizim yapı şeklimiz bu değildir.

TUZ VE KİREÇ ÖNEMLİ
Türk evlerinde kireç taşı veya kaya tuzu çok önemlidir. Tuz ve kireç negatif enerjiyi üzerinde toplar. Ev halkını hastalıklardan da koruduğuna inanılır.

Evlerin balkonlarında çiçek kültürü de çok gelişmiştir. Yeşil bitki, taze enerji getirir. Evlerin çevresinde, meyve veren ağaçlar yetiştirilir.

Gül bizim için çok önemlidir, bu bitki hem dünyayı, hem insan ruhunu, hem de Hz. Muhammed’i temsil eder. Aşk ve sevginin çiçeğidir. Güldeki koku, sevgi ve mutluluk duygularını arttırır.

MAHARET ÇENGELLİ İĞNEDE
Anadolu inanışına göre; evin içinde bir yerde demir bulundurmak da önemli. Yeni doğan bebeklere nazarlık takıldığında aslında maharet, çengelli iğnededir çünkü bu tılsımın materyali demirdir. Bilinç altındaki negatif enerjiyi dengeler.

Osmanlı’nın ilk yıllarında, kente gelenler ağaca ölü koyunları asarlar, hangi koyun geç çürürse evi oraya inşa ederlermiş. Hayvan yaşamlarından aldıkları mesajlar onlar için önemliymiş.

GECENİN ŞAHİDİ
Akşam olduktan sonra dışarı çıkılmaz. Karanlıkta dolaşmak pek uğurlu sayılmaz. Ayrıca gece görülen örümcek te uğursuz sayılır ve başka bir canlının o şekle girdiğine inanılır. Bilhassa bebeklerin korunması için beşiklerinde yatarlarken yastıklarının altına bıçak, silah veya demir parçası bırakılır. Zararlı varlıklar demire yaklaşamazlar.

POZİTİF BİTKİ REÇETESİ
Adaçayı: Nazardan ve kötü enerjilerden korur.

Tarçın kabuğu: Zenginlik ve bereket getirir.

Çörek otu: Nazara iyi gelir.

Üzerlik Otu: Kötü enerjiden korur.

Defne Yaprağı: Büyüden koruduğuna inanılır.

Üzüm: Yaradılışı temsil ediyor ve şifa verdiğine inanılır.

Kahve: Yakılan kahve enerji verir.

Tuz: Masaya konan tuz, negatif düşünceleri, konuşmaları üzerine çeker.

Baklagiller: Evin bereket enerjisi açısından önemlidir.

ÖNCE MUM YAKILIYOR SONRA TÜTSÜ
Bir yerin görünmez temizliği için işe mekanda mum yakarak başlanır. Yeni yakılan mum bulunduğunuz yerde bulunan negatif enerjiyi temizler. Ardından tütsü  bedende tamamen pozitif enerjiye odaklanır. Mekanda yaşayan insanlar da bu yeni enerji ile dengelenir ve olayların negatifinden kurtulurlar.

YATAK ODASINI KEDİ SEÇİYOR
Eskiden Anadolu’da bir eve taşınıldığı zaman, eve kedi bırakılır ve kedinin sabit durduğu yer yatak odası yapılırmış. Kediler manyetik alanı çok iyi algılar, pozitiftirler ve insandaki negatif enerjiyi alırlar. Alıntı.