SAYFALAR

24 Ekim 2022 Pazartesi

SİLİNMEYEN İZLER

Sanırım 1998 yılıydı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Eğitim Şube de, Polis Aday Büro Amirliği yapıyordu bir Başkomiser. Bir yıl kadar bu görevi de yaptı. Ahlak Büro Amiri iken buraya atanmıştı. Polis olmak isteyenler buraya baş vuruyor ve burada değerlendirilip polis olup olamıyacaklarına karar veriliyordu. 

Polisliğe çok fazla müracaat vardı. Gençlerin bir çoğu şartları uygun ise kısa yoldan hayata atılmak için polis olmak istiyorlardı. Bu Başkomiser kimsenin hakkı zayi olmasın diye her şeyi titizlikle takip ediyor, 18 arkadaşıyla birlikte gece gündüz çalışıyorlardı. Onlar hafta sonu tatilinde de tatil yapmayıp, adayların tamamlanan müracaat dosyalarını emniyet müdürlerinden oluşan komisyona sunup, kazananların polis okullarına gidip eğitim almalarını sağlıyorlardı.

Bir gün öğleden sonra yetişkin bir kız çocuğu geldi Büroya. Elinde ki evrakları Polis Memuru Arif Baltacı’ya verdi. Polis olmak için müracaat edecekti. Arif te dosyayı inceledikten sonra Başkomiserin görmesi gerektiğini düşünüp, kız çocuğunu elinde ki evraklarıyla birlikte Başkomisere getirdi. “Başkomiserim bir bakar mısın? Tıp ta öğrenci polis olmak istiyor.” dedi.

Kız “Ağabey seninle görüşmek istiyorum.” Dedi başkomisere. Yanında oturdu ve üzgün üzgün başladı konuşmağa;

“Ben Hacettepe Tıp Fakültesi dördüncü sınıfta öğrenciyim. Artık daha hiçbir gücüm kalmadı. Ailem de çok fakir. Ailenin en büyük çocuğuyum. Para kazanıp onlara da bakmak mecburiyetindeyim. Okulu bırakıp en kısa yoldan polis olmak istiyorum, bana yardımcı olur musun?” diyordu. Başkomiser kimliğine filan baktı. Evet Hacettepe Tıp Fakültesi öğrenci kimliği vardı o kız çocuğunun.

Öyle ince yapılı, beyaz benizli, yuvarlak yüzlü, uzun boylu, kısa saçlı, saçlarını ortadan ikiye ayırmış, gözlüklü, tatlı görünümlü 22-23 yaşlarında bir hanım kızdı. Hatta biraz dikkatlice bakınca gözlüklerin altında gözlerinde fark ediliyordu biraz çekingen olduğu. Konuşma aksanı Ege taraflarını andırıyordu. 

Paradan sebep okumayacak, Tıp Fakültesini dördüncü sınıfta bırakıp, kısa yoldan geçimini sağlayabilmek ve ailesine bakmak için polis olacaktı. Polisliğin ne kadar zor olduğunu, yapıp yapamayacağını ve kendisinin şimdiye kadar ki o okullarda verdiği emeği, çektiği çileyi düşünmüyordu bile.

Başkomiser kızı dinledikten sonra orada oturup beklemesini söyledi ve hemen Asayiş Şubeden geldiği için koşar adımlarla oraya gitti. Çünkü o uzun yıllarını hep Asayiş Şubede geçirmiş, onu Asayiş Şubede herkes çok iyi tanırlardı. Eğitim Şubede de nazı geçtiği arkadaşlarından oldukça çok miktar bir para toplayıp, cebinden de biraz ilave ettikten sonra geri gelip kızın yanına oturdu. Getirdiği parayı gizlice avucunun içinde tutup kıza vermek için ona doğru uzattı. 

Kız parayı görünce utandı, almıyordu. Başkomiser ısrar edip zorla vermek istedi ve Büro da çalışanların hepsi de farkına varıp şahit oldular. Hatta bayan memurlar da “Al kız, al!” diye söylendiler. Kız katlanmış parayı heyecandan titreyen ellerinden birini uzatarak başkomiserin elinden aldı, avucunun içinde tuttu. Başkomiser kıza; “Ben bir ağabeyin olarak her zaman buradayım ve sağ olduğum müddetçe yanındayım. Her darda kaldığın zaman hiç çekinme yanıma gel veya ara. Evladım sayılırsın. Okulunu bırakmak yok. O okul bitecek.” dedi ve kart-vizitini de vererek, polislik müracaat dosyasını almadan kızı geri yolladı. Bunca sene verdiği emeğin, çektiği çilenin heba edilmesini istemedi galiba. Veya belki de kendi gençlik çağlarında ki çektiği yoksulluklar geldi aklına. 

Kızın gözleri yaşardı. Ağlayarak çıktı gitti. Başkomisere “Seni ve nasıhatlarını ömür boyu hiç unutmayacağım Ağabey.” Dedi.

O kız bir daha o Başkomiserin yanına hiç gelmedi. Daha polisliğe de müracaat etmedi. Telefon da açmadı. Bir kaç yıl sonra aklına geliyor, Başkomiser hep merak ediyordu; acaba o kız okulu bitirip doktor oldu mu? Yoksa başka bir iş bulup okulu bıraktı mı? Yoksa piyangodan filan para çıktı da birden zengin mi oldu? Yoksa Allah geçinden versin, bir kaza sonucu öldü mü? Yoksa hiç öğrenci filan değildi de para koparmak için numara mı yaptı? Ama son ihtimal çok zayıf çünkü kız öyle birine benzemiyordu ve elinde de bazı resmi belgeler ve okul kimliği vardı. 

Aradan yıllar geçti. O Başkomiser başka yerlere tayin oldu gitti, bayağı ihtiyarladı ve nihayet emekli oldu, Ankara'ya yerleşti. Bir ara gözlerinden rahatsızlandı. Müthiş bir kaşıntı, yaş ve çapak oluyor, dünyaya bakamıyor, ara sıra da dayanılmayacak gibi baş ağrısı çekiyordu. Uğraşmasına rağmen hastaneden bir türlü randevu da alamıyordu ve ‘belki muayene olurum’ diye bir gün Ankara Numune Hastanesine gitti. Ek bina alt katta Göz Polikliniği Sekreterliği önünde durdu ve içeride ki kayıt yapan büro memurlarına camdan kimliğini uzatıp, muayene olmak istediğini fakat randevusu olmadığını söyledi. İçerden memurlar randevusuz muayene yapılmadığını söylediler. Başkomiser biraz ısrar ettiyse de olamayacağını anlayınca, öyle üzgün geri döndüğü sırada, yanından geçmekte olan beyaz önlüklü, gözlüklü bir bayan, her halde konuştuklarına kulak misafiri olmuş olacak ki, geri döndü, camdan başını uzatarak içerideki görevlilere; “Bu Amcanın kaydını yapın!” ve Başkomisere de “Gel benimle amca!” dedi. Başkomiser o bayanın doktor olduğunu, kendisine yardımcı olacağını anladı ve çok mutlu oldu. Önünü ilikleyip hafif eğilerek saygı gösterdikten sonra peşinden gitti.

İçerde eski Başkomiseri muayene ederken “Sen emekli misin, nerden emekli oldun amca?” diye sordu. “Emniyetten” dedi o Başkomiser de. “Başkomiser misin yoksa?” diye tekrar sordu ve daha cevap almadan; "Aman Allahım." dedi, elinde ki lensler yere düştü. O zamana kadar galiba önünde ki bilgisayara bakmamış, Başkomiserin ismini okumamıştı. Yıllar önceki karşılaşmağı, Hekime Hanım hatırlamış ve o Başkomiseri o zaman tanımıştı. “Sen Ankara da Polis Aday Büro Amirliği yaptın değil mi? Amca" Diye tekrar sordu. Çıktı ortaya ki işte o polis olmak isteyen kız Tıbbiyeyi bitirmiş ve göz doktoru olmuştu. Bir de, o yıllar önce kendisine iyilik eden Başkomiseri şimdi tedavi edecekti.

Eşi de doktor. Telefonla çağırdı ve yanlarına geldiği zaman Başkomiseri ‘manevi babam’ diye tanıttı. O eski olayı en ince detaylarına kadar bir kez daha anlattı eşine. Yan tarafta masanın üstünde duran çantasını eline aldı ve Başkomiserin, o zaman, yıllar önce kendisine verdiği kart-viziti çıkardı içinden. Kart-vizit biraz eskimiş fakat üzerinde ki yazılar okunuyordu. 'Recep Ali Öztürk' altında 'Başkomiser,' onun altında da 'Ahlak Büro Amiri' karalanmış ve kendi el yazısıyla 'Polis Aday Büro Amiri' diye yazıyor ve bir de telefon numaraları vardı. 

"Bu kartı hiç yanımdan ayırmadım. Bu kart benim hayatta ki en büyük güvencem oldu Amca. Bazı zaman bu kart sayesinde hayata tutundum." dedi, Doktor Hanım. Bu sefer de kimilerine göre; herkese kötülük eden, yüzü hiç gülmeyen, merhametsiz, hiç sevilmeyen, herkesin korktuğu o Başkomiser göz yaşlarını tutamadı. Ağladı. Hem de yüksek sesle. 

Darda olanlara her zaman yardım edin, iyilik yapın ki, hiç bir zaman kayıp etmez, her zaman kazanırsınız! Saygılarımla..



19 Ekim 2022 Çarşamba

BİR ZAMANLAR POLİS

70 lı yıllarda bir kadın mahalle bakkalından hırsızlık yapar ve yakalanır, hakkında şikayetçi olurlar ve polis çağırılır. Polis gelir kadını kalabalığın elinden teslim alır ve sorar;

"Ne çaldın?"

Kadın ezilip büzülüp korkarak cevap verir;

"Çocuklarım için üç yumurta ve bir ekmek çaldım" der.

Polis kadın ile birlikte tekrar bakkala girer. Kadının çaldığı yumurtaları ve ekmeği bakkal sahibine teslim eder. Kendi parasıyla alışveriş yapıp, bir sürü malzeme alır ve kadına verir.

Dışarı çıktıklarında kadın ağlamaya başlar ve polise;

"Efendim bu aldıkların çok, bir azını bana ver." der.

Polis ise kalabalığa dönüp;

"BAZI OLAYLARDA ESNEK DAVRANMAK, İNSANLIĞI ELDEN BIRAKMAMAK LAZIM." der ve kadını serbest bırakır.

22 Eylül 2022 Perşembe

BAŞKA BİR ORGANİZASYON

Bir devlet kendi vatandaşına tuzak kurar mı? Hayır, kurmaz. Ya peki bu nedir? Başka izahi var mıdır? Eğer vatandaşın sırtından para kazanacaksa baştan harbi olarak ‘ver şu kadar para’ desin ve alsın alacağını, vatandaşını git gel yormasın.

Önce onu söyleyim, ben hırsızlık masasında çalışırken şimdiki gibi değildi. Şimdi evime giren hırsızı kendim tespit ettim de, devlet yakalamak bile yakalamadı. Biz canla başla çalışır, vatandaşın çalınan malını çıkardık mı, mal sahibinden çok sevinirdik. Öyle olmasına rağmen müştekinin biri bana bir soru sordu, altından kalkamadım. Çünkü düşününce nispeten doğru bir şeye parmak basıyordu “Ağabey ben miyim suçlu yoksa hırsız? Evime hırsız girdi ve yakalanmış. Hırsızla birlikte yer gösterme için evime geldiniz. Hırsıza bile yemeğimi yedirttiniz. Onu arabaya alıp gittiniz. Bana "Kısma gel." dediniz. Yanınıza geldim, hırsızı oturttunuz beni ayakta beklettiniz. Hırsıza ‘ağam-paşam-gülüm’ dediniz, bana git oraya-gel buraya diye icabında bağırdınız. Adliyeye gittim, hakimler hırsıza güler yüz gösterdi beni azarladılar.” dedi. Adam hakikaten haklıydı.

Şimdi gelelim devletin başka bir uygulamasına. 

İşte başımdan geçen canlı bir olay;

Ne suçluyum, ne suçsuz. Sadece devlet kapısında adaleti, hakkımı arıyordum.

Hakkım nedir?

Arazimde hudut u geçmişler. 

Nasıl geçmişler?

Basbayağı geçmişler.

Kim geçmiş?

Devlet geçmiş.

Tapu çıkartılıp kadastro tarafından kayıt altına alınırken, belki sehven, belki bilerek yanlış kayıt yapılmış. Hudut ların baş tarafından on kadar kişinin yerleri sağ tarafa doğru, bir kaç metre yatık olarak kayıt edilmiş. Bunu kadastro da kabul etmiş, mülk sahipleri de fakat düzeltilmesi mümkün değilmiş. Düzeltilmesi ancak mahkeme kararıyla olabilirmiş.

Ben de İlçemizde ki Avukat Hasan Bey’e gidip, durumu anlattım. Birlikte kadastroya gittik. Onlarda bu hatanın farkında olduklarını, düzeltilmesi için, tapu kaydından sonra 10 yıl geçmemesi gerektiğini ve kadastroyu değil de benim arazime geçen kişiyi mahkemeye verebileceğimi söylediler. Şaşırdım. Ben daha kadastronun şikayet edilemeyeceğini bilmiyordum. Bu memlekette bütün kurumların memurları hakkında görevleri nedeniyle dava açılabildiği halde kadastro memurları hakkında açılamazmış.

Biz de süre dolmadan alel acele 2019 yılında hudut u geçen komşumuzu mahkemeye verdik. Avukatlığı Hasan Bey'in yanında çalışan Avukat Elif Hanım yaptı. 2019/111 Esas no lu Pazar/Rize 2.Asliye Hukuk Mahkemesinde kadastro tespit tapu iptali ve tescil istemine itiraz niteliğinde dava açıldı ve mahkemeyi kazandık.

2021/18 nolu Gerekçeli Mahkeme Kararına göre 86.18 metre kare arazi bana verilerek, kadastronun bu hatası düzeltilecekti ve ben düzeltildiğini düşünüyordum.

Karardan bir yıl kadar sonra tapudan kontrol ettiğimde bu durumun düzeltilmediğini öğrendim. Mahkeme kararının tapuya geldiğini fakat ben tekrar bir karar daha getirip baş vuru yaparsam düzelteceklerini, yoksa düzeltmeyeceklerini söylediler.

Avukatıma giderek durumu anlattım. Ertesi güne tapudan randevu aldı ve bir mahkeme kararıyla Fındıklı Tapu Dairesine yolladı. Tapu dairesi kendileriyle ilgili olmadığını, kadastroya gitmem gerektiğini söylediler.

Kadastroya gittim. Elimde ki Mahkeme Kararıyla olamayacağını, onu mahkemeye tasdik ettirmemi ve bir de tasdikli Bilirkişi Rapor ve Krokisi getirmemi söylediler. Rize Pazar da ki mahkeme kalemine giderek istenen belgeleri çıkartıp getirip Fındıklı da Kadastroya teslim ettim.

Bir gün sonra telefonuma mesaj geldi “487 tl parayı, Halkbank veya Ziraata yatırın. Parayı yatırdım ve makbuzlarla tekrar kadastroya gittim. “Makbuz gerekmez, biz ekrandan görüyoruz. İşlem bitince sizi arayacağız.” Dediler. Zamanım az olduğundan birkaç defa gidip sordum ve 7-8 gün sonra Tapuya yansıdığını öğrendim. 

Tapu dairesinden Belediyeye yolladılar ve arazilerin rayiç bedelleri kayıtlarını alarak Tapu Dairesine teslim ettim. Neticeyi almak için birkaç defa daha tapu dairesine gidip sordum. En nihayet 9-10 gün sonra telefonuma mesaj geldi. “756.00 tl Halkbank veya Ziraat Bankasına yatırın ve işlemleriniz için tapuya geliniz.” Parayı Halkbanka yatırdım ve ertesi gün koşarak tapu ya gittim. İşlem tamam. Kına gibi oldu. 

Sırf benden bu kadar parayı alabilmek için günlerce bekletip dolaştırdılar. Her şeyden önce mahkeme beni haklı bulup lehime karar verdiği halde. Bu olayda esas suçlu kim? Kadastro. Ona bir şey yok. Davayı kazandığım için ben suçluyum. Bunu neden yapıyorlar ben anladım. 'Haksızlığa uğrayıp ta adalet arayanlar devlet kapısına gelmesin' diye yapıyorlar. Başka türlü izahı olamaz.

Şimdi ben o muhitte 100 metre kare başkasının arazisini para ile  alsam belki 100.00 tl tutmaz ama hesap yapıyorum, Devletim bana Rize İli Fındıklı İlçesi Ihlamurlu Köyünde ki babamdan kalan 86 metre 18 santim büyüklükte ki kendi arazimi; 

2000.00tl avukat+

1300.00tl keşif+

  487.00tl kadastro+

  233.00 tl döner sermaye+

  523.00 tl tapu harcı olmak üzere bir de Mahkeme Kararı olduğu halde toplam

4543.00tl ye sattı. Halbuki beni sağa sola yollayıp ta stres yaşatmadan baştan bana “Bu kadar para ver.” Dese olmaz mıydı? Hesaplanamaz mıydı yanı bu para? Ama para kazanmak için bütün bu yolları düşünüp te vatandaşını düşünmeyen o devletin adamına helal olsun. Feto taktiklerini uygulamış. Nasıl bir organizasyon ama? Güzel değil mi? Yaşasın, Adalet Mülkün Temelidir.