SAYFALAR

2 Ekim 2023 Pazartesi

YALAN POLİTİKALAR

Solculara; "Atatürk Kürtleri yaktı, faşistti," dediler. Dincilere ve  Sağcılara "Atatürk hocaları astı, kesti, namaz kılmaz, içki içer, dinsiz komünistti," dediler. 80-90'lı yılların yalanı bunlardı.

Atatürk savaşta bile haksızlık etmemiş, insan yakmamıştır. Güneydoğu'ya bu yalan söylenirken, Karadenizliye "Atatürk sizi bombaladı" dediler. Hani olur da genel palavralar tutmaz diye her şehre ayrı palavralar yazdılar. Yok Yozgat'la ilgilenmemiş, yok Rize'yi defterden silmiş, gibi.

Sözde ezilen sınıflar yarattılar ve Lozan'ı kötülediler.

Oysa Osmanlı döneminde kapitülasyonlar vardı. Öyle ağır kurallar vardı ki devlet, kendi vatandaşından aldığı vergiyi, kendi toprağında yaşayan yabancılardan alamaz olmuştu.

Limanlar, seyrüsefer, bankalar, demiryolları, işletmeler ve tüm devlet kurumları yabancılara teslim edilmişti. İç İşleri, Dış İşleri, Milli Savunma ve önemli bakanlıkların hepsi Ermeni ve Yunanlıların ellerindeydi. Türkler, Kürtler ve Türkiye de yaşayan diğer guruplar ikinci ve üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı.

Yabancılar Osmanlı Topraklarında kendi mahkemelerini kurmuş, kendi anayasalarına bağlı hareket ediyorlardı. Devlet içinde devlet, halk içinde imtiyazlı halk olmuşlardı.

Onlar kendi ulus devletlerini, kendi millî yönetimlerini kurarken, Osmanlı toprağında ise yabancılara verilen imtiyazları demokrasiden sayıyorlardı.

Devlet bu çıkmaz içindeyken, bu toprakların asli unsurları ise üçüncü sınıf vatandaş olmuştu.

Millî bir anayasada, millî bir kimlik, eşit hukuki haklar tanımlanmış değildi. Hakiki ezilen sınıf asli unsurlar olmuştu.

Yabancılara tanınan bu ayrıcalıklar Lozan Antlaşması ile ortadan kalkınca ne oldu? Türkiye'deki yabancılar Türk hukukuna tabi oldu. Yani asli unsurlar ve yabancılar eşit oldular. Asıl demokrasi biraz olsun uygulanmağa başlandı.

Milliyetçi Mustafa Kemal Paşa, hakiki sömürgecilere karşı bir bağımsızlık savaşı verdi. Bu Başta İngiliz olmak üzere Avrupa ülkelerinin hiç birinin işine gelmedi.

Topraklarımız sadece yabancı postalından kurtulmadı, aynı zamanda devletimiz yabancı hukukundan, yabancı baskısından da kurtuldu ve bağımsız bir devlet oldu.

30 Ağustos da Cumhuriyet hakiki ezilmişlerin zaferi oldu. Türk'ün de Kürt'ün de Çerkez'in de Alevi'nin de kurtuluş zaferi oldu.

Bu yüzden Atatürk, "Cumhuriyeti kuran, Türkiye halkına, Türk Milleti denir!" diyerek, Türk çatısı altında birleştirmiş, Türkiye de yaşayan tüm fertleri hukuken eşit bir yapı altına almıştır.

Lozan Antlaşması ile kapitülasyonları kaybeden yabancı odaklar, Türkiye'de kendi ayrıcalıklarını tekrar elde edebilmek için elbette bu eşitliğin yani millî birliğimizin bozulmasını isteyecek, elbette Lozan'ı karalayacaklardır.

Siz Atatürk'ü kötüleyenlerin, Yunan'a, Fransız'a ve İngiliz'e iki çift laf ettiğini gördünüz mü? Lozan'ı kötüleyenler, Konsolosluk mahkemelerinden hiç bahsederler mi? Konsolosluk Mahkemeleri, Kanuni döneminde Fransa’ya kapitülasyonların verilmesiyle kurulan mahkemelerdir. Kapitülasyon haklarından yararlanan yabancıların, çıkan anlaşmazlıkları, Osmanlı da ki kendi konsolosluklarında mahkeme ederek çözüme kavuştururlar. Bu olayı kınayanı veya anlatanı hiç duydunuz mu?

Şimdi biraz anlayabildiniz mi? Atatürk'ü niçin sevmiyorlar? Modern ve bağımsız hukuku niçin sevmiyorlar? Lozan Antlaşmasını niçin sevmiyor, hatta kaldırmak istiyorlar. Ve Türkiye de neleri niçin değiştirmek istiyorlar? Bütün bunları dosdoğru anlatabilsek hiç bir Türk evladının oyunlara ve yalanlara kanmayacağı kesindir.

Ey Türk gençliği, unutmayın sizler sahip çıkacaksınız Atatürk'e ve bu güzel Vatana. Onun bir ömrünü verdiği sizlerden başka hiç bir kimsesi yok. Dünyada ne ona sahip çıkacak başka biri var, ne de senin sahip çıkacağın başka bir kimsen var? Sizler yaşatacaksınız her ikisini de. Ne mutlu sizlere ki Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lideriniz var.



28 Eylül 2023 Perşembe

İNANILACAK GİBİ DEĞİL

Gaziantep’e bir Fransız gelir.
Tekstilcilere akıl verir: “Makineleriniz çok eski ve yetersiz. Yenileyin, dünya pazarı sizin olsun!” der.

Ayrıca en iyi makinelerin Fransa’da olduğunu söyler ve kendi mallarını pazarlar.

Dinleyenler arasında bir usta var. İlkokulu bile fakirlikten okuyamamış Mennan Usta kendine özgü Gaziantep lehçesiyle; “Bu adam ne diy?” der.

O Fransız’ın satmak istediği makinenin resmine bakar, resimden inceler. Demiri eritir, çeliği büker, kaynağını yapar, vidasını, motorunu takar. Fransızların 3 milyon Euro’ya satacağı makineyi, 50 bin Türk Lirasına mal eder, üretir.

Yerli piyasaya sunduğu yetmez. Brezilya’ya kadar çeşitli ülkelere yaptığı makineleri gönderir. Neyse ki Mennan Ustayı hapse atmazlar.

Bu usta, Mennan Ustadır, Mennan Aksoy, diplomasız dahi!

Yoksulluktan okuyamamış, ilkokulu 9 yılda bitirmiş, Antepli fakir bir ailenin çocuğudur Mennan Usta.

Allah vergisi öyle bir akıl ve beceriye sahiptir ki, makineyi bir görürse, ertesi gün atölyesinde yapımına başlar.

Bu nedenle, dünya tez farkına varmış ve Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişini yasaklamışlar Mennan Ustanın.

Mühendislerin, aylarca çalışarak tasarladığı makineleri, o tek başına atölyesinde yapmaktadır. El emeği ve tamamı yerli malzemeyle.

O ister ki yerli sermaye gelişsin, boşa döviz ödemeyelim.

Ürettiği malzemelerin dünya peşinden koşmuş kapış kapış satılmış.

TÜBİTAK ödüller verir, ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde hocalığı düşünülür Mennan Ustanın. Diploması yok diye kabul olmaz. Bir makine tasarladığı zaman cebinde taşıdığı tebeşirle, yere çizerek anlatırdı başkalarına.

Gaziantep’te kanalizasyon atıkları büyük sorun olur. Çamuru, kokusu şehri bezdirir. Belediye yönetimi, dünyayı dolaşır, çareler arar fakat bulamaz.

Mennan Usta, “ Memlekette ustalar öldü mü?” diye çıkışır. Kafasına göre bir sistem kurar. Bu sisteme göre; kanalizasyon çamuru alınır, kurutulurken, enerji üretilir, çıkan küller de asfalta, çimentoya katkı maddesi olarak kullanılır.

Artık Gaziantep’te her gün çıkan 160 ton çamurun faydalı bir şekilde kullanılması Mennan Usta’nın o essiz eseridir.

Mennan Usta vasiyet eder; Gençler bilim ışığında yetiştirilsin.

İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin.

Ayrıca Mennan Ustanın kendi Antep şivesiyle söylediği bazı sözler var:

- Her şeyi çözerim de... Devletin işleyişine aklım ermiy!

- Devlet, at önüne et, it önüne ot atiy. Burunsuza hızma kulaksıza küpe veriy!

- Çeliğe hükmetmeyen namusuna mukayyet olamaz.

- Araştırma geliştirme o kadar yararlı ki, biz 30 yıllık iş hayatımızda 22 yılda 4 misli büyüdük ama araştırma geliştirme yapınca 8 senede tam 160 kat büyüdük.

- Gençler bilim ışığında yetiştirilsin. İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin. Her şey yerli imkanlarla üretilsin. Milli markalarımız geliştirilsin. Yabancıya döviz gitmesin.

22 Eylül 2023 Cuma

OSMANLI NASIL YIKILDI?


1868 yılında İngiltere den İstanbul'a Sultan Abdülaziz'e hediye gelen ilk otomobile Şeyhülislam 'Şeytan işi' fetvası verdi ve otomobil denize atıldı.

2023 te Dünya tarihinde ilk defa Avrupa şampiyonu olan Türk Kadın Voleybol takımına tebrikler yağarken; 'Diyanet İşlerinden' tepkiler geldi. Ne imiş kızların bacakları görünmüş.

Avrupa’da aklın ve bilimsel bilginin asıl gelişme süreci 17. yüzyıl’da “Aydınlanma çağı” ile başlar. 1763'te James Watt, İskoçya'da buharla çalışan makineyi bulması ile “Sanayi devrimi” ivme kazanır.

1807'de Robert Fulton adındaki Amerikalı buharlı makineyi gemilere uyguladı. 1840'ta ilk düzenli okyanus ötesi buharlı gemi seferleri başladı.1812 tarihinde, buharlı makine ilk kez lokomotiflerde kullanılmaya başlandı.

Almanya tarım teknolojisinde gelişmelere öncülük etti. Almanlar pancardan şeker çıkarma tekniğini buldu. Bir başka Alman kimyager suni gübreyi yaptı. 1834'te bir Amerikalı mühendis biçerdöveri icat etti.

1844'te Samuel Morse Amerika Birleşik Devletleri'nde ilk ticari amaçlı telgraf servisini hizmete sokmuştu. 1876'da Alexander Graham Bell telefonu buldu. Batı aklı ve bilimi öne alarak yeni buluşlarına hızla devam ediyordu.

Batı’da bunlar olurken Osmanlı medreselerde kız çocukların başları örtünsün mü, örtünmesin mi? diye tartışıyor ve daha neler oluyordu?
Bir göz atalım;
İngiltere Kraliçesi Victoria Sultan Abdülmecit’e İstanbul’da bir Anglikan Kilisesi yaptırmak isteğini iletti. Abdülmecit bu isteği kabul etti, İngilizlere Tünel ile Tophane arasında yer verdi. Kilise yapımı 10 yıl sürdü. 22 Ekim 1868’de kilise ibadete açılacaktı.

Sultan Abdülmecit ölmüş, yerine Sultan Abdülaziz geçmişti. Kraliçe Victoria, kilisenin açılışı anısına Abdülaziz’e son model bir otomobil armağan etti. Osmanlı sarayından bir kişiye de otomobili sürmesi öğretildi. Bu İstanbul’un ve Osmanlı'nın gördüğü ilk otomobildi.

Fakat çok önemli bir sorun vardı: Halk otomobili görünce şeytan görmüş gibi tabanları yağlayıp kaçıyordu. Kaçanların en önünde de medrese hocaları ve öğrencileri vardı. “Zatü’l-Hareke” Kendi kendine hareket eden zat, denilen bu aracın “şeytan işi olduğu kulaktan kulağa bütün İstanbul’a yayıldı.

“Zatül Hareke”nin şeytanlığından huzursuz olan Sultan Abdülaziz, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’den fetva istedi. Ancak Şeyhülislam haftalarca uykusuz kaldı, ayetlerde, hadislerde konuyla ilgili bir yorum aradı, bulamadı. En sonunda “Bu otomobilin şeytan işi olduğu” fetvasını verdi ve otomobil Haliç’ten denize atıldı.

Bu fetvadan sonra İstanbul’a 40 yıl otomobil giremedi. Bazı zenginler özellikle Yahudiler el altından otomobil getirdiler ama “Bilim ve fenne önem veren Sultan” olarak yeni nesillere anlatılan Abdülhamit bu otomobillerin kullanılmasına yasak getirdi. Acaba Abdülhamit, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’nin “şeytan işi” fetvasından mı korkmuştu?

Şimdi arabanızın direksiyonuna geçtiğiniz zaman “Osmanlı’yı kim yıktı?” sorusu aklınıza gelirse, bu bilgileri anımsayınız. En önemlisi 1868 yılında otomobil şeytan işi diye, dinin en büyüğü Şeyhülislam tarafından fetva verilip denize atıldığı halde, şimdi 2023 yılında ki aynı dinin en büyüğü Diyanet işleri başkanı son model Mersedes arabaya nasıl biniyor ve envanterinde kaç tane araba var? O zaman ki din değişmedi, hala aynı din fakat böyle bir tezat nasıl olabiliyor?

Osmanlı’yı Batı yıkmadı, İttihatçılar yıkmadı, Yahudi bankerler yıkmadı, işte bu akla kapalı, bilime kapalı, medreselerinde fen bilimleri olmayan yobaz, gerici zihniyet yıktı. Halen aynı kafalar devam ediyor ve o günlere doğru hızla dönüyoruz.

İcatlar kuranda bulunamadığından, yasaklayıp yok edilince, o devletin yok olması da kaçınılmazdı, ama bunu bile göremediler. Halbuki Peygamber Efendimiz ne dedi; "Ey Müslümanlar siz ilim Çin de bile olsa gidip öğrenin." dedi. 

Gelelim İstanbul da yapılan kiliseye..
On yılda inşa edilen İstanbul’un tek Angelikan kilisesi bugün İstiklal de Alman Lisesi’nden Tophane’ye inen yoldaki Serdarı Ekrem Caddesi’nde sapasağlam durmakta, fakat Osmanlı yok. Osmanlı Padişahına hediye ettikleri o zamanın son model arabası da yok. 'Şeytan işi' dedikleri için denizin altında duruyor. 

İhya etmek için ne kadar ilim lazımsa, imha etmek için de o kadar cehalet kafidir. Uyarlamalı Alıntı. Alper Aksoy