SAYFALAR

28 Mayıs 2018 Pazartesi

FASA FİSO

Bazen ben, bazı insanlara çok şaşıyorum. Sizler farkında mısınız bilmem fakat dikkat ediyorum da;

(alıntı)
Ekonomi ne zaman düzelecek?

Dolar üç lirayı ne zaman geçecek?

Dolar iki liraya ne zaman düşecek?

Seçimden sonra neler olacak?

Uzay aracı ne zaman düşecek?

Bitmemiş savaşın neticesi ne olacak? Maşallah her şeyi biliyorlar;


Asker değil, savaşı biliyorlar,
Polis değildirler, suçluyu bilip yakalıyorlar.
Savcı değildirler, yargılatıyorlar.

Hakim değildirler, ceza veriyorlar.

Doktor değildirler, tedavi ediyorlar.

Avukat değildirler, savunuyorlar.

Ya mühendis değildirler, yol yapıyorlar, inşaat yapıyorlar.
Pilot değil, uçak havalandırıyorlar.

Meteoroloji değil, hava raporu veriyorlar.

Usta değildirler, bina yapıyorlar.
Okuma yazmaları tam değil, eğitimden bahsediyorlar.

İmam değil, fetva veriyorlar.

Muhasebeci hiç değil, ekonomiden bahsediyorlar.
Ya.. ben bazen kendimi bunların yanına koyuyorum da utanıyorum. Hiçbir şey bilmediğimi anlıyorum. Madem bu adamlar her şeyi böyle bilirse, bu kadar okullar niçin açılmış? Bu kadar doktor, mühendis, asker, hakim, savcı, avukat, müdür, yönetici, pilot, kaptan niçin var? Masraflar boşuna.

Hep bu adamların dedikleri doğrudur, hep onlar haklıdırlar ha, başkaların ki asla. Hepsi fasa fiso.
Eskiden bizim köyde birisi ufak bir yalan konuşsa; herkes bilir, üstüne gülerler, alay ederler, yalancı da anlar ve utanır, meclise giremez, hatta intihar edenler bile olurdu. Şimdi bu adamlara bir bakın ki,

Kimlerdir? Nerelerdedirler? Hiç utanıyorlar mı?

Medyayı takip edin sizler de görüp anlayacaksınız.

26 Mayıs 2018 Cumartesi

ASLI HU

Bir padişah Hızır Aleyhisselami görmeği çok arzular fakat biliyorsunuz bu işler arzuyla olmaz, bir türlü göremez. 
Bir gün bunun için tellallar bağırtır:
“Kim bana Hızır Aleyhisselami'ı gösterirse onu armağanlara boğacağım.” Der.
Hızır Aleyhisselam'i kim tanır ki, veya kim bilir ki Padişah’a 'Buyur Hünkarim Hızır Aleyhisselam’ı size ben göstereyim.' Desin.

Ama öyle olmaz, birçok oğlu uşağı olan, çok fakir bir adam bu işe talip olur.
Önce evde eşine der ki:
“Hanım ben Padişaha Hızır'ı bulacağımı söyleyip ondan size ömrünüz boyunca yetecek kadar yiyecek, içecek ve para alacağım. Sonra Hızır Aleyhisselam'ı bulamayınca  benim kellem gider, ama olsun hiç olmazsa siz geride rahat yaşarsınız.” Der.

Adamın eşi kanaatkarmış:
“Efendi biz nasıl olsa alıştık, böyle kıt kanaat geçiniyoruz. Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten. Bize para değil sen lazımsın!” der fakat vaz geçiremez.

Adam kafaya koymuş ya gider Padişaha Hızır Aleyhisselam'ı bulacağını söyler. Aramak için kırk gün izin, çok miktarda para, erzak, yiyecek ister. Padişah ta bu isteklerini kabul eder. Adam Padişahtan aldıklarını evine teslim edip kırk gün ortalıktan kayıp olur. Kırk günün sonunda ortaya çıkıp padişaha gider her şeyi itiraf eder: “Hünkarim benim aslında Hızır'ı falan tanıdığım veya bulacağım yok. Ailece sıkıntı çekiyorduk. Sizi kandırıp ailemin geçimi için sizden dünyalık almak için bu suçu işledim.” Der.
Padişah buna çok hiddetlenir:
“Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi?” diye bağırır.
Adam; “Hünkarim her şeyi göze aldım. Gereken cezama raziyim” Der ve suçunu kabul eder.

Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç vezir yardımcılarından birine sorar:
“Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?”
Birinci Vezir fikrini söyler;
“Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp, çengellere asalım.” Der.
Bu sırada yanda peyda olan, beyaz sakallı bir ihtiyar, vezirin sözleri üzerine;
"Aslı Hu” der ve kayıp olur gider. Bu olaya padişah bir anlam veremez.

Padişah ikinci vezirine sorar:
“Bu adama ne ceza verelim?”
İkinci Vezir;
“Hünkarım bu adamı fırına atıp canlı canlı pişirelim.” Der.
Beyaz sakallı ihtiyar yine yan tarafta ortaya çıkar ve;
"Aslı Hu” diye tekrar bağırıp kayıp olur. Padişah buna da bir anlam veremez.

Padişah üçüncü vezirine sorar:
“Ey vezirim sen ne dersin? Padişahını kandıran bu adama ne ceza verelim?” der.
Üçüncü Vezir;
“Padişahım bana, göre bu adamı affedin. Size yakışan, sizden beklenen budur. Bu adam önemli bir suç işledi ama, sanıldığı kadar da kötü bir insan değil. Çünkü çoluk çocuğunun hayatını kurtarmak için kendini feda edecek kadar da, iyi yürekli bir insan”. Der.

Önceden aldığı önlemlere rağmen Beyaz Sakallı İhtiyar Adam yine orada peydah olur ve söze karışır:
"Aslı Hu" diye tekrar bağırır. Bu sefer padişahın adamları tarafından yakalanır ve padişahın huzuruna getirilir.

Padişah o Beyaz Sakallı İhtiyara sorar:
“Sen kimsin be adam? İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?”
Beyaz Sakallı İhtiyar Hünkar'a cevap verir:
“Senin birinci vezirinin babası da dedesi de kasaptı. Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti. Yani aslını gösterdi. 
İkinci vezirin babası ve dedesi fırıncıydı. Onun için adamı fırına atalım.” Dedi. O da soyuna çekmiş.
Üçüncü vezirin ise babası adaletli bir vezirdi. O da soyuna çekmiş, büyüklüğünü gösterdi. 
Benim söylediğim söz "Aslı Hu, yanı Herkes aslına çeker" dediğim işte budur der.

Padişah hayretler içinde;
“Peki ya sen kimsin? Diye sorar bu garip adama.
Beyaz Sakallı İhtiyar:
“Asıl bir Vezir görmek istersen üçüncü Vezirine, eğer Hızır Aleyhisselam'ı görmek istersen, O benim işte, bana bak. Bu adamı mahcup etmemek için buraya geldim ve sana göründüm.” der ve yine ellerinden kurtulup, kaçar kaybolur gider.
Padişah ta kısa bir araştırmadan sonra bu ihtiyar adamın haklı olduğunu öğrenir ve kendisini kandıran adamı af eder. 

Yeri geldiğinde ‘ASLI HU, NESLİ HU’ derler. Belki sizler de duymuşunuzdur, eski bir tabirdir. Nesiller değişince tabirler de değişiyor ama kabuk ne kadar değişse de, öz yine aynı kalıyor, değişmiyor. Yani anlayacağınız bir insanın aslı, soyu neyse, yetiştirdiği nesiller de öyledir. İnsan aslından neslinden güç alarak yaşar ve asaletini dışarı aksettirir. İşte hikayemiz de bunu bize anlatıyor. Ve Türk gençleri bu nedenle ÖZ'ünden koparılmağa çalışılıyor. Saygılarımla.

19 Mayıs 2018 Cumartesi

ÇOBANLIK YAPTIM


1958-60 lı yıllarda bizim 90-100 baş keçilerimiz vardı. Keçi sürülerine ‘MAL’ denir. Okul bittiği zaman ben de can sıkıcı işlerde pek çalışamadığım için yaylalara çıkar bu mallarımıza çobanlık ederdim.

Nasıl ki her insanın bir ismi var, her keçinin de bir ismi vardır. Keçiler isimlerini fiziki yapı ve renklerinden alırlar. Alnı beyaz olana ‘KAŞKA’, kısa kulaklıya ‘KIRIK’, orta kulaklıya ‘PELLİK’, uzun kulaklıya ‘YAPRAKLI’ gri renkli olana ‘MANUS’, karnının yarısı siyah yarısı kahverengi veya sarı, olana ‘ĞULA’, rengi siyah olana da ‘SİYA’, yarısı siyah yarısı beyaz ise ‘KARABAŞ’, iki yanağı da kahverengi olanların 'HAÇEREZ', gözlerinin yanında, yukardan aşağı doğru uzunlamasına çizgi olursa 'KASLAN', kulakları gri kumlu olanlar 'NAVROZ' diye isim alırlar. Bazılarının boynunda veya kulaklarında iki tane meme olanlar, onlara da ‘KÜPELİ’ derler.

Bu genel isimler birleşerek her keçi için özel isimler oluşur ve her keçi de ne hikmetse kendi isimlerini bilirler. Mesela bir keçi; alnı beyaz, kulakları uzun, yarısı gri yarısı kahve rengi ise o keçinin adı ‘ĞULA KAŞKA YAPRAKLI’ dır ve o hayvana ismi ile hitap edince anlar. Keçinin yeni doğanına 'OĞLAK', biraz büyüyünce dişisine 'ÇEPİÇ' erkeğine 'KOŞAT', bir yaşına olan dişiye 'KORİT', erkeğine 'KOŞAT', büyük dişiye 'KEÇİ', büyük erkeğe de 'TEKE' derler.  

Keçilerin anladıkları başka kelimeler de vardır. ‘ARYA’ diye bağırırsan, keçiye geri dön demiş olursun, o keçi gittiği yerden geri döner. Veya keçinin önüne geçer ‘HEY, HEY’ lersen sürü peşinden akıp gelir. Islık çalarak ta sürüyü yönlendirebilirsin. Bazen yediği ottan zehirlenir, yerlere düşerler ‘KANA UĞRADI’ denir. Kulağının ucundan keserek kanla birlikte zehir çıkarttırılır ve hasta keçi kurtarılır. Buna ‘KAN ALMA’ denir. Otladıkları yere ‘OTLAK’, Kaldıkları yere, yanı akşamdan toplandıkları yere ‘YATAK’, sütlerinin sağılması için alındıkları üstü açık lalettayın önü dar arkası geniş duvar arasına‘PER’, yollarda geçici olarak kalınan yerlerde üzerine keçe ötülerek yapılan kalacak yere ‘ÇADIR’, yayla da evlerin toplu olarak bulunduğu yere de 'VANAK' denir. Vanak ta her gece horonlar oynanır, karşılıklı türküler söylenir, silahlar atılır.

Keçiler akrabalarını da bilir ve saygı duyarlar. Hiç samimi olduklarını belli etmezler fakat yatarken kız kardeşler, ana kızlar birlikte yatar geviş getirir, birbirlerini ağızları ile kaşıtırlar.

Keçilerimin bir de lideri vardı. Genelde her sürü de bir lider keçi olur fakat benim ki bambaşka idi. Boynuzları öne doğru adı Kaşka Yapraklı idi. Kaşka Yapraklı çok güzel ve güçlü bir keçiydi. Bazen kızdığı zaman arka ayaklarının üstüne kalkar ve bir kafa vurur karşısında kini yere devirirdi. Diğer keçilerin haklarına riayet eder, yeri geldiği zaman her arkadaşını eşit tutar ve korurdu. Sürünün önünde yürür, bütün sürü onu takip eder ve ona kayıtsız şartsız itaat ederlerdi. Öyle gururlu idi ki, asla kendisine söz söyletmez. Hakaret hiç ettirmez. Olur da bir ufak bağırsam o günü hiç otlamadan geçirir adeta yas tutardı. Kendisi 200 baş keçi sürüsüne önderlik eder onları otlamağa götürür sonra da akşamdan tamamını geri yatağına getirirdi.

Benim sürüm komşumuz Etem Amcanın malları ile birlikte karışık bulunur, her ikisi 180-200 baş civarında olurlardı. Dört tane güçlü keçiler boyunlarında 'TANGAL' dedikleri yürürken ses çıkaran ve keçilerin toplanmasına yarayan cihaz taşırlardı. Etem Amcanın oğlu Yaşar ile ben çobanlık ederdik. Daha doğrusu yukarıda bahsettiğim Kaşka Yapraklı keçimin sayesinde hiç çobana gitmez, o keçi sürüyü götürür otlatır, akşam olmadan yatağa geri getirir ve biz sadece Vanak ta pere alır sütlerini sağardık. Çobana gitmediğimiz iyi havalarda tepelerde gezer veya çamlardan sakız toplayarak zaman geçirirdik.

Bizim hiçbir keçimiz o öncü keçimiz sayesinde dışarıda kalmazlardı. Diğer malcılardan Cuvelekler, Kavazlar, Hemşenliler, Mutinoğlu ve Abdoğlu ların mallarında gelmeyenler olur hatta bazıları birkaç gece dışarıda kalınca ayılar ve kurtlar onları yakalar ve yerlerdi. Sahipleri de gece sabahlara kadar bulmak için arar dururlardı.

Kangal köpeğimiz vardı, ismi KAPTAN. Kaptan; sırtı siyaha çalan arka kısmı gri renkli. O da çok akıllı ve heybetli bir köpekti. Adama saldırdığı için kapılar da her zaman boynundan bağlı taşırdık ve ondan herkes korkardı. Sinirlendiği zaman hiç şakası yoktu. Tüyleri dikilir ve damarları dışarı çıkar parmak kalınlığında fark edilirlerdi. Başka köpekler saldırdığı zaman koşarak gider, onlara önce göğüs vurur yere yıkar, sonra ağzı ile tutup sağa sola sallar öldürmeğe çalışırdı. Hatta bir kaç köpek bir den saldırsa bile arkasını kaya veya evin köşesine dayar, çabuk hareket ederek önce birini yere yıktıktan sonra ötekilere de saldırır ve hepsini bertaraf ederdi. 

İnsanlara da göğsü ile vurur yere yıkar fakat onları ısırmaz öyle kulaklarını diker, üzerinde bekler, kıpırdamağa ve kurtulmağa hiç şans vermezdi. Tabı biz sahipleri görür de “Kaptan bırak!” diye bağırırsak hemen bırakır, koşarak yanımıza gelir ayaklarımıza sarılarak af dilerdi. Yanında hiç kimse şakadan dahi olsa beni ve ağabeylerimi veya ailemizden birini tutamazlardı. Hemen saldırır ve yere yatırırdı. Hatta bir sefer yaylaya giderken Kireç Taşı nda yılanların içine girebildiğim ve korkup can havli ile bağırdığım zaman, yanımda olmamasına rağmen birden yanımda peyda olmuş, yılanlara saldırarak iki metreye yakın bir yılanı ağaçlara vura vura öldürmüş ve beni bu yılanların arasından kurtarmıştı. 

Kaptan genel de sürüyü yalnız bırakmaz, peşlerine gider, fakat uzaklarda olsa bile sürünün başına bir hal geldiği zaman, onu hisseder, anın da orada olurdu ve kokularından bizim malları tanırdı. Biz de kendisini çok sever bazen kendimiz yemek bulamasak ta ona çare eder hiç aç bırakmazdık.

Eski Sığır Vanagı, şimdi ki Sultan Yaylası Vanağın da bizim sürü sabah sağıldıktan sonra evlerin başından dizilirler, başka sürülere karışmadan, en önde Kaşka Yapraklı bu öncü keçim, arkasından da diğer sürü olmak üzere doğruca ya Pilonçuta, ya da Poğut a giderler. Bazen de Edigöl de karınlarını doyurup geri yatağa gelirlerdi.

Çok güneşli bir Ağustos gününün akşam üzeri, akşama bir iki saat kala, etrafı seyretmek ve gelen keçilerimizi gözlemek için Yaşar ile vanağın yukarısında Kilise düzlüğüne çıktık ve etrafı kolaçan etmeğe başladık. Fakat hayret aslen o vakitlerde yatağa toplanması gereken sürümüzün hiç biri gelmemişti. Diğer malcılar sürülerini pere almışlar sağmağa başlamışlardı bile. Bizimkiler yok. Yaşar ile ben panik yaptık ve kimseye haber vermeden Pilonçut Deresinden aşağa bağırıp ıslık çalarak, koşup gitmeğe başladık. Biraz gittikten sonra bir sürü izine rastladık. İz sağ tarafa, sarp kayaların bulunduğu yöne doğru gidiyordu. İzi takip ederek kayaların arasında yatık sık bodur ağaçlar bulunan çok dar ve kaban bir yere geldik. Oh çok şükür sürümüz burada tamamını bulduk. Hayvanlar inmişler, yatık bodur ağaçlar göğüslerine dayanmış geri çıkamamışlar. Kaban olduğu için aşağı da inememişler, orada kapanmış kalmışlardı.

O sırada köpeğim Kaptan bir yerden çıkageldi. Kuyruğunu sallayarak ve inleyerek yanıma yaklaştı, ayaklarıma sarılmağa başladı. Dili bir karış dışarda telesleyip duruyordu ve ağzının etrafında ki tüylerinde kanlar vardı. Anladım, bir şeyler anlatmağa çalışıyordu. Elimle başını okşadım ve boynuna sarıldım. Her tarafını yokladım yarası filan yoktu.

Artık akşam olmuş, güneş gök yüzünü kızartmış ve gündüzü terk etmek üzereyken, birden o öncü Kaşka Yapraklı keçim tam önüme gelerek durdu. O da mahçübiyetini bildirmek veya bana bir şeyler anlatmak ister gibi gözlerimin içine bakıyor ve arada bir başını sallayıp bağırıyordu. Dizlerimin üstüne çökerek keçiyi boynundan tuttum.  İki taraflı yanaklarından ve burnunun üzerinde ki temiz, tüysüz yerinden defalarca öptüm. Hiç direnmedi ve kaçmadı. O da sevdiğimi anlamış ve kendisi de sevinmişti. O zaman baktım ki bu insandan akıllı Kaşka Yapraklı keçimin gözlerinden yaş akıyordu. Galiba görevini yapamadığı için ağlıyordu. Veya Görevini yaptığı için. Veya başından bir şeyler geçmişti. Veya bilmem belki duygulanmıştı. 

Bu zamana kadar hiç böyle yakınıma geldiğini, kendini bana teslim ettiğini görmemiştim. Boynunda bir yara vardı, az da olsa kan akmış ve bana da bulaşmıştı. Kesin artık başından bazı olaylar geçmişti.

Biz Vanak tan bayağı uzakta idik ve gitmek için yokuş yukarı iki saat ten fazla yol yürümemiz gerekiyordu. Gece sürüyü oradan çıkaramazdık. Sürüyü orada bırakıp, ikimiz birlikte gitmek te hiç olmazdı. Artık orada sabaha kadar sürü ile birlikte beklemeğe karar verdik. Çünkü arkadaşım Yaşar yalnız kalmağı veya haber vermek için gece yalnız yola gitmeği istemiyordu. Haklı da idi, oralar insiz dağ başları, her türlü aç yabanı hayvanların bulunduğu yerlerdi. Üstelik yolumuzun geçeceği yerler de dere içleri karanlık ve korkulacak yerlerdi. Bizler de en nihayet çocuk sayılırdık. 

Biz öyle şenlik olsun diye sesleyip bağırırken vanak tarafında Kilise düzü denilen yerde güneşin kızarıklığı ile karışmış bir insan silueti gördük. Biz ha bire bağırıp duruyorduk. Artık hava da karardı ve o siluet kayıp oldu gitti sandık. Fakat yanılmışız, o gördüğümüz siluet sesimize cevap verince insan olduğunu anladık. Devamlı birbirimize seslenerek bir buçuk saat kadar sonra yanımıza geldiler. Eniştem Osman ve Teyzemin oğlu Ekrem idiler. 

Yanlışlıkla dere içinde bizi aşağı geçebilmişler ve biz kendilerini uyarınca geri dönüp yukarı yanımıza geldiler. Dik ve yamaç yerden yukarı koşarak geldikleri için çok yorulmuşlardı. Biraz yere yatıp dinlendikten sonra ellerinde ki kopri denen aletlerle o bodur ağaçların bazılarını kestiler ve keçilerimizi oradan çıkararak o gece saat 02.00 de sürümüzle hep birlikte  vanakta evimize gidebildik. O gece hemen yaralı kaşka yapraklı keçime tereyağı eriterek ilaçlar yaptım ve az zamanda yaraları iyileşti.

Ertesi gün tekrar bu yere gelerek yaptığımız incelemede anladık ki bir ayı sürüye saldırmış ve bu saldırı esnasında ya Köpeğim Kaptan ayıya saldırmış veya Kaşka Yapraklı keçim kafa vurmak suretiyle sarp kayadan aşağı düşürerek ölmesine sebep olmuştu. Çünkü ayının ölüsü, dili dışarda uçurumun altında, kanlı olarak görünüyordu. 

7 Mayıs 2018 Pazartesi

şiir SEN NERDESİN

Giderken öyle demedin,
Tez gelirim bekle dedin,
Hadi sevmedin, özlemedin,
Herkes döndü, sen nerde sin ?

Hiç ummadım böyle olur?
Giden gelemez orda kalır,
Bir haberini versen ne olur?
Herkes geldi, sen nerde sin?

Elimden düşmez resmin,
Hafızamdan, çıkmaz ismin,
Bugün mü, yarın mı dersin?
Kaç yıl oldu, sen nerde sin?

Yollarına baktım boşuna,
İnanmadın sen göz yaşıma,
Bıraktın beni yalnız başıma,
Eller geldi, sen nerde sin?

Ağlayıp sarıldın, giderken,
Sakın üzülme, gelirim erken,
Bana demiştin ya, ayrılırken,
Herkes geldi, sen nerde sin?

Ocağımdan tütmez duman,
Ne zaman gelip geçti zaman?
Mevsimlerin de hepsi tamam,
Herkes göçtü, sen nerde sin?
                  Recep Ali Öztürk

EĞİTİM

"EĞİTİMDİR Kİ; BİR MİLLETİ HÜR, ŞANLI VE YÜKSEK BİR TOPLUM HALİNDE YAŞATIR, YA DA BİR MİLLETİ KÖLELİĞE VE YOKSULLUĞA DÜŞÜRÜR." diyor.
                                                 Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk
İlgili resim
1988 yılı Ankara Cinayet Masası. Bir suçluyu yakalamak için babasının evini tespit ettim ve ekibimle sabah erkenden eve gittik. Aradığım 35 yaşlarında ki bu genç 5-6 seneden beri firar olan ve bir çok siyası ve adi suçlara adı karışan Güney Doğulu, üniversite 3. sınıftan terk etmiş Beton Ahmet kod adlı bir gençti. Kapıyı üzerinde ki tokmakla çaldım. İçerden bir erkek sesi geldi, "Kie. (Kimo)" Adam içerden Kürtçe sordu.

Yanımda ki Kürt arkadaşım cevap verdi; "Ezim, Ezim, deri veke. (Benim, benim. Aç kapıyı.)"

Kapıyı açan aradığım suçlunun babasıydı. Zayıf, uzun boylu, 65-70 yaşlarında, şalvarlı, Kürt vatandaşlarımızdan biri.

Kendimi tanıttım. Komiser olduğumu, bize yardımcı olmasını, çocuğu teslim ederse yardımcı olacağımı, korkmamasını, belki de suçsuz olduğunu, kaçmaması gerektiğini ve kaçarsa dışarıda daha başka suçlar da işleyebileceğini, veya bazı faili meçhul suçları işlemediği halde üzerine kalabileceğini, kendisine izah ettim. 

Adam beni çok hoş karşıladı. Sabırla iyice dinledi. Ayran ikram etti. Sonra içeri gitti ve elinde içi dilekçeler ile dolu kalın bir dosya ile geldi. Valilik, İçişleri, Başbakanlık gibi bütün makamlara yazılmış dilekçeler vardı bu dosyada. "Bunlar çocuğumun bulunması için müracaatlarım. Devletten şimdiye kadar hiç bir cevap alamadım" dedi. Çok gariptir ki çocuğunun bulunması için devlete dilekçeler vererek baş vurmuş ve cevap alamamıştı.

Elinde aradığım çocuk, oğlu Ali'nin bir resmini göstererek; "Siz bu çocuğu mu arıyor sunuz? diye sordu ve şöyle devam etti:

"Ben kurallara uyan ve Vatanını seven bir yurttaşım. Dedem Çanakkale de şehit oldu. Gerekirse vatanım Türkiye için ben de şehit olurum. Bu aradığınız oğlum Ali’yi yedi yaşında iken Türkiye de devletin okulu, ilkokula gönderdim. Sonra devletin orta okulu ve lisesine gönderdim. Bu okullar devletin değil miydi? Baboo. Üniversiteler Türkiye Cumhuriyetinin okulları değil midirler? Ey baboo. Üniversitede çocuğum okumuş kültürlü insan olacak diye beklerken terörist oldu geldi. Şu anda çocuğum kayıp. Bir daha eve dönmedi. Şimdi bunu devlet bilmeyecekte ben mi bileceğim Baboo? Çocuğumu bana soracağınıza öğretmenlerine sorsanıza baboo. Devletin okullarına çocuğumu göndermesem mi? Bu durumdan devlet hiç sorumlu değil mi? Bugüne kadar bana cevap verecek bir devlet yetkilisi bulamadım. Sende devletin bir parçası sayılırsın. Çocuğumu getir veya en azından bana bir bilgi ver." Dedi.

Buyurun. Siz cevap verin. Adama cevap veremediğim gibi zor durumda kaldım.  Acaba gerçekten çocuğundan haberi yok muydu? Veya bana numaramı yaptı? Her neyse neticede adam çok haklı ve doğrusu da söylediği gibi değil midir? Şimdiye kadar bütün teröristler üniversitelerden çıkmadı mı? Bir zamanlar üniversite salonlarında Mao, Lenin, Stalin, Hitler, Tito, Hümeyni Enver Hoca gibilerin boy resimleri asılmıyor muydu? Bu adamların Türk Milleti ile veya kurtuluşla, demokrasiyle ilgisi, bağı ne idi? Sözde aydın olacak kişiler bu adamları niçin savunuyorlar ve lider yapmışlardı? Bizim Atatürk'ümüz yok muydu? 

Dünyanın hiç bir yerinde yanı başka her hangi bir ülkede böyle bir uygulama var mıdır? Hangi Amerikalı bir Profesör, hangi İngiliz Profesör, hangi Fransız, Alman veya başka bir ülkenin Profesörü veya öğretmeni ülkesini yıkmak için öğrencilerini militan yetiştirir? Başka bir ülkenin liderini kendine örnek alır? Ey millet ne oldu bize gerçekleri neden göremiyorsunuz? Bu ülkeyi şehitler kurtaracak diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onlar bir defa bizler için öldüler ve belki de öldükleri için pişmandırlar. Çünkü bizlere bıraktıkları bu vatanı korumağı bile beceremiyoruz.

1978 yılında İsveç Stockholm Büyükelçiliğinde Kırım Türklerinden biri ile tesadüfen tanıştım. SSCB nin tam dağılacağı sıralardı. Bana öyle korka korka bir soru sordu; “İstanbul Türkiye’nin değil mi? Ben geçen öğrencileri Lenin ve Stalin’in resmini ellerinde taşırlarken gördüm.” Dedi. “Orada özgürlük var, isteyen istediğini yapar.” Dedim. “Peki onlar Türk çocukları değil mi?” dedi. “Evet.” Dediğim zaman; “ Onlar; Stalin’in Kafkaslar da Türkleri ve Lazları trenlere doldurup ölmeleri için Sibirya ya gönderdiğini, bir çoğunu da gemilerle Karadeniz de batırarak öldürdüğünü ve hiç kurtulan olmadığını bilmiyorlar mı?” dedi. İşin garibi ben de bilmiyordum, o zaman öğrendim.

Esas mesele; devlet varlığını, ulusal konularda çok titizlikle göstermeli. Bugün Oxford Üniversitesini bitiren terörist olup, Amerika, İngiltere aleyhine yıkıcı faaliyetlerde bulunuyorlar mı? Türkiye de çocuk lise ve üniversite de terörist nasıl oluyor? Araştırmacılar eğer bir hizmet yapmak istiyorlarsa, hemen çok acilen araştırıp bunları ciddi bir şekilde halka anlatmaları lazım.

Yeri geldiği zaman Çanakkale kahramanlıklarımızdan bahsediyoruz. Peki o düşmanların Çanakkale ve Gelibolu'ya hangi aşamalardan geçerek nasıl geldiklerini araştıran veya bir bilen var mı? Eğer araştırılırsa Türk Milletine ne oyunlar oynandığı anlaşılacak ve her şey açığa çıkacaktır. Gençlerimize bu oynanan oyunları anlatmalıyız. 

Şimdi dönelim en başa; Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunları ne bilmişte o başta ki sözü söylemiş? Hiç boş konuşmamış değil mi?

Hiçbir şey düşünemiyorsak şunu düşünmeliyiz: Amerika, Rusya veya başka bir ülke kendi milletine bu kadar eziyet edip, bu kadar masraf edip, taa Okyanusun öbür tarafından gelip Afganistan, Irak, Libya, Yemen Suriye, Arabistan, Türkiye veya başka bir ülkeyi niçin kurtarsın? Bunu anlayabilirseniz sorunu çözmüş olacaksınız. Saygılar.