1967 yılında Okul hayatımızda Rizeli arkadaşım Hızır Mataracı ile
Erzurum da bir otelde kalırken hamama gittik. Banyodan sonra dinlenirken bir
paravan arkasından çok iyi anlaşılamayan bazı sesler geliyordu. Sanki hoca
öğrencilerine bir şeyler anlatıyordu. Hızır ile birlikte dinleyip biraz güldük.
Zaten bu konuşma tam Erzurum şivesi ile yapılıyor, konuşmaları pek
anlayamıyorduk.
Konuşma esnasında ‘Osman Efendinin Ahmet’ diye isim geçince ben
şaşırdım. Arkadaşım Hızır’a “Bu adam benim bildiğim, çok yakından tanıdığım bir
adamdan bahsediyor.” Dedim ve asılan bezi aralayıp o seslerin geldiği yere
girdim. Hızır da peşimden gelmişti. İçeride 8-10 genç ile 80 yaşlarında bir
adam vardı. Adam çocuklara bir şeyler anlatıyordu. Bizleri görünce genç
olduğumuzdan dinleyici bildiler ve ses çıkarmadan birisi eli ile işaret ederek
bir yere oturttular. Bu yaşlı adam bir taraftan anlatıyor, bir taraftan da
ağlıyordu. Dedem Osman Efendinin Ahmet'i anlatıyordu.
Yaşlı adam siyah takım elbise geymiş. İri yarı, altın dişli, kara yağız bir adamdı. Ve anlatmağa devam etti. “Ben Osman Efendinin Ahmet ile ilk defa Palandöken dağların da karşılaştım. Onlar üç kişi, biz dokuz kişi idik. Meğer onların iki arkadaşları da arkalarından takip ediyorlarmış. Biz öndekileri yakalayınca, arkadan gelen arkadaşları da bizi yakaladılar. Biz onları çok kalabalık bildik. Bizim silahlarımızı zorla alıp esir ettiler. Daha sonra Ermeni olmadığımızı anlayınca bizleri serbest bıraktılar.
Osman Efendinin Ahmet ile o zaman tanıştım. Kendisi Teşkilatı Mahsusa nın Lazistan örgütündendi. O zamanlar Armen Garo dedikleri Karekin Pastırmacıyan isimli bir Ermeni Erzurum'a yerleşmiş, köylerimizi basıp herkesi öldürüyorlardı. Öldürdükleri Türk kadınlarının memelerini kesip alıyorlardı. Sonra içini temizleyip, güneşte kurutuyorlar ve tütün kesesi yapıyorlardı. Bu şekil keseler tütünü nemli tuttuğundan çok makbul sayılırdı. Ermeni erkeklerinin ellerinde, öldürdükleri Türk kadınlarının memeleri, tütün kesesi olarak bulunuyordu.
Bir köye baskın yapan 20 kişi kadar Ermeni çetesi baskından dönerken hafif sisli bir havada bize rastladılar ve saldırdılar. Hepsi silahlı ve gözleri donmuştu. İki arkadaşımızı öldürdüler. Ve biz üç kişiyi yakalayıp esir aldılar. Ellerimizi bağlayıp, sorgulamak için kiliseye götürüyorlardı. Sağ olarak yakaladıklarını bu bölgede Sanasaryan kilisesinde güya sorgular ve işkence ederek öldürürlerdi. Bu kilise tam bir işkence yuvaları idi. O zamanlar buraya hiç bir hükümet kuvveti giremez, kontrol dahi edemezlerdi. Ermenilerden başka hiç kimse girip çıkamazdı. Tamamen Ermeni ülkesi gibi bir yerdi. Ve götürdükleri bir Türk'ü sağ bırakmaları mümkün değildi. Girip te sağ salım çıkan daha bir adam görülmemiştir. Bu Sanasaryan okulundan kaçmak ta mümkün olmadığı gibi, intihar etme imkanında hiç yoktu.
Biz tam ümidimizi kesmişken, yolda yakalanmadan önce ihtiyaç
gidermek için bizlerden ayrılan ve sonra arkamızdan gelen Osman Efendinin Ahmet
biz yakalandığımızı
fark etmiş ve ağaç dallarını keserek yolun
sağından solundan uzatmış bu dalları tüfeğe benzeterek ilerlerde önümüzde bir
yerde pusu kurmuştu. Ermenilerin üstlerine yağmur gibi kurşun yağdırıp
bombalar attıktan sonra onları çil sürüsü gibi dağıttı. Bizleri kurtardı, fakat
bizlerde çok korkmuştuk. Ellerimizi çözdü. Sağ kalan ve kaçamayan sekiz kişi
Ermenilerin ellerini bağladık. Hatta üzerlerinden Türk kadınlarının
memelerinden yapılmış tütün keseleri çıktı. Onların ellerini bağlarken güya
yolda bekleyen hayalı arkadaşlarına sesleniyordu Osman Efendinin Ahmet. ‘Ateş
etmeyin Uşaklar, bizi vurursunuz.’ diye” dedi. Bunları anlatan Adamın ismi
Kadir Ekinci dir, ve biz tanıştıktan üç sene kadar
sonra da hakkın rahmetine kavuştuğu haberini aldım.
Başka bir seferde Erzurum taraflarında bir yerde yine sisli bir havada dağın başında ateş yakmış ısınıp elbiselerini kuruturken, bir gurup Ermeni çetesi yakalamak veya öldürmek istemişler. Osman Efendinin Ahmet kalemliğinden çıkardığı dört deste, yanı 20 adet fişekleri ateşe atmış. Kendisi de bir kedi çevikliği ile taşın gerisine atlayarak seri bir şekilde, dört bir tarafa, üstlerine ateş ederken, ateşe attığı fişeklerde patlamağa başlamış. Dört bir tarafını saran Ermeniler kendi kendilerine “Bunlar çok kalabalık. Kaçalım.” Demişler ve kaçmışlar. Kendisi de sisten faydalanarak oradan uzaklaşmış, canını kurtarmış.
Bazen de Ermeni çeteciler Türk çetelerine rastladıkları zaman kendilerini Türk tanıtıp gafil avladıktan sonra aniden vuruyorlardı. Mesela Yakup Cemil diye bir kumandan Sinop hapishanesinde ki mahküm askerden bir müfreze kurmuş Artvin'e gelmişti. Şavşat ta kalabalık Karekin Pastırmacıyan'ın çetesi ile karşılaşmışlar. Ermeniler kendilerini Türk olarak tanıtmışlar. İçlerine karıştıktan sonra bir istirahat anında birden harekete geçmişler ve bizimkilerin hepsini öldürmüşlerdi.
Yaşamak için çok kurnaz olmak, veya çok cesur olmak bile yetmiyor. Osman Efendinin Ahmet Rusya ya giderken Artvin'ın Şavşat taraflarında bir yerde Ermenilerin kurduğu pusuya düşmüş ve yakalamışlar. Ellerini bağladıktan sonra sorgulayıp öldürmek için kiliseye götürüyorlarmış. Ermenilerin işkence yerleri Erzurum da meşhur Sanasaryan okuluymuş. 50-60 kişilik Ermeni çetesi ve aralarında elleri bağlı Osman Efendinin Ahmet olmak üzere gecenin karanlığında yürüyorlarmış.
Şavşat yakınlarında Berta deresi üzerinden Berta köprüsünden geçerken, Osman Efendinin Ahmet elleri bağlı iken birden aralarından koşarak çıkmış ve bu köprüden kendini şimdi rafting bile yapılamayan, Çoruh nehrinin bir kolu olan Berta deresine atlamış. Epeyi bir yer suyun içinden gittikten sonra ilerde kıyıya çıkmış ve arkadan bağlı olan ellerini çözerek, kurtulmuş.
Sonra ki günlerde o kendini yakalayan Ermenileri çok aramış fakat bulamamış. Yanı onlara hesap soramamış. Bu olay aklında kalmış, hep anlatıp dururmuş. Ve her tarafta da o Ermenileri ararmış. Aynı olay daha sonraları aynı şartlarda, aynı bölgede Meydancık köprüsünden Bocanat deresine atlamak süretiyle tekrarlanmış ve canını çok kere aynı yöntemle nehirlerin karanlık sularına atlayarak kurtarmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder