SAYFALAR

17 Nisan 2022 Pazar

AYAK DELEN ZEHİRLİ ÇİVİLER

Yedi düvel gelip dayandılar Gelibolu’ya. Sahi ne için gelmişlerdi? Hem de dünyanın dört bir tarafından her türlü son model silahlarla donanıp gelmişlerdi. Ne yapacaklardı? Çeşitli oyun ve bahanelerle Türklerin yurtlarını ellerinden alacaklardı. Yoksul, üstü başı çıplak, karnı aç bir milleti hiç yok saymışlar, kolaydan ülkeyi ellerinden alacaklarını düşünmüşlerdi.

Ama umdukları gibi olmadı. Orada aslanlarla karşılaştılar. Ölümden korkmayan, kahramanlarla karşılaştılar. Canlarını verip düşmana fırsat vermeyen bir millet ile karşılaştılar. Orada Mustafa Kemal Atatürk ile karşılaştılar ve sağ kalan düşmanlar, ölen askerlerini Türk Milletine bırakıp geldikleri gibi geri kaçıp gittiler.

Son model silahlarla saldırıya geçen süper güçler, İngiltere ve Fransa Çanakkale’yi geçemeyince her türlü kalleşliğe de baş vurdular. Türk Askerlerinin bulunduğu yerlere havadan uçaklarla; dört tarafı çivili, nasıl atarsan at bir çivisi devamlı yukarı gelen özel yapılmış, ‘ayak delen’ dedikleri zehirli çivileri attılar. Bu zehirli çiviler ormanlık alanda görünmeyip, dolaşmakta olan ve ayaklarında çarıktan başka bir şey olmayan askerlerin ayaklarına batması sonucu binlerce Türk Askeri zehirlenip öldüler, bir çoğu sakat kaldılar, bir çoğu da kangren oldular, ayakları kesildi.

Savaştan sonra bile bölgede çiftçilik yapan vatandaşların ayaklarına veya hayvanların ayaklarına battılar ve yaralanmalarına, ölmelerine sebep oldular.

İşte o savaşta zehirli ayak çivileriyle yaralanıp ta bir zaman sonra şehit olan o kahraman çocuk askerin anlattıkları;

"Yaşım on altı olunca beni askere aldılar. Ninem yolcu etmeden evvelki akşam elime kına yaktı. Sabah dualarla beni ve benim yaşımdakileri yolcu ettiler. Babalarımız cepheden dönmemiş ve onlardan habersizdik. Günlerce yaya yol aldık. Köyümden o güne kadar uzaklaşmamıştım. Yürüdükçe başka köyler gördüm, yanmış, yıkılmış, düşman çizmesi altında ezilmiş köyler. Adımlarımızı daha bir sert vurduk toprağa, “bu topraklar bizim” diye haykırdık yürürken. Günler sonra köylerden temin ettiğimiz eşeklerle yol alıp ucu bucağı gözükmeyen canlı bir su kaynağına geldik. Neredeyse bizim civar köyleri de içine alacak bir hareketli su vardı önümüzde. Rengi masmavi, sesi kulaklarda yankılanan, kıyılara vuran köpükleriyle ihtişamlı görünüyordu. O güne kadar dereler dışında bu kadar suyu bir arada görmemiştim. Deniz olduğunu söylediler. Duymuştum fakat duymaktan farklıydı görmek.

Sandallarla bizi karşı kıyıya geçirdiler, dalgalara elimle dokundum ve suyun tadına baktım tuzluydu. Kimse bana deniz tuzlu dememişti. Masmavi suların içinde kendimi su kuşu gibi hissettim. Deniz çok güzeldi ve bu güzellikler benim vatanımsa kimse benden alamazdı.

Yolda analarımızın bize azık olarak verdiği peksimetlere çökelekleri katık edip yemiştik. Cepheye yaklaştıkça top sesleri geliyordu. On beş kişiydik aynı yaşlarda, birden kendimizi cephede bulduk. Tozlu arpa çorbası çeyrek somunla yarı aç yarı tok günlerce siperlerde yattık.

Göğüs göğüse süngü ile savaşacağımız zaman siperlerden çıktık. Ayağımda köyden getirdiğim çarık vardı. Bastığım topraktan ayağıma bir çivi battı ve canımı çok yaktı. Bedenimi uyuşturdu ve beni toprağa serdi, gözlerim usulca kapandı. Komutanın sesini işittim “dikkat edin Aslanlarım, düşman havadan zehirli topuk dikeni atmış! Dikkat edin üzerine basmayın ölürsünüz!” dedi.

Ben işgal kuvvetlerinin havadan attığı zehirli topuk dikeniyle yaralandım. Bu bir savaş suçuymuş aslında fakat onlar zaten ülkemi işgal ederek suç işlemişlerdi. Birde bizi insan yerine koymadıklarını söyleme cüretini göstermişler. On altı yaşımda binlerce çocuk gibi vatanım için öleceğim. Bizlerden sebep Çanakkale geçilmez oldu. Kurtuluş Savaşını unutmayın, unutturmayın bizi, ve neden canımızı verdiğimizi. Bizler sizler bugün özgür yaşayın diye öldük, UNUTMAYIN ve asla vatanınızdan vaz geçmeyin!" İşte o 16 yaşında ki bir aslan yavrusu çocuğun kendi ağzından bizler için söylediği son sözleri bunlar.

O devrin mimarları ve güya sayılı adamlarından olan esas adı  Sir Winston Leonard Spencer Churchill olan Birleşik Krallık Başbakanı bir basın açıklamasında gazetecilerin sorusu üzerine “Evet zehirli iğneler bir savaş suçu, hatta insanlık suçudur fakat Türkler insan olmadıkları için bu suç sayılmaz.” Demiştir.

Düşmanlarımıza hiç sözüm yok. Onlara bir şey demiyorum. Ellerinden geleni ardına koymasınlar. Benim sözüm Türk topraklarında yaşayıp ta o düşmanlara çanak tutan, onlarla iş birliği edenleredir. Kalleşlik ve ihanet iyi bir şey değildir. İlerde mutlaka başınızı ağrıtır. Bakınız Arap ülkeleri de Osmanlı'ya ihanet etti fakat şimdi bin pişmandırlar ve bir kaç yıl sonra dünya tarihinden silinecekler. Saygılarımla...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder