SAYFALAR

20 Eylül 2023 Çarşamba

DOĞU KARADENİZ KIPÇAKLARI

Koca bir ulusu, Kıpçak Türklerini nasıl Ermeni etmek istediklerini, dünyadan ve tarihten, nasıl silmek istediklerini öğrenin.

Laz Sandığımız Türkler. Kıpçaklar

Kıpçaklar, çeşitli özellikleri ile diğer Türk boylarından ayrılır. Onların en belirgin özelliklerinden birisi Türkler içerisinde sarışın, mavi gözlü tek topluluk olmalarıdır. Kıpçaklara farklı dillerde verilen Polovtsy, Falben, Chardeş gibi isimlerin hepsi sarışın anlamına gelen kelimelerden türemiştir

Kıpçaklar, milattan çok önceki zamanlardan beri Doğu Karadeniz bölgesini bilmektedir. Onların daha Türkistan’daki tarihlerinin karanlıkta kaldığı bir zamanda, MÖ. IV. yüzyılda Karadeniz’in doğu kısmında var oldukları Gürcü kaynakları tarafından kayıt altına alınmıştır

Trabzon’un doğusundaki Kıpçak hâkimiyetindeki bölge, daha önce de vurgulandığı üzere Gürcü kaynaklarında Saatabego yani Atabegler Yurdu ismiyle bilinmekteydi. Dönemin ana kaynağı olan Komnenos tarihçisi Panaretos da Beka’nın Gürcü olmadığını açıkça yazmaktaydı. Ancak bu bölgede hâkimiyet kuran Kıpçakların varlığı uzun süre karanlıkta kaldığı için pek çok tarihçi onları Gürcü olarak anmıştı. Beka, bölgeye Kıpçak yerleşmesinin üçüncü safhasını oluşturan Kıpçak atabeyliğinin lideridir.

Trabzon kaynaklarında Lazika olarak adlandırılan yöre Kıpçak atabeyliği idi. Kıpçak atabeyliğinin batıdaki sınırı, Rize/Pazar’ın hemen güneydoğusundan başlamaktaydı. Kıpçaklardan kalma yer adları Doğu Karadeniz bölgesindeki yerleşim alanlarını gösterir mahiyettedir.

Trabzon Rum Devleti zamanındaki Kıpçak varlığı ile ilgili kilise kayıtları Doğu Karadeniz tarihini değiştirecek mahiyettedir. Özellikle Of ve Maçka ile alakalı kilise defterleri Komnenoslar döneminde buralara yoğun bir Kıpçak yerleşimi olduğunu gösterir. Of’taki Solaklı ve Büyükdere vadilerinde Osmanlı Devleti zamanındaki nüfusu 10-12.000 haneye ulaşan Hristiyanların Türk kökenli olduğu Rum kaynaklarından anlaşılmaktadır. Bu grup XVII. yüzyılda İslamiyet’i benimsemiştir.

Trabzon Rum Devleti zamanında Doğu Karadeniz bölgesine yerleşen Kıpçaklar, uzun süre çift dilli bir topluluk olarak yaşamıştır. Bunun sebebi Rum Ortodoks kilisesine bağlanmalarıdır. Esasen onlar daha Gürcistan’da iken çift dilli olmuşlardı. Kaynaklar, Gürcistan’a göç ettikten kısa süre sonra Hristiyanlığı benimsediğini yazdıkları Kıpçakların bir süre sonra da Gürcüce konuşmaya başladığını kaydeder. Kıpçaklar, Doğu Karadeniz bölgesine göç edince de Rum Ortodoks kilisesine bağlanarak Rumca öğrenmişlerdir. Dilciler bu grubun ana dilinin Türkçe olduğunu tespit etmiştir. Ancak Rumcayı o kadar değiştirmişlerdir ki mübadele sırasındaki kayıtlardan görüldüğü üzere Yunanlılarla anlaşamıyorlardı.

Kıpçakların dil izleri günümüzde de yaşamaktadır. Trabzon Polathane ve Vakfıkebir ağızlarındaki sabit ve düzenli bir halde kelime başlarındaki “g”lerin “k” ve sesli “d” sessiz “t” şeklini alması bu ağızları doğrudan doğruya Göktürk-Uygur Türkçesine bağlamaktadır.

Kıpçakların Doğu Karadeniz bölgesine taşıdığı eski Türk inançlarının izleri günümüze kadar yaşamaktadır. Bunlardan en çok dikkat çekeni ölünün ardından yakılan ağıttır. Rize’de sayı kurmak ya da sayı yapmak olarak bilinen adet ölen kişinin ardından duyulan acıyı makamlı bir şekilde ifade etmektir. Bu ağıtın anıldığı sayı ismi eski Türklerde ölü başında makamla onun meziyetlerini sayarak ağlamak manasına kullanılan sagu kelimesinin bozulmuş halidir.

Osmanlı hâkimiyetinden sonra Doğu Karadeniz Kıpçaklarının önemli bir kısmı İslamiyet’i benimsemiştir. Hristiyanlığı devam ettirenler ise mübadele ile yüzlerce yıllık yurtlarından ve akrabalarından koparılarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. XV. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı kaynaklarından takip edilebilen Kıpçak aile, şahıs, oymak ve boy adlarının büyük kısmı günümüze ulaşmıştır. 

Aynı şekilde onların bölgeye getirdiği dil, kültür ve inanç öğeleri zamanımıza kadar yaşamaktadır. Ancak en çok sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli, çengel burunlu antropolojik özellikleri Doğu Karadeniz bölgesinin en önemli simgelerinden birisi halini almıştır. Alıntı Kaynak Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder