SAYFALAR

29 Aralık 2024 Pazar

HEMŞİN, ZUĞA, ZUĞU VE OCE

Atalarımızın gelip te bilinen ilk yerleşim yerleri vardır, Hemşin ve Zuğa. Hep merak etmişimdir fakat Zuğa'yı gidip yakından görmek hiç nasip olmadı. Bilmiyorum bu yerleri duymayan var mı? 

Daha sonra buralardan ayrılarak, yine  Kara Deniz Bölgesinde Ardeşen, Fındıklı, Hopa'ya, hatta başka bölgelere de gidip yerleşmişler. Yerleştikleri bu yeni yerlerde de, özlerinden hiç kopmamış, Hemşin'den geldikleri için hep aynı isimle Hemşinli olarak tanınıp kalmışlar ve hala daha da Hemşinli olarak tanınıp yaşamlarını sürdürüyorlar.

Bu insanların ilk yerleşim yerleri 'Hemşin, Zuğa, Senoz, Zuğu, Çhupe ve Çukulit' gibi eski isimlerin kökleri ile, mutlaka bir bağlarının olduğunu düşünerek, necedir, ne demektir? diye çok araştırdım fakat hiç bir yerde doğru dürüst bir cevap bulamadım.

Fındıklı da ki Hemşinli köylerden Ihlamurlu ve Sulak Köyleri eskiden ikisi bir köydü ve adı 'Zuğu' diye bilinirdi. Hatta kendi aralarında Zuğu Ulya, Zuğu Sufla diye ikiye ayrılırlardı. Zuğu; Hemşinde ki eski yerleşim yeri Zuğa'ya da çok yakın bir isim olmasına rağmen onunda bir türlü anlamını bulamamıştım, hep merakımda kalmıştı.

Anti parantez bir örnek vereyim, ABD uzaya ilk gittikleri zaman gördüklerini kayıt edememişler. 
Çünkü mevcut kalemlerin içinde ki mürekkep, uzayda yer çekimi olmadığı için aşağı akmamış ve gördüklerini yazamamışlar. Binlerce dolar harcamış, yer çekimi etkisi olmayan, uzaydan etkilenmeyen kalemler icat etmeğe çalışmışlar. Yeni icat ettikleri o çok pahalı kalemlerle ancak kayıt edebilmişler. SSCB uzaya gittikleri zaman bu sorunu nasıl çözüp, notlar almışlar biliyor musunuz? Çok basit. Hiç masrafsız, kurşun kalem kullanmışlar. ABD nin aklına bu basit fikir gelmemiş.

Ben de anlattığım meraklarımı gidermek için çalışmalar yaparken aynı şekilde cevabı hep uzaklarda, zor şartlarda aramışım. Sorunun cevabının çok zor olduğunu sanmışım. Benim gibi bir çokları da aynı hatayı yapmış olacaklar ki, hiç kimse bu bağı düşünüp anlayamamış, veya aklına gelmemiş ki sorun çözülsün. Bu bahsettiğim kelimelerin internette doğru dürüst bir karşılığı yok. Çıkmıyor. Ben bulamadım. Kimse de bulamaz herhalde.

Halbuki dünyada konuşulan dillerde sorunun cevabı saklıdır. Merak edilen bu yer isimleri kelimeler, Dünyada konuşulan dillerde araştırılınca, Türk Boylarının konuştuğu dillerde cevap şak diye çıkıyor ortaya. Ben araştırdım, aşağıda ki neticeleri buldum. Kesin olarak doğruluğundan da hiç bir kuşkum, şüphem yoktur.

Önce 'HEMŞİN' kelimesine bakalım. Türk Dünyası dillerinde ki Hemşin kelimelerinin karşılığı nedir? Ne demektir? Onu araştıralım;

1- HEMŞİN = HER ZAMAN; Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur, Tacik, Türkleri dillerinde 'HEMŞİN' kelimesinin karşılığı 'HER ZAMAN' demektir. Yanı bize bir şey sorulduğu zaman nasıl ki 'HER ZAMAN' diyoruz, bu Türk devletleri insanları da 'HEMŞİN' diyorlar. 
2- HEMŞİN = HALA; Tatar Türkleri dilinde ise, 'HEMŞİN' kelimesi 'HALA' demektir.
3- HEMŞİN = AYRICA: Türkmen ve Uygur Türkleri de 'AYRICA' kelimesinin karşılığı olarak 'HEMŞİN' derler.

HEMŞİN adının anlamı ve esas cevabı, şimdi sizler bulun. Bence 1. sırada ki 'HER ZAMAN' da saklıdır. 'Biz artık her zaman burada kalacağız' anlamında 'HEMŞİN' denmiş ve yer ismi bu şekilde takılmıştır.

'ZUĞA' nın da kelime olarak işte Türk Dünyasında ki anlamları;

1- Dümdüz-Düz: Kazak, Tatar ve Tacik Türkleri. 'DÜMDÜZ veya DÜZ' yere 'ZUĞA' derler.
2- Doğruca: Tatar ve Uygur Türkleri.
3- Uzatmak: Avar, Çeçen, Çuvaş, Tatar, Kırgız ve Yakut Türkleri.
4- Hemen: Özbek ve Türkmen Türkleri.

Zuğa'nın anlamı da1. sırada ki 'DÜMDÜZ' kelimesi Kazak, Tatar, ve Tacik Türkleri tarafından kullanıldığına göre, bu isim 'Dümdüz Yer' anlamına gelen 'ZUĞA' olarak bu Türkler tarafından söylenmiş ve buraya verilmiştir.

İşte Şakir Bey'in yorumda bahsettiği ZUĞA daki düzlük yer ve  'ÇOPENDÖZ ve ÇUPENDUZ' un Türk dünyasında ki karşılığı;
Kazak, Uygur, Kırgız, Tatar ve Tacik Türklerinin dillerinde 'ÇOPENDOZ'='ÇOBAN' demektir. 
Türkler buldukları uygun yerlerde spor mahiyetinde her zaman savaş oyunları yapmışlardır ve ÇUPENDUZ de düzlük yerde oynanan bir savaş oyunudur.

Demek ki Amerikalıların Kovboyları olduğu gibi, Türklerinde eskiden aynen ona benzer ÇOPENDOZ dedikleri, bizim ÇOBAN dediğimiz kahramanları vardır. Türkler aynı zamanda doğadan ve diğer canlılardan da esinlenerek hareket etmişler, Türk Ordusunda ki düşmana karşı kapama savaş taktiği, Kurtların avlarını yakalamak için hilal ay şeklinde halka olup, av ortaya girdiği zaman halkayı kapatma suretiyle yakalama taktiklerinden alınmıştır. 

'SENOZ' Rize Çayeli de yerleşim yeri;
1- Şen özlü: 
Kazak, Kırgız Türkleri Uygur, 
2- Yaşlanmış-Özet: Türkmenler, 
3- Anlamlı: Azerice,
4- Şehvetli: Uygur, Özbek Türkleri,

Rize Fındıklı Ihlamurlu Köyü'nün eski adı 'ZUĞU' nun anlamı da Türk Boyları dilleri arasında araştırıldığında anlamları şöyledir:

1- Güneş: Kazak, Tatar ve Tacik Türkleri.
2- Kaza: Türkmence.
3- Korna: Azeri Türkleri.
4- Davul: Avar, Çeçen, Çuvaş, Tatar ve Yakut Türkleri.

Bu isim de 1. sırada 'GÜNEŞ ALAN YER' e 'ZUĞU' veya 'ZUGU' dediklerinden, Kazak, Tatar veya Tacik Türkleri tarafından bu yerlerde yaşanmış ve bu ad verilmiştir. 

Rize Fındıklı Aslandere ve Beydere Köyleri eski adları; 'ÇUKULİT ve ÇUPE' Türk Boyları arasında ki dillere göre kullanılan isimleri şöyledir:

ÇUKULİT; 
1- Serin: Kazak, Tatar, Kırgız, Çeçen ve Çuvaş Türkleri.
2- Küçük: Tacik, Özbek ve Kazak Türkleri. 
3- Saçma sapan: Uygur ve Tacik Türkleri.
ÇHUPE;
1- Şurup: Kazak, Tatar, Tacik, Özbek, Kırgız ve Türkmenler.
2- Zırva: Uygur Türkleri.
3- Öpücük: Kırgız ve Çuvaş Türkleri.
Bunlarında büyük bir ihtimalle 1. sırada ki Türkler tarafından bu isimlerin verildiği söylenebilir.

Rize Ardeşen yeni adı Yeniyol Köyü, eski adı 'OCE' nin anlamı; Türk Boyları dillerine göre hemen hemen her boyda mevcut olup anlamı 'OKYANUS' demektir.

1- Okyanus: Kazak, Tatar, Azeri, Çeçen, Tacik, Çuvaş, Kırgız ve Yakut Türkleri.
2- Ah: Özbek.
3- Ekim: Uygur ve Kazak Türkleri. 
4- Yakında: Türkmenler

Oce ismi de 1. sırada ki 'OKYANUS' tan bu Türkler tarafından verilmiştir. Çünkü Oce'nin neresinden bakarsan bak Kara Deniz ayaklarının altında Okyanus gibi serilmiştir ve bugün Turist Cenneti haline gelmiştir.

Hopa'da bulunan Hemşinli köyler; Çay Fabrikası, Güvercinlik,  Koyuncular ve Çavuşlu Köylerinin eski adlarını bilmediğim için araştırma yapamadım. Saygılarımla. 
Son güncelleme: 31.12.2024

YORUMLAR:
Şakir Aksu
Recep Bey Zuğa konusunda bir bilgi daha vermek isterim.
Hemşin ilçesinden Zuğa’ya giden yolda büyük bir düzlük vardır. Bu düzlük alanın adı ÇUPENDÜZ’dür.
Afganistan Türklerinin oynadığı bir oyun vardır. Büyükçe bir meydanın ortasına bir kazık çakılıp bu kazığa da bir buzağı veya oğlak bağlanır. Meydanın her iki başında atlı gruplar atlarını bu buzağı veya oğlağa doğru sürüp onu kendi alanlarına getirmeye çalışırlar. Avlarını birbirine kaptırmamak için mücadele ederler. Bu oyunun Afganistan’daki adı Buzkaşi’dir. Türkiye’de Kars, Erzurum, Sivas gibi illerimizde oynanır ve adı Gökbörü’dür.
İşte bu oyundaki savaşçı, yiğit at binicilerinin adı ÇOPENDOZ’dur.
Pazar sahilinden yaylalara kadar olan bölgede bu oyunun oynayabileceği tek düzlük alan ÇUPENDUZ’dur…
'ÇUPENDUZ' Kazak, Uygur, Kırgız, Tatar ve Tacik Türklerinde 'ÇOBAN' demektir.



7 Aralık 2024 Cumartesi

UYARI

 

Yüce Türk Milletine Uyarı

“Türk Milletine taaruz eden düşman, önce Türk Subayını aşağılamak, halkın gözünde küçük düşürmek ister”

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmanın tam metni:

Efendiler!

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim.

Arkadaşlar! İNGİLİZLER ve YARDIMCILARI milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.

Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez.

Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundururlar. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkum ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahkum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandalarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdaafasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imasına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milettin vicdani imanıdır- mevcuttur. Ordu ise arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir. Ordunun ruhu subaylardadır. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.

Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce vazifesi budur.

Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılarda üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde, birinci derecede faal ve fedakar olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve hususi hayatları itibariyle de subaylar, fedakarlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an bile subaylık yapmamış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz. Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız. Milletimizi daima bağımsız görmekten bahtiyar olacağız. Atatürk’ün Bütün Eserleri, 9. cilt

Bu sözleri anlamak, iyi değerlendirmek ve yorumlamak, olaylarla karşılaştırıp ders almak, yüce Türk milletinin ilk görevidir. Saygılarımla.

5 Aralık 2024 Perşembe

EN BÜYÜK LİDER


Adı; Arnold LUDWIG; ABD’li bir Psikiyatri Profesörü. Bu adam hayatında Türkiye'ye hiç gelmemiş.

Bir kitap yazmış, kitabın adı; 'KING of the MOUNTAIN'

Kitapta bir bölüm var; 'In one of the most comprehensive and insightful studies of political leadership ever undertaken.'

İsminden anlaşılacağı üzere, dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bir kitap. Tam 18 yıl araştırmış.

20. yüzyılda Dünya liderleri ile ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor kitap. Dünyadaki liderler arasında 2000 (iki bin) kişiyi belli ama aynı ölçütlere göre değerlendirmiş.

Ülkeleri yönetmiş, Saddam’dan Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya, Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a hepsini incelemiş.

Kitap çalışması tam 18 yılı geçmiş bile.

Bu kapsamlı araştırma sonunda öne çıkan belli başlı 377 devlet adamını belli ölçütlere göre değerlendirmiş. Öne çıkan liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulamış. Bu kıstaslara göre, 1'den 31'e kadar değişken puanlar verip değerlendirmiş ve bir sıralama yapmış.

Uyguladığı testin tam adı, “Political Greatness Scale” (PGS) olarak tanımlamış.

Buna göre;

Örneğin; en çok Roosevelt ve Mao 30’ar puan almışken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel Castro 23, Lenin 28, Khomeini 23, Kennedy 15 puan almışlar.

Sadece tek bir lider 31 puanla ilk sırayı almış.

Bu lider de 'Visionary' sıfatıyla, 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı unvanına layık görülmüş. Kim olabilir diye merak ettiniz haklı olarak. Evet işte o lider devlet adamı, Mustafa Kemal ATATÜRK ! Yanı 18 yıllık çalışması sonucunda dünyanın en büyük devlet adamı olarak Mustafa Kemal Atatürk'ü tespit etmiş.

En ilginç olan husus, yazılı ve görüntülü Türk basını bu haberi duyurmamış olması. Türk halkı, gurur duyduğu Atası hakkındaki bu güzel haberden mahrum bırakılmış.

Bizim asıl görevimiz, sizden saklanan bu gerçek bilgileri sizinle paylaşmaktır. Ey büyük Türk Ulusu, işte görün, en büyük lidere nasıl saygısızlık ediliyor. Ancak bu saygısızlık, onun yüceliğini daha da artırıyor. Saygılarımla... Alıntı.



4 Kasım 2024 Pazartesi

RİZE FINDIKLI TARİHİ

İlçemiz Fındıklı ilk zamanlar Batum'a bağlı Viçe Bucağıydı.

Orhan Naci Ak tarafından yazılan Rize tarihi adlı esere göre;1876-1877 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Berlin anlaşması ile 3 Mart 1878 de Batum Ruslara bırakıldı. Batum Rusların eline geçince sancak merkezi de Batum’dan Rize'ye taşındı. Viçe de dolayısıyla Rize'ye bağlandı.

1. Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı yıllarında Rize, ülkenin genelinde olduğu gibi, büyük sorunlarla karşılaştı. Dış güçlerin kışkırtmaları ile başlayan isyanlar ve uğradığı Rus işgali nedenleriyle bölgede göçler ve muhacirlik baş gösterdi ve halk büyük sıkıntılar yaşadı.

Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda ülke düzeyinde yeni bir idari teşkilatlanmaya gidildi.1924 yılında çıkarılan yeni bir kanunla sancak teşkilatı kaldırılıp yerine vilayetler kuruldu. Rize Vilayeti Atina ve Hopa Kazalarından oluşmaktaydı. Sonraları Rize merkeze Mapavri (Çayeli), Kurayiseba (İkizdere) Karadere (Kalkandere) nahiyeleri de bağlandı. Atina kazasına Ardeşen ve Hemşin nahiyeleri bağlanmıştı. Hopa Kazasına ise: Viçe, Arhavi, Kemalpaşa Nahiyeleri bağlanmıştı. Bu durum 1933 yılına kadar devam etti. 

1933 yılında Rize İli ile Artvin İli birleştirilerek Çoruh adı ile tek bir vilayet kuruldu.1936 da Artvin ile Rize tekrar ayrılarak ayrı birer il oldular. 

1486 tarihli tapu tahrir defterlerinde adına rastladığımız Viçe bu yıllarda Arhavi kazasının sahip olduğu iki zeametten biri olarak adlandırılır. (Osmanlı tımar sistemine göre, geliri 20,000 ile 99,999 akçe arasında olan dirliklere zeamet ismi verilirdi.)

Viçe Nahiyesi 1886 yılında kuruldu. Bu yıllara kadar Gavra adında bir köydü. Yeni kurulan bu nahiyeye atanan ilk nahiye müdürü Tuzcuoğlu Mehmet Efendi oldu. Yine bu yılki kayıtlara göre Rize de ilk rüştiye mektebi 1876 yılında açıldı. Pazar, Arhavi ve Fındıklı’da ise 1887 yılında birer Rüştiye mektebi açıldı.

Viçe nahiye olduktan sonra Hopa ilçesine bağlandı. Tek hakimli bir mahkeme, Nüfus idaresi ve Tapu teşkilatı da kuruldu. Viçe’nin Hopa ile idari ilişkisi Fındıklı İlçe teşkilatının kurulduğu 1948 yılına kadar devam etti.

Hamdi YAZICI’nın Fındıklı Kültürevi Bülteni adıyla çıkan Ekim 1993 tarihli dergide yazdığı makalede belirtildiğine göre; ‘Fındıklı İlçesi küçük bir köy konumunda iken 26 Mart 1887 tarihinde Bucak statüsüne yükseltildi. Bu tarihlerde Fındıklı’ın adı Gavra olarak geçmekte idi. Bu yıllarda (1903-1904) doğanların nüfus kayıtların da doğum yeri olarak Gavra adı kullanılmıştır. Aynı makalede Fındıklı İçesi 11 Haziran 1947 yılında çıkarılan 5071 sayılı kanunla 'Bucak' olmaktan çıkarılıp 'İlçe' haline getirildi. 1948 Yılında da diğer idari teşkilatlar kurularak faaliyetlere başlatıldı’ denmektedir.

I. Dünya Savaşında Fındıklı Ve İşgalden Kurtuluşu

1. Dünya savaşın da Ruslara karşı açılan doğu Cephesindeki yenilgi Rus Ordularının Fındıklıya kadar ulaşmasına neden oldu. Fındıklı ve Karadeniz sahilini 3. Orduya bağlı 53. alay müdafaa ediyordu. Ordu kumandanı Hacı Hamdi Paşa idi. 53. Alay kumandanı ise Yarbay Ali Rıza Bey idi Fındıklı müdafaa hattı iken merkez komutanlığı binası olarak Tahiroğlu Hafız’ın evi kullanılıyordu. Kumandanlığını teğmen Kadıoğlu Salim Efendi yapmaktaydı. 

Fındıklı halkının bütünü savunma hattında görev almalarına rağmen Şubat1916 da Fındıklı Ruslar tarafından işgal edildi. Fındıklı’nın müdafaasında görev alıp halkı yönlendirenler Mustafa Şahinler, Salim Kadıoğlu ve Rıfat Kalpak isimli yedek subaylardır. 

Hamdi YAZICI’nın naklettiği bilgilere göre; Ruslar 1916 Şubat ayının karlı bir gecesinde büyük bir kuvvetle  Türk kuvvetlerini kuşatma hareketine geçti. Kuşatma haberi sabaha yakın bir saatte birliklerimize ulaştı. Onadı, Kamaşane ve Hara bayırındaki birliklerimizi yok etmek istiyorlardı. Bu sırada bir Rus torpidosu Mekiskir de demirlemiş ve mütemadiyen buraları bombalıyordu. 

Daralan düşman çemberi birliklerimiz arasındaki haberleşmeyi de kesti. Kurtuluşu geri çekilmekte bulan direnişçilerimiz bu emri birliklerine ulaştıramıyorlardı. Kamaşane deki birliklere geri çekilmek emrini ulaştırmak isteyenler yolda şehit edildiler. Karargahta bulunan genç teğmen Salim Efendi bu görevi gönüllü olarak üstlendi. Kamaşane’ye giderek geri çekilme emrini ulaştırdı ve buradaki birliklerin bir kısmının imha olmasını önledi. Burada kalanların tamamı şehit oldu. 

Fındıklı’yı geçen Ruslar 5 Mart 1916’da Pazar’ı 9 Mart 1916’da da Rize’yi işgal ettiler. İlerleyişlerine devam eden Ruslar 18 Nisan 1916’da Trabzon’a girdiler. 

İşgal yıllarında ‘saltat’ diye adlandırılan Rus askerleri Fındıklı da ‘Naçalık’ adı verilen mülki idare birimi kurdular. İşgal bölgelerinde 'manat' adlı paralarını bastılar ve bu bölgede kısa bir süre kullandılar.

Rusya’da başlayan isyanlar ve Bolşevik ihtilali Rus Ordusunun bölgemizden çekilmesi kararındaki en önemli etken olmuştur. Rus askerleri ihtilal sırasında geri çekildiler. Halk bu gelişmeyi büyük bir coşkuyla kutladı. Yaklaşık iki yıl boyunca Rus işgali altında kalan Fındıklı 11 Mart 1918 yılında Rus işgalinden kurtularak tekrar hürriyetine kavuşmuş oldu.



29 Ekim 2024 Salı

ATATÜRK ÜN AĞZINDAN MEKTUP

Bir İngilizce Öğretmeni Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret eden bir kız çocuğuna Atatürk'ün ağzından bir mektup yazdı. Buyurun lütfen okuyun!

"Sevgili Kızım Safiye!

Bugün, benimle ilgili sarf ettiğin kötü sözleri duydum. Üzülmedim desem yalan olur. Ama ne için, ne kadar üzüleceğime bir türlü karar veremedim. Sana mı üzüleyim, kendime mi üzüleyim yoksa benim gibi seçilmiş ve adıyla hitap ettiğin şuan ki Cumhurbaşkanınız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a mı üzüleyim, bunların hepsini geçtim, senin başını örterek, ahlaki yetişkinliğe ulaştığını zannedip, büyüklere saygıyı ve mezarlıkta küfür edilmeyeceğini öğrenemediğini öğrenen ailene mi üzüleyim…

Bu laflarını ve bana karşı yapılanları düşündükçe, aklıma neyi eksik yaptım sorusu gelmiyor değil.

Dağılmakta olan bir imparatorluğu, dört bir tarafı düşmanla çevrili Anadolu’yu, köylerinde Ermeni ve Rumların tecavüzlerine maruz kalan analarımızın olduğu şehirleri, silah arkadaşlarımla bir olup, gece gündüz demeden savaşarak kurtarmaya çalıştık…

Biz de bilirdik, Kazım Karabekir’le, İsmet İnönü’yle, Fevzi Çakmak’la Avrupa’ya kaçmayı, Londra’da, Paris’te, Roma’da senin gibi aylak aylak gezmeyi, elinde kameralarla fotoğraf çekenlere 5 sterlin verip, Osmanlı’nın arkasından atmayı…

Ama yapmadık, yapamadık. İçimizdeki vatan sevgisi bu isteklerimizi yendi…

Kimimiz evinden barkından oldu, kimimiz anasını, kimimiz eşini, kimimiz çocuklarını kaybetti… Ama hiç pes etmedik…

Beni zaten biliyorsun, umarım öğretmenlerin anlatmıştır, hayatımın hepsi cephede geçti sayılır. Evlenip, soyumu devam ettirmek için zaman bile bulamadım…

Senin yaşında, cephede binlerce Anadolu kadını öldü, senin bu günleri görebilmen için, biliyor musun? Nene Hatun’u anlattılar mı sana, ondan haberin yok, ama bence iyi bir araştır…

Diyorlar ya, ben Osmanlı’yı dağıtmışım… Ben dünyaya gelmeden zaten Osmanlı birçok toprağını kaybetmişti. Balkanlarda, doğuda, güneyde kaybedilmedik hiç bir yer kalmamıştı… Anadolu tümüyle işgal altındaydı…

İşte biz silah arkadaşlarımızla Türklerin anayurdu bildiğimiz Anadolu’yu geri aldık…

Geri alınca da halkı yönetime katalım, halkın sözü geçsin diye Cumhuriyeti ilan ettik. Cumhuriyeti hiç ortaya çıkarmasaydım, İmparator gibi bir hayat yaşardım onu belirteyim. Ama, Orta Asya’dan geldiğinden beri özgürlüğüne düşkün olan asil Türk Milletine en uygun yönetim şekliydi Cumhuriyet…

Cumhuriyeti ilan eder etmez ilk işimiz, Osmanlının parçalanmasına hız katan, senin gibi körpecik beyinleri istedikleri şekilde yıkayan, dini kendilerine göre öğreten tekke ve zaviyeleri kapatmak oldu… Bırakalım da insanlar, son güzel dini, tertemiz kutsal kitap Kuran’dan öğrensinler istedik…

Tevhidi Tedrisat kanunu çıkarak Eğitim-Öğretimi birleştirdik, kız çocuklarının okuması için önlemler aldık. Hatta sen bilmezsin belki, büyüklerine sor… 29 tane İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi açtık…

Kadınlarımız ezilmesin, yönetimde söz sahibi olsun diye, birçok Avrupa ve Dünya ülkesinde bile yokken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdik… Kadınları iş hayatına yönlendirdik, devlet memurlukları görevine aldık… Ezilmeyin, yücelin diye…

Kızım;

Bu ülke, bu millet öyle yüce bir millettir ki, Biz Osmanlıyı kuran Ertuğrul Gazi’yi de minnetle anarız, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’i de, Anadolu’yu Türk Yurdu haline getiren Alparslan’ı da…

Biliyor musun, Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, Arap Kralı, Beytullah-Kabe’yi ortadan kaldıracağına dair bir söz sarf etmiş. Arabistan kralına mektup yazarak, böyle bir şey yaparsa karşılığında Türk Ordusuyla Arabistan’ı yerle bir edeceğimi belirtmiştim.

Unutma yavrum, 'Tarihini unutmuş bir millet, başka milletlerin avı olmaya mahkumdur.'

Ömrüm yetmedi, 57 yaşında göç ettim fani dünyadan…

Ömrümü Türklüğe adadım… Ölmeden önce, 'Benim naçiz vücudum elbet bir gün yok olacaktır, ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.' dedim…

Mirasımın büyük bir kısmını, Türk Tarih Kurumuna ve Türk Dil Kurumuna bağışlamak için talimat verdim…

Şahsi meselem Hatay Sorununun çözüldüğünü göremesem de, olayın tamamen bizim lehimize çözülmesi için tüm girişimleri yaptım…

Bugün, bana kötü sözler sarf ettiğin yer var ya, Anıtkabir, orayı ben yaptırmadım… Benim isteğim, Hatay, Dörtyol’a gidip, hayatıma orda devam edip orda kalmaktı… Olmadı, İstanbul’da, acımasız bir hastalığın pençesine düşüp, orada öldüm…

Benden sonra gelenler de, benim için bir anıtmezar yaptırmayı düşünüp, Ankara’ya nakletmişler naaşımı…

Mektubumu fazla uzatmak istemiyorum…

Ben senin yaşındayken, askeri okulu bitirmiş, ülkeme nasıl hizmet ederim hesabı yapıyordum…

Sen de bundan sonra ki hayatında güzel şeylerle anılmak istiyorsan, ülken için, Türklük için, dinin için güzel şeyler yap…

Ben hala bütün ümidimin gençlikte olduğuna inanıyor ve seni en kalbi duygularımla selamlıyorum…

Gazi Mustafa Kemal" ...diye bir mektup yazardı herhalde bu kızımıza Ulu Önderimiz...

Saygılarımla... Hanefi Zobar İngilizce öğretmeni. ALINTI

23 Ekim 2024 Çarşamba

İLK SOYGUNCUMUZ

Tarih; 7 Temmuz 1961. Tam 63 yıl önce, Buğday Bankası'nın İstanbul Çemberlitaş Şubesi'ne hızla dalan eli sten tabancalı genç bir adam, vezneye yönelir ve elindeki torbayı memura uzatarak, "Ne varsa, bütün parayı doldur" diye bağırır.

Kasadaki 2.900 lira çantaya girdikten sonra havaya bir el ateş edip, "takip edeni vururum." diye bağırır ve chewrolet arabasına atlayarak oradan uzaklaşır.

Olayı yaşayan herkes donup kalır, sanki rüya görüyorlardı. Bu olay polis kayıtlarına Türkiye'nin ilk banka soygunu olarak geçti.

Soygunu gerçekleştiren gangsterin adı Necdet Elmas idi.

Aynı adam üç gün sonra Çatalca'da aynı yöntemle bir benzin istasyonunu daha soydu.

İlk banka soygunundan tam 41 gün sonra bu kez Kazlıçeşme İş Bankası Şubesi yine aynı yöntemle soyuldu.

Soygunlar seri olarak devam ediyor, dur durmak bilmiyordu.

Necdet Elmas bu defa tam 165.850 lira kaldırdı. Bu paranın 100 bin lirasıyla o tarihte İstanbul Boğazı'nda geniş bahçeli, bakımlı, güzel bir yalıyı satın alabilirdi.

Necdet Elmas'a ün ve prestij sağlayan asıl olay ikinci banka soygunu, yanı İş Bankası soygunu oldu. Veznenin önünde durup bankayı soyarken, tam o sırada gençten birisi elindeki 480 lira parayı bankaya yatırmak için bekliyor ve korkudan titriyordu. Genç bütün cesaretini toplayarak soyguncu Necdet'e "Abi benim paramı da alacak mısın?" dedi.

Necdet sert şekilde sordu: "Sen de kimsin oğlum? Ne iş yapıyor sun?" diye. Genç "Abi ben işçiyim." dedi Necdet Elmas'a
"Sok oğlum onu cebine, biz işçinin parasını almayız." dedi.

Yüksek sesle konuştuğu için zaten ölüm sessizliğinde olan bankada bu lafları herkes duymuştu.

İşte bu sözleriyle ertesi gün gazetelerin de cilalamasıyla, milletin gözünde banka soyguncusu değil de, bir halk kahramanı gibi algılanmaya başlandı.

Adeta zenginden alıp fakire dağıtan, iyilik perisi Arsen Lüpen veya Robin Hood olmuştu.

Türkiye'de ilk defa ekipler halinde 700 polis Necdet Elmas'in peşindeydi. O dönemde sıkıyönetim olduğu için Jandarma birlikleri de her yerde onu arıyordu. Güvenlik güçlerinin arabaları, saatte 70 km. hız yaparken, Necdet Elmas'in çaldığı Amerikan arabaları 140 km. hızla, arkasında toz bırakıp kaçıyordu.

Kadıköy Kalamış'ta kıstırıldı ama arabasını ateşe vererek yaya olarak kaçmağı başardı.

Gazetelere "The gangbuster of İstanbul" imzasıyla mektuplar göndererek soygunları nasıl yaptığını, bundan sonra nereleri soyacağını mizahi üslupla anlatırken "Bu polisler boşuna maaş alıyorlar. Hepsini kovmak lazım." şeklinde mesajlar dahi gönderiyordu.

Tek başına bir çılgın adam adeta devletle, emniyet güçleriyle dalga geçiyordu.

Ülkedeki herkes hatta Bakanlar Kurulu'nda hükümet üyeleri bile bu adamı konuşuyorlardı.

Türkiye sanki gizli bir düşmanıyla savaşa girmişti. Toplumu bir Necdet Elmas paniği sarmalamıştı.

Sonuçta Necdet Elmas'ın kellesine o günler için astronomik rakam olan 100 bin lira ödül konuldu.

Necdet suç arkadaşı Necdet Sinkıl ile birlikte, yeni planlar hazırlayıp, yeni soygunlar yapmak için, Darıca'da bir tanıdığının evine gitti.

İlk gün çok iyi ağırlandılar, ancak ikinci gün rekor ödülü almak isteyen ev sahibi polise ihbar etti.

Jandarma ve polis evin etrafını sarınca Necdet Elmas kapıyı açıp komutandan hazırlanmak için izin istedi. Traş oldu, tertemiz takım elbisesini giydi ve teslim oldu.

Kadınlara, paraya ve Amerikan otolarına dayanamayan Necdet'in görüntüsü şık bir beyefendi olarak topluma yansıdı.

Necdet Elmas fakirlik nedeniyle zor koşullarda liseyi bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girmişti. Amacı ünlü bir kanun adamı olmaktı ama o, kaderin cilvesi sonucunda Türkiye'nin ilk banka soyguncusu oldu.

Soygunlardan öyle çok paralar kazanmasına rağmen bir kuruşu yok, ailesi sefaletler içinde yaşıyordu. Necdet Elmas genç yaşta evlenmiş 3 erkek çocuk sahibi olmuştu, ancak yoksulluk yakasını bırakmıyordu. Bu arada büyük oğlu 7 yaşındayken gıdasızlık ve bakımsızlıktan ölmüştü.

Kültürlü, çok şık giyinen, güzel konuşan, kibar ve yakışıklı, elit bir salon adamıydı aslında.

Duruşmada hakimlere yaptığı benzeri görülmemiş savunma aradan 50 yıl geçmesine rağmen kıdemli hukukçular arasında efsane gibi anlatılırdı.

Uzun yıllar Sultanahmet Cezaevinde yatarken bütün yönetimin saygısını kazandı.

Cezaevi Müdürü ve bütün gardiyanlar bile geleneklere ve talimatlara aykırı olarak ona 'Ağabey' diye saygıyla hitap ederdi.

Cezaevine büyük bir kütüphane kazandırdı. Okuma yazması olmayan mahkumlara öğretmenlik yaptı. Tutuklu yargılanan zanlılara hukuk dersleri verir, taktik gösterirdi.

Özel sorunları olan, başı sıkışan genç mahkumlar Necdet Elmas'a danışırlardı.

Cezaevinin bahçesine Türkiye'de bir ilk olarak havuz kazandırarak tarihe geçti.

Dürüstlük ve iyi insan olmak konusunda cezaevinde bir çok konferanslar verdi. Bu konferanslara bazı meraklı hakim ve savcıların da dinleyici olarak katıldıkları bilinir.

Necdet Elmas 1974 affıyla salıverildi.

Gelenektir. Hapisten çıkanlar şayet geride güzel dostluklar bırakmışsa diğer mahkumlar tarafından cümle kapısından alkışlarla uğurlanırlar. Buna da öyle oldu, saatlerce kapıda mahkumlar ve yöneticiler tarafından alkışlandı ve cezaevinden tahliye oldu. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra memleketi olan Konya Ereğli'ye yerleşti.

Hayatta kimsesi kalmamıştı. Tek başına sakin bir yaşam sürdürdü ve Ocak 2017'de 82 yaşındayken hayata veda etti.

İşte yıllar önce Türkiye'de ilk banka soyguncusunun kaldırdığı çok büyük paralar ve yaşadığı sefaletlerden sonra topluma yansıyan çok renkli hayat hikayesi.

Günümüzde soyguncular sayesinde sadece bankalar değil, ülke her tarafından soyuluyor. Kimsede "Tık" yok.

Din adamlarından iktidar milletvekillerine, yandaş işadamlarından gazeteci sıfatlı kişilere, futbolculardan sosyal medya maymunlarına hatta sağlıkçılara, emniyetçilere kadar bir çok isim milyon dolarcıklarla birlikte anılırken hiçbir anormallik hissedilmiyor.

Ne olduğu çözülemeyen garip işlemler, karmaşık pis işler toplumu arsız sarmaşık bitkisi gibi çevrelemiş durumda. Kimin eli kimin cebinin neresine kadar uzanmış bilinemiyor. Adalet diye bir şey kalmamış, Türk adaleti bu komediyi seyretmekle meşgul.

Karnını doyurmakta zorlanan milyonlarca vatandaş ise, sanki yerli drama dizi seyredermiş gibi ağzı açık şaşkınlıkla bakıyor.

Ülkenin her şeyi değişti.

Din tezgahtarları, cahil, hırsız, avantacı, pislik, gerici yobazlar sayesinde Türkiye acınacak durumda.

Bu ülkenin banka soyguncusu bile eskiden onurlu sevilir kişilerdi. Nereden nereye


21 Ekim 2024 Pazartesi

EVİNİZE ASIN

Odanızın köşesine asın. Her zaman lazım olacak sözler...

Güney Azerbaycanlı, halen Ülkemizde yaşayan kimyacı ve felsefeci Dr. Anooshirvan Miandji'den (Anuşirvan Miyancı'dan) insana ve hayata dair ibretlik tespitler!

1- Beyin bir donanımdır, her insanda vardır! Akıl bir yazılımdır, her insanda yoktur.

2- Evrendeki en mükemmel laboratuvar insan beynidir! İstediğini düşünerek sentezler.

3- Bilim insanı olmanın birinci şartı, bilmediğini yüreklice söyleyebilmektir.

4- Bir toplumun okuyup sınıf geçenlere değil, okuyup düşünenlere ihtiyacı var!

5- Aptallaşmanın en kolay yolu merak etmeyi bırakmaktır.

6- Karın tokluğuna yaşanan bir yerde, ilkeli düşünce üretmek mümkün değildir.

7- Çocuklar yetişkinlere göre daha iyi akıl yürütürler! Çünkü önyargıları yoktur.

8- İki yüz kelimeyle düşünen biri, iki bin kelimeyle düşünen birini asla anlayamaz.

9- Büyük bir güç mü istiyorsunuz? İşte o gücü size gösteriyorum! Hayal gücü.

10- İçinizdeki çocuk yaşıyorsa, yaşlanmıyorsunuz demektir.

11- Düşüncen fakir ise diğer zenginliklerin seni kurtarmaz.

12- Size bütün kapıları açan bir anahtar vereceğim! Bu anahtarın üzerinde iki şey yazılıdır! Biri 'sabır', öteki 'nezaket'.

13- Sessiz çığlıklar sesli haykırışlardan daha etkilidir.

14- Dilinizi sökün, tamir edin ve yeniden yerine takın! Çünkü bütün sorunların temelinde o var!

15- İnsan, duymak istediklerinden vazgeçmedikçe uyanamaz.

16- Doğru sözler karşısında yapılacak en iyi hareket, bir kenara çekilip sessizce dinlemektir.

17- Uzmanı olmadığınız konularda kendinize yakışanı yapın ve bir kenara çekilip sessiz oturun!

18- Bir insanı ancak kendisi engelleyip, kendisi durdurabilir.

19- Önündeki seçeneklerden en zorunu seçen başarılı olur.

20- Vazgeçmezsen, doğru, seni eninde, sonunda bulur.

21- İnsan, sorun yaşadığı oranda değil, sorun çözdüğü oranda gelişir ve olgunlaşır.

22- Kendi üzerinizde çalışmaktan vazgeçmeyin! Aksi halde gelişip olgunlaşamazsınız.

23- Kitaptan ve kütüphaneden uzaklaşıldıkça cehalet artar! Cehalet arttıkça da sefalet ve felaket artar. Sefaletin ve felaketin getirdiği ise acı ve göz yaşıdır.

24- Ahlaksızları ahlaklı gibi göstermek bir toplumun ahlakını bozar.

25- Bir toplumun çoğunluğu, olduğundan daha ahlaklı görünmek çaba ve gayreti içindeyse, bilin ki o toplumda ahlak sorunu vardır.

26- Herkesten ve her şeyden umudunuzu kestiğiniz anda belki de kurtarıcı sizsinizdir! Küsmekten ve kabullenip bir köşeye çekilmekten başka bir yol daha var! Mücadele etmek.

27- Ekonomik gelişmeyi kişisel ve zihinsel gelişmenin önünde tutan toplumlar, kesinlikle uygarlaşamazlar.

28- Gönlü güzel olanın niyeti de, söylemi de, eylemi de güzeldir.

29- Karnı doymayan değil, gözü doymayan insan fakirdir. ALINTI




14 Ekim 2024 Pazartesi

BU DA HIRSIZ

Eskiden bizim hırsızımız bile edepliydi. Bundan yıllar önce İstanbul'da yaşanmış bu olay bir belediye otobüsünde geçer.

Otobüs tam Eminönü durağına gelir, yanaşır, kapılarını açacakken otobüsün içi, bir kadının “Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” diye bağırma sesleri ile yankılanır.

Kadın ısrarcıdır ve bağırmağa devam eder. "Ey vah şoför bey cüzdanım çalındı!" der.

Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der.

Kadın “biraz önce biletimi almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama simdi yok” diye cevap verir.

Şoför kapıları açmaz ve otobüsü bütün yolcularla birlikte yakın bir polis karakolunun önüne çeker. Karakolda olay polise anlatılır ve dolu olan otobüste polis hırsızı yakalamak için çalışma başlatır. İki üç polis otobüsün arka tarafına geçerler ve kontrol altında tutarken iki üç polis te ön kapıdan otobüse biner içerde ki bütün kişilerin üzerlerini tek tek arayarak, yerlere koltuk altlarına bakarak, arka kapıya doğru ilerlerler. Herkesin üstünü ve her tarafı didik ararlar fakat kadının kayıp cüzdanını bulamazlar. Yok.

Ancak otobüste resmi elbiseli bir binbaşı vardır ve asker olduğu için üzeri aranmamıştır. Kadın "ille cüzdanım bu otobüste çalındı" diye ısrar etmesi üzerine bir inzibat ekibi çağrılıp binbaşının da üzerini aratmak isterler.

Bu sırada kendinden emin olan binbaşı "İnzibat çağırmağa gerek yok. Töhmet altında kalmak istemiyorum. Buyurun siz üzerimi arayabilirsiniz." der ve kendisi ceplerini boşaltıp ters çevirdiği sırada, kadının cüzdanı binbaşının paltosunun cebinden 'küt' diye yere düşer. Herkes şaşırır kalır. Binbaşı da şaşırır fakat onu hemen o anda kimseye anlatamaz.

Binbaşı orada alıkonulup, inzibata haber vermek istenirken yanında duran bir delikanlı bir den öne çıkar ve; “Hırsız benim, kadının cüzdanını ben çaldım! Binbaşının suçu yok.” der.

Ve ifadesinde anlatmağa devam eder “Şoför otobüsü karakola çektiği zaman korktum, yakalanacağımı düşünerek, askeri aramazlar diye çalıntı cüzdanı, yanımda ki bu binbaşının paltosunun cebine ben koydum. Sonra cüzdan cebinde bulununca, vicdanen rahatsız oldum. Bir Türk subayının hırsızlıkla suçlanmasını asla kabul edemem. Ben yankesiciyim, hırsızım ama asla vatansız ve vicdansız biri değilim. Cüzdanı çalıp binbaşının cebine koyan benim. Hırsızlık iyi bir şey değil fakat aç kaldığım için hırsızlık yapıyorum.” diyerek başını önüne eğer, suçunu itiraf eder.

Ahlak ve vicdan insanın temeli ve mayasıdır. Ahlak ve vicdan çok önemli bir şeydir. Eğer ahlak ve vicdan olmazsa insan olmaktan da bahsedilemez! Akşamdan başını yastığa koyduğun zaman düşün, seni rahatsız eden bir şey varsa, sende vicdan var demektir. Kötüler hiç bir zaman isteyerek kötü olmamışlardır. Mutlaka onları kötülüğe iten bazı sebepler vardır. 

27 Eylül 2024 Cuma

DOLANDIRICILARA ÇARPILMAYIN

Çeteler, kişisel bilgilerin peşinde, sakın tuzağa düşmeyin.

Sana ait telefona girebilmesi için telefonunu ellerine alıp uygulama yüklemesi gerekiyor, uzaktan erişim ile telefonu kontrol altına alabilirler ama bu zor olduğu için sahte mobil bankası sayfası yapıyorlar. Sen linke tıkladığın zaman mobil banka uygulaman açıldı sanıyorsun, Tc kimlik numaranı ve şifreni giriyorsun. Halbuki sen onların sahte mobil bankasına yazmış oluyorsun ve onlar da senin bilgilerini ele geçirmiş oluyorlar. Artık şifreni ve TC numaranı onlar girip her şeyi yapabilirler. 

Sahte siteler ve sahte uygulamalarda oluyor. Fiziki ulaşmadan bir şekilde kaldırıp indirim var adınıza işlem var gibi bahanelerle sana uygulamayı yükletebilirse her şeyi yapar. Doğrulama da fayda etmez. Eğer bankacılık şifresi öğrenilirse  telefon sim kartı satan kişiye para verip senin telefon numarandan kısa süreliğine sim kart çıkartıyorlar. İşlem bitince tekrar senin sim kartını aktif ediyorlar, farkına bile varmıyorsun. Hesaplarını kontrol edince paranın gittiğini anlıyorsun. 

Whatsap, facebok, instagram, twitır hepsi birer bomba gibi;

Adroid için bilmediğiniz bir kaynaktan bilmediğiniz bir uygulama yüklerseniz her şey mümkün oluyor. Kaynağı play store olmayan uygulamaları kesinlikle kurmayın. Play store olanlarda da indirme sayısı az olanlar veya emin olunmayanlar da tehlikelidir.

Kredi kartının sahibi İstanbul da ve kart kendisinde iken Amerika da başka birisi tarafından aliş-veriş yaptığı görülmüştür. 

Kaynağı telefonun resmi marketi olmayan, mesela android için apk uzantılı gerçekten kullanmak isteyeceğiniz bir uygulamanın sahtesini yapıyorlar. İnatbox isimli ip tv uygulamasının sahtesini yapmışlar, rat virüsü yerleştirmişler, uygulama ekranda yok ama uygulama ayarları menüsünde var. Arka plandan virüs uygulaması çalışıyor. Uygulama ayarlarında silmek istersen silinmiyor. Telefon ana ekrana atıyor. Uygulama ayarlarına girmeğe izin vermiyor. Arka plandan bankadan sana gelen mesajı okuyor. Bankaya giriyor hesapta para varsa boşaltıyorlar. Adına kredi çekip onu da boşaltıyorlar. Hepsi gözünün önünde oluyor müdahale edemiyorsun, telefonu ele geçiriyorlar.

Dolandırıldığınızın farkına vardığınız an, telefonu kapatın, hatta sim kartı çıkartıp anında bankanızı arayın!

Dolandırıldıktan sonra korunmak ya da maddi kaybınızı telafi etmek çok zor. Çünkü paranıza ulaşmayı hedef almış dolandırıcılar genellikle yurtdışı hesaplar üzerinden tuzak kuruyorlar. Kimlik, şifre gibi hayati önem taşıyan kişisel bilgilerinizi paylaşmayın!

Böyle bir bilgiyi paylaştığınızı fark ettiğiniz an da yine telefonu kapatıp anında bankanızı arayın. Kartınızı ve hesabınızı güvence altına alın. Şikayet için başta Cumhuriyet Savcılığı olmak üzere E-devlet, CİMER dahil tüm birimleri bilgilendirin.

Telefon dolandırıcılarına karşı bir kaç formül;

1-TELEFON bankacılığı üzerinden yapılan dolandırıcılık eylemlerinden korunmak için telefon bankacılığı şifrenizi herhangi bir yere yazmayın, bilgisayara veya her hangi bir yere kayıt etmeyin.

2-TÜKETİCİLERİN yakınlarının ismi, doğum günü, taraftarı olduğu takımın kuruluş yılı, gibi özel gün ve tarihleri, telefon numarası, gibi tahmine açık bilgileri şifre olarak asla kullanmayın.

3- ÖZELLİKLE bankanıza ilişkin şifrelerinizi tuşlarla değil sanal klavyeyle girin.

4- KAMU çalışanları veya banka görevlileri para transferi yapmasını talep etmez. Bu nedenle bu ve benzeri taleplerde bir dolandırıcıyla karşı karşıya olduğunuzu bilin!

5- ŞÜPHELİ olduğu düşünülen aramalarda derhal görüşmeyi sonlandırın ve bankanıza konu hakkında bilgi verin.

6- CEP telefonlarınızı bankacılık işlemleri için üçüncü kişilere vermeyin. Başkalarına ait ve kamuya açık alanlardaki telefonlardan görüşme yapmak için, aradığınız numarayı kendiniz çevirin. Numaranın doğru olarak çevrildiğinden emin olun. Yapılan görüşmeler sonrasında tuşlanan işlem şifrelerinin telefon hafızasına alınmadığından emin olun. Yaptığınız telefon görüşmeleri sırasında, şüpheli şahıslar tarafından izlenilmeyip ve dinlenmediğinizden emin olun.

7- BANKA tarafından yapılan aramalarda hiçbir zaman kredi kartı şifresi, internet bankacılığı şifresi SMS ile iletilen mobil onay kodu gibi bilgiler talep edilmez. Bu ve benzeri talepleri kesinlikle uygulamayın.

En Sık Karşılaşılan Dolandırıcılık Yöntemleri

Banka çalışanları sizi arayarak asla kart şifrenizi, cep telefonunuza gönderilen tek kullanımlık şifrelerinizi istemez. Bu bilgi size özeldir. Şifrelerinizi kimseye vermeyin, söylemeyin ve tuşlamayın.

Bankaya verdiğiniz iletişim bilgilerinizi her zaman güncel olmasını sağlayın. Bilgilerinizi paylaşmanız ya da dolandırıcılığa maruz kaldığınızı düşündüğünüz durumlarda 444 00 50 numaralı telefondan banka ile hemen irtibata geçiniz.

Sizi arayan, e-posta ya da SMS gönderen kişilerin iyi niyetli olmadığını asla unutmayın.

Sıklıkla karşılaşılan dolandırıcılık yöntemleri;

Bütün bilgileriniz ellerinde ya, sizin adınıza bankadan kredi çekiyorlar. Para hesabınıza yattıktan sonra sizi telefonla arayarak, "yanlışlıkla hesabınıza para yatırabildiklerini, gönderdikleri IBAN numarasına fazla parayı aktarmanızı" söylüyorlar. Sizde hesabınıza bakıyorsunuz, 'fazla para var' ellerinizle kendi paranızı onların hesabına yolluyorsunuz. Bu durum dolandırıcılıktan mahkemede çok kişiler var.

Kendilerini savcı, hakim, polis olarak tanıtarak sizinle irtibata geçen dolandırıcılar hesabınızın terör örgütü tarafından kullanıldığını, terör örgütü ile bağlantınızın tespit edildiği gibi sözlerle sizi korkutmaya çalışabilirler.

Arkadaş ya da aile bireylerinizin sosyal medya hesaplarını ele geçirerek onlarmış gibi davranabilirler. Sizi zor durumda olduklarına ikna etmeye çalışarak para transferi yapmanızı veya kart ya da hesap bilgilerinizi isteyebilirler.

Banka çalışanı gibi sizi arayarak ücret, komisyon iadesi, faiz iptali, borç erteleme, aidat iptali vb. vaatlerle sizden kart bilgilerinizi CVV, son kullanma tarihi, şifreniz isteyebilir veya telefona tuşlamanız için yönlendirebilirler.

Sizinle bu şekilde irtibata geçen kişilere itibar etmeyin ve bilgilerinizi kesinlikle paylaşmayın.

Sahte e-posta, Sahte SMS Yöntemi ile Dolandırıcılık

Bankamız adı ve görseli kullanılarak hazırlanan kişisel ve finansal şifre, kart numarası vb. bilgilerinizi isteyen e- postalara cevap vermeyiniz. Bu tür e-postalar aracılığıyla gönderilen linklerle İnternet Bankacılığına giriş yapmayınız.

Ödenmemiş fatura, yüksek tutarlı borç bilgileri, hesap bilgilerinizin ele geçirildiği, acil, kargo takibi vb. konularda gönderilen e-postalara karşı dikkatli olunuz. Bu e-postalara genellikle çok kullanılan, tanınmış firmalardan geldiği izlenimi verilmektedir. Bu sahte e-postalarda içinde yer alan linki tıklamanız ya da dosyayı indirmeniz istenerek zararlı yazılımların telefonunuza veya bilgisayarınıza yerleşmesi sağlanır. Dolandırıcılar böylelikle kişisel ve finansal bilgilerinize erişebilirler.

Cazip kampanya, indirim kuponu, puan kazanımı vb. içerikli SMS bildirimlerine karşı da dikkatli olunuz. Bu SMS içeriklerinde yer alan linkler ile sahte internet bankacılığı sayfalarına yönlendirirler. Bu sayfalarda internet bankacılığı şifrelerinizi girmenizi isterler.

Kaynağından emin olmadığınız e-posta ve SMS lere karşı dikkatli olunuz.

Sosyal Medya Üzerinden Dolandırıcılık

Sosyal Medya Twitter, Instagram, Facebook vb. üzerinden bankımıza ait gibi görünen sahte hesaplar ve reklamlar ile satışlar, sahte internet sitelerine yönlendirme. Bu sitelerde sizden kişisel bilgileriniz, şifre, kart ya da hesap bilgileriniz istenebilir. Sosyal medya üzerinde yer alan aldatıcı reklamlara karşı dikkatli olunuz.

Sahte Alışveriş Siteleri Üzerinden Dolandırıcılık

Online alışveriş getirdiği kolaylıklar nedeniyle herkes tarafından sıklıkla tercih edilir. Ancak alışveriş yaptığınız site dolandırıcılar tarafından hazırlanan sahte bir site olabilir. Bu mümkündür. Gerçek bir alışveriş sitesinin sahtesi hazırlanmış ve bu sayfadan alışveriş yapıyor olabilirsiniz. Gerçek site veya kamuya ait kuruluş adresine veya amblemine benzer, ancak harf ya da rakamlar eklenerek oluşturulmuş taklit edilmiş sahte sitelere karşı dikkatli olunuz. Anlamak için site adresinin başında 'https://' olduğunu ve sitenin SSL sertifikasına sahip olup olmadığını kontrol ediniz.

Bazı alışveriş sitelerinde ise aslında var olmayan ürün ya da hizmet satılmaya çalışıyor olabilir. Alışveriş yapmak istediğiniz site ile ilgili araştırma yapın. Sitenin iletişim bilgilerini kontrol ederek ulaşılabilir olduklarından emin olun. İletişim kurmadan alış-veriş yapmanız önerilmez. Arama motorlarında araştırma yaparken reklam listelerine dikkat edin. Sitenin ilk sırada yer alması güvenilir olduğu anlamına gelmez.

İnternet alış-verişi ödemelerinizde sanal kart kullanmak ya da 3D Secure ödeme yöntemini seçmeniz önerilir.


Akla Hayale Gelmeyecek Dolandırıcılık Yöntemleri

İşte dolandırıcılık yöntemleri;

Karmaşık otomatlar ya da ATM’ler için orada bekleyen sahtekar size iyi niyetiyle yardımcı olmak için yaklaşır. Kredi kartı şifrenizi görüp sonradan cüzdanınızı çalıp banka kartlarınızı kullanır.

Polis kılığındaki sahtekar yanınıza gelip bölgede sahte banknotların dolaştığı uyarısını yapar ve cüzdanınızı kontrol etmek ister. Cüzdanı kontrol edip geri verdiğinde maalesef paranızın yarısı yoktur.

Herhangi bir etkinlik için bilet kuyruğunda beklerken, sahtekar yanınıza görevli kılığında gelir, özel bir bilet teklifinde bulunur. Bu bilet normalden pahalı olduğu gibi, sahtedir.

Paranın üstünü yavaş verme sahtekarlığı

Sahtekar kasiyer para üstünü çok yavaş biçimde, çıkışmıyormuş gibi beklete beklete verir. Amacı sizin sıkılıp, çıktığı kadar para üstünü almayı kabul etmenizdir.

Taksi bagaj sahtekarlığı

Sahtekar taksiciler bagaja yüklediğiniz çantalarınızı sizin için hızlıca indirir ve gider. Aslında küçük ve gözden kaçabilecek olan bir çanta ya da poşeti bagajda bırakmıştır. Yine bazı taksiciler, sizden yasal olmadığı halde bagaj parası talep eder.

Telefonla oynayan kasiyer sahtekarlığı

Sahtekar kasiyer telefonuyla oynuyormuş gibi yapar. Aslında yaptığı kredi kartınızın fotoğrafını çekip sonradan kopyalatmaktır.

Taksimetre sahtekarlığı

Taksici, şehri bilmemenizden istifade ederek sizi bol bol dolaştırır. Hatta bazıları taksimetrelerini manipüle edecek sistemlere sahiptir.

Tren ve metro sahtekarlığı

Kalabalık tren ve metrolarda çok sayıda yankesici vardır. Bu yankesicilerin hepsi görevi başındadır ve sizi dolandırırlar. Böyle yerlerde asla kimseden kapalı kutu içinde olsa bile yiyecek ve içecek almayınız. İlaçla uyutup sizi soyarlar.

Sahte polis sahtekarlığı

Sahtekar yanınıza yaklaşıp size uyuşturucu temin edebileceğini veya yardımcı olabileceğini söyler. Kabul ederseniz birden sahte bir polis peyda olur ve hakkınızda işlem yapma tehdidiyle sizden rüşvet talep eder.

Leke bulaştırma sahtekarlığı

Sahtekarlar leke yapacak bir maddeyi ketçap, mayanoz gibi üzerinize yanlışlıkla dökmüş gibi yapar ve özür dileyerek temizlemek ister. Temizlik esnasında ceplerinizi yoklar ve olan şeyleri aşırır. Bu genelde Müslüman ülkelerde cami de abdest alırken yapılır.

Bebek fırlatma sahtekarlığı

Sahtekarlar elindeki bebeği, genelde oyuncak bebeği size birden fırlatır. Siz şok olmuş vaziyette bebeği tutarken bir başka ekip ceplerinizdeki eşyaları boşaltır.

Yerdeki cüzdan sahtekarlığı

Sahtekarlar yere bir cüzdan bırakır. Yoldan geçenler de görünce ceplerinde kendi cüzdanlarını kontrol ederler. Uzaktan seyreden ve cüzdanların asıl yerlerini öğrenen yankesici kurbanı takip eder ve cüzdanı cebinden çeker alır.

Kadın sahtekarlığı

Çekici görünümlü bir kadın, yalnız geziyorsanız yanınızda bitip sizinle flört etmek ister. Ardından ona bir içki ısmarlamanızı ister ya da birlikte bir bara gitme teklifinde bulunur. Gecenin sonunda gelen hesap, astronomiktir.

Bul karayı, al parayı sahtekarlığı

Sahtekar ekibi ile sokakta bul karayı al parayı oynatır. Oyuncu hiç bir zaman kazanamaz. Kalabalık toplanınca, ekibin geri kalan elemanları da cüzdanları ve değerleri eşyaları ceplerden alırlar.

Saat satma sahtekarlığı

Yankesici ekibi caddenin uygun bir yerinde önlerine bir kaç tane adi saat koyup, 'altın saat' diye saf vatandaşlara ve askerlere satmaları. 

Yüzük sahtekarlığı

Yanınızdan geçen dümenci yerde bir yüzük bulmuş gibi yapar ve size ait olup olmadığını sorar. Sizin olmadığını öğrendiğinde de yüzüğün gerçek altın olduğunu fark etmiş gibi yapar ki, değildir ve size ucuz fiyattan satmak ister.

Dostluk bilekliği sahtekarlığı

Sahtekarlar yanınıza yaklaşır ve size örme bileklik yapma teklifinde bulunur. Ne derseniz deyin bileğinizi kavrayıp yapmaya başlar ve sonrasında para talep eder. Para vermeseniz de çoktan cüzdanınız gitmiştir.

Gül sahtekarlığı

Çift olarak dolaşıyorsanız yanınıza gelirler ve elindeki gülden ısrarla satın almanızı isterler. Reddederseniz partnerinizin yanında sizi aşağılayacak cümleler ve hareketlerde bulunurlar. İlle bir şey koparmadan ayrılmazlar.

Fotoğrafınızı çekeyim sahtekarlığı

Grup olarak fotoğraf çekinirken sahtekarlar iyi niyetliymiş gibi yanınıza yaklaşıp fotoğrafınızı çekme teklifinde bulunur. Sonrasında ya para talep eder, ya da cıhanızı alıp kaçar.

Kırık kamera sahtekarlığı

Bir grup sahtekar sizden fotoğraflarını çekmenizi ister. Kamerayı geri verdiğinizde tutmayarak düşmesine sebep olurlar ve parasını talep ederler.


22 Eylül 2024 Pazar

OY ASİYE


Türkü "Laz" türküsü olarak bilir ama, aslında Oy Asiye Türküsü Giresun Görele de yaşayan bir Çepni Türkmen kızı Asiye'den sebep ölen oğlu için; bir annenin söylediği bir ağıttır.

Ömer Akpınar tarafından TRT repertuarına verilen bu türkü, dizi filmlerde de tekrarlanarak gündem olmuştur.

Türkünün hikayesi şöyle;

Giresun, Görele, Çavuşlu Beldesi, Sisdağı yaylasında kale olarak da kullanılan bir konakta bir Bey oturmaktadır, Kara Bey ve bu Bey'in üç kızından en büyüğünün adı Asiye dir.

Asiye kısa boylu esmer bir kızdır Babası Kara Bey Beşikdüzlü tüccar Nazif Bey ile büyük kızı Asiye'yi evlendirir. Erkek çocuğu olmadığı için Damat Nazif'i içgüvey olarak konağa alır ve hep birlikte yaşarlar. Nazif ile Asiye'nin iki kız çocukları olur.

Bir zaman sonra Nazif bey evdeki hizmetçi kızla Asiye’yi aldattığı ortaya çıkınca mutlulukları bozulur. Asiye olaydan haberdar olunca çok kızar, kıyametler koparır ve Kocası ile aralarında kavga başlar.

Boşanmak için Asiye Nazif'i mahkemeye verir ve boşanırlar. Kocası Nazif Bey'in çok gücüne gider. Boşandıkları gün Nazif mahkeme kapısında düşer bayılır. Mahkeme de görevli memur Ahmet Bey olaylara şahit olur ve "ne değerli kadınmış, boşandığı için kocası bayıldı." diye düşünür, Asiye'ye aşık olur. Uzun zaman Asiye'yi almağa çalışır fakat başaramaz. Sonunda Ahmet bey Asiye’nin Amca oğlu Aslan beyi elde edip araya koyarak Asiye ile sade bir düğünle evlenirler. Görele’nin Yeğenli köyünde Ahmet Beyin kalmakta olduğu lojmana yerleşip orada yaşamağa başlarlar.

Ayrılığı bir türlü içine sindiremeyen Nazif Bey Asiye'yi unutamaz ve sık sık yaşadığı köye giderek boşandıkları halde yine yakınlarında bulunup uzaktan görmek ister. Bir gün Asiye’nin bulunduğu Yeğenli köyü meydanında ahbapları ile oturup sohbet ederken karşı taraftan at üstünde dörtnala heybetli bir adam gelir. Nazif bey adamı görünce etkilenir ve ayağa kalkıp "Kim bu gelen yabancı" diye sorar. Yanındakiler "O gelen yabancı Asiye’nin yeni kocası Ahmet Beydir." derler. Nazif Bey oracıkta yığılıp kalır. Bir daha hiç ayağa kalkamaz. Bir tas su bile içemeden kalp krizi geçirip hayata gözlerini kapatır. Haberi aldığı zaman bu durumdan çok etkilenen ve üzülen Nazif Bey'in annesi, Asiye için bir ağıt yakar. İşte o ağıtın ta kendisidir bu 'Oy Asiye' türküsü.

Adı dilden dile dolaşan Asiye Ahmet beyle mutlu bir beraberlik geçirmeğe devam eder fakat eski eşi Nazif hakkın rahmetine kavuşmuştur.

İşte eski eşi Nazif'in ölümüne sebep olan Asiye için, Nazif'in annesinin yaktığı ağıt;

"Ağasarın balını da
Gel salını salını
Adam cebinde daşır da
Senin gibi gelini
Oğul nazifim oğul

Oy asiye asiye
Tütün goydum kesiye
Anan seni verecek de
Bir bağ pirasiya
bir evlek pirasiya
Oğul nazifim oğul

Sis dağının başları da
Kesme kesme daşları
Adamı öldürüyü
Nazlı yarin gaşları
Oğul nazifim oğul

Oy asiye asiye
Tütün goydum kesiye
Anan seni verecek de
Bir bağ pirasiya
bir evlek pirasiya
Oğul nazifim oğul

Sis dağının başları da
Küfür küfür esiyu
Baban bu yıl gurbanı da
Çifter çifter kesiyu
Oğul nazifim oğul

Oy asiye asiye
Tütün goydum kesiye
Anan seni verecek de
Bir bağ pirasiya
bir evlek pirasiya
Oğul nazifim oğul"



11 Eylül 2024 Çarşamba

ÇARPILMA

Bazı telefon numaralarından aradıkları zaman sakın 'EVET' demeyin. Aslında hiçbir aramada o kelimeyi kullanmayın. Bu telefon numaraları resmi kurum numaraları da olabilir. Nasıl olmuşsa bu numaraları ele geçirmişler, insanlara bu numaralardan ulaşıyorlar ve dolandırıcıdırlar.

Sonra her şeyinizi elinizden alırlar çok pişman olursunuz.

Aslında herhangi bir numarayı kendiniz aramadığınız sürece, arayan kişi her zaman şüpheli durumdadır ve şüpheli gözüyle bakmak gerekir. Çünkü aradığı numarayı istediği gibi gösteren siteler ve uygulamalar mevcut.

Dolandırıcılık, aslında son derece basit bir biçimde gerçekleştiriliyor. Bir gün telefonunuz çalıyor, arayan genelde yerel bir numara olduğu için şüphe çekmiyor. Sizde normal olarak telefonu açıyorsunuz ve karşı taraf size kendisini gayet normal bir şekilde takdim edip, uydurma bir isim kullanıyor şirketten aradığını söylüyor. Ardından "Beni duyabiliyor musunuz?” diye soruyor. Yanı size 'EVET' dedirtmek istiyor ya! Siz de doğal olarak “EVET” diyorsunuz. İşte o an tuzağa çoktan düşmüş oluyorsunuz. Çünkü sizin ağzınızdan çıkan 'EVET' kelimesi kaydediliyor. Bu söz ile sözlü bir anlaşmaya ONAY vermiş, ödeme yapmayı kabul etmiş oluyorsunuz. İkinci bir husus sizin sesinizle aynı şekilde bu ses yapay zekaya aktarılıyor ve artık her zaman sizin isteğiniz dışında kullanılmağa hazır hale geliyor.

Bu tarz telefon dolandırıcılığı vakalarının çok hızlı arttığına dikkat çeken uzmanların aktardığına göre, telefonda “EVET” dedikten sonra dolandırıcılar sizi, aslında satın almadığınız bir ürün ya da hizmetin ödemesini yapmaya zorluyorlar. Siz bu talebe karşı çıkarsanız, telefonda “evet” dediğiniz için hukuki işlem başlatmakla tehdit ediyorlar.

Dolandırıcılar bazen, kredi kartını çaldıkları kişinin sesini kaydetme yöntemine de başvurabiliyorlar, böylece kartı rahatça kullanıyorlar. Karşı taraftan “Beni duyabiliyor musunuz?” cümlesini duyar duymaz, tek kelime etmeden veya aksi cevap vererek telefonu KAPATMALARI ya da tanımadıkları numaraların çağrılarına yanıt vermemeleri yönünde hareket etmelidirler.

15 Temmuz 2024 Pazartesi

İŞTE EN BÜYÜK İHANETLERDEN BİRİ


SOFYA 1914
Bulgar Kralı’nın ülkesindeki yabancı devlet temsilcilerine verdiği resepsiyonlardan birinde geçen vakitle beraber sohbetler de hayli ilerlemişti.

Üniformasının içinde çakı gibi duran sarı saçlı mavi gözlü Türk Subayının yanına bir adam yaklaştı;

-Merhaba ! Siz herkesin övgüyle bahsettiği Osmanlı Devletinin, Sofya Ateşemiliteri, Yarbay Mustafa Kemal Bey olmalısınız..

-Merhaba ! Siz de Türkçe konuştuğunuza göreee..

-Evet ben de sizin gibi Türküm. Kendimi tanıtmama izin verin. Bendeniz Varna Milletvekili Şakir Zümre. Bulgaristan Parlamentosundaki, 17 Türk vekilden biriyim..

-Müşerref oldum Şakir Bey. Ben de Yarbayım, çok zamandır sizinle tanışmak istiyordum.
                                     **********
Uzun yıllar sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştı o gece..

Yarbay Mustafa Kemal Bey’in Sofya’dan ayrıldığı, 1915 Ocak ayına kadar birbirlerine yaren olmuşlardı.
                                   **********
SOFYA-1920

-Şakir Bey telgrafınız var.

-Kimden!

-Türkiye’den…

-Teşekkürler!

“Kıymetli dostum Şakir Zümre, Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması için vatan bugün sizden hizmet bekler.. Size ilettiğimiz listedeki silahları temin ederek anavatana göndermenizi rica ederiz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”
                                  ***********
Emir telakki etti, Şakir Zümre bu telgrafı. Hemen bağlantılarını kullanarak istenilen silah ve mühimmatı temin ederek Ankara’ya gönderdi..

Birkaç ay sonra gelen postacı,

Ankara’dan yeni bir isteğin geldiğinin habercisi olmalıydı. Heyecanla açtı telgrafı, yanılmamıştı;

“Kıymetli kardeşim Şakir Zümre, Vatanın kurtuluşu için bizlere verdiğiniz destek için müteşekkiriz.

Anadolu’nun zor şartlarında kendi silah ve mühimmatımızı üretmeye çalışıyoruz. Bunun için daha fazla yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var. Sizden Bulgaristan’da silah üretimi konusunda tecrübeli insanları bularak Ankara’ya göndermenizi rica ediyoruz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.
                                                  *******
Dumanlar saça saça Ankara Garına giren kara treni bekleyen, Türk Subayı heyecanla karşıladı konuklarını;

-Hoş geldiniz Beyler, sizler Şakir Zümre Bey’in göndermiş olduğu teknik elemanlar olmalısınız..

-Hoşbulduk,

Evet.. Buyurun o vakit, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizleri bekliyor..
                                        *********
ARALIK 1923 – SOFYA

-Şakir Bey telgraf..

-Verin teşekkür ederim..

“Sayın Şakir Zümre, Türk Milli Mücadelesine vermiş olduğunuz kıymetli desteklerinizden ötürü,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, “İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilmiş bulunmaktasınız. Madalyanızın takdimi için en kısa zamanda Ankara’da olmanız rica olunur.”
                                                *********
OCAK 1924 – ANKARA

-Büyük Türk Milletinin Başbuğ’u, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Sizi saygıyla selamlıyorum..

Hoş geldiniz kıymetli dostum, Buyurun lütfen oturun!

-Paşa Hazretleri çok büyük bir iş başardınız.

-Asıl savaş iktisadi savaştır kıymetli dostum, ve bu konuda da vatan sizden hizmet bekliyor..

-Emrinizdeyim Paşam..
                                                                     ******
Şakir Zümre, 1925 yılında, İstanbul’da Haliç kenarında, 'Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye' Fabrikasını açarak, Türk Kara, Türk Hava ve Türk Deniz Kuvvetlerinin, ihtiyacı olan silah ile mühimmatları üretmeye başladı. 300-500-1000 kg lık bombalar yaparak, Türk savaş uçaklarının hizmetine sundu.

İmal ettiği sualtı ve denizaltı bombaları, Deniz Kuvvetlerimize can suyu oldu. Türk Ordusu için Mayınlar, işaret fişekleri, el bombaları üretti fabrikasında.

Onun ürünlerinin tahrip gücü, dünyadaki muadillerinden daha fazla olduğu için, yabancı devletlere, silah ihraç etmeye başladı.

                                                      ******
Atatürk’ün dostu, Atatürk’ün kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne hizmete devam ediyordu..

Milli Bayramlarda, Şakir Zümrenin ürettiği silahlar, onurla geçiş yapıyorlardı Vatan Caddesinden. Yüzde-yüz yerli sermayeyle kurulan, Türk girişimcisi, Mühendisi ve işçisinin gurur kaynağıydı bu silahlar.
                                                    *********
Mustafa Kemal, vefat etmişti lakin Amerika’yla yapılan anlaşmalar gereği, 1940'ların sonunda, Marshall Yardımları yurda gelmeye başlayınca, Türk Milli Savunma Sanayinin, gözbebeği bu şirketimiz sallanmaya başladı.

Amerika elindeki eski püskü silahları, 'YARDIM' adı altında, Türkiye’ye hibe etmekte ve Milli Silah üretilmesini engellemeğe çalışmaktaydı.

Türk Milli Savunma Sistemi çökmek üzereyken çalmadık kapı, gitmedik yetkili bırakmadı Şakir Zümre. Devlet ondan silah ve mühimmat almadığı gibi başka ülkelere de sattırmadığı için çalışanlarına maaş ödeyemez duruma geldi.

Çaresiz kalınca, 'kapıya kilit vurmaktan iyidir' diye, düşünerek uçak, silah ve bomba fabrikasını, soba fabrikasına çevirmek zorunda kaldı. Bir zamanın ünlü Türk Savunma Sanayi Fabrikası, bir süre de soba fabrikası olarak sanayiye katkıda bulunmak için çaba sarf etti.

Bir Milli Bayramda, Devlet Erkanı Vatan Caddesinde resmi geçidi izlerken, kırgınlığını onlara anlatmak için, alana gelen soba yüklü ve üzerinde; “ŞAKİR ZÜMRE” yazan kamyon tokat gibi indi suratlarına.        

Türk Milli Savunma Sanayinin, anlı şanlı Şakir Zümre'sini sobacı yaptınız mesajıydı bu.
                                                        **********
1966'da vefat eder Şakir Zümre. Ölümünün ardından, dört yıl daha dayanır silah fabrikasından dönme soba fabrikası ve 1970 yılında kapısına kilit vurulur.

                                                        **********
İşte bu, Atatürk’ün emriyle Türkiye’ye gelip, Savunma Sanayisini kuran, silah ve mühimmatta dışa bağımlılıktan Türkiye'yi kurtarmak isteyen, İstiklal Madalyalı, büyük bir vatanperver Türk evladının gerçek bir hikayesidir. Ve ne yazık ki, hedefine ulaşamamış, bitmemiş, bitememiş, bitirtmemişler.

Ve aynen diğer müteşebbisler de;
 
Vecihi Hürkuş,

Nuri Killigil,

Nuri Demirağ,

Devrim Otomobilleri,
 
Karakurt ve

Bozkurt Lokomotiflerinde, olduğu gibi.   ALINTIDIR.


12 Temmuz 2024 Cuma

BİR OLAY BİR DAVA

Bir hikaye

Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu kamyon sahibine dava açar. Mahkeme salonunda davalı avukatı ile müşteki Mehmet Amca karşı karşıya kalırlar. 

Avukat Çiftçi Mehmet Amcaya sorar :

- Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna "ben çok iyiyim, hiçbir rahatsızlığım yok." demediniz mi?

- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...

- Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna "ben çok iyiyim" dediniz mi, demediniz mi?

- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...

Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:

- Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde "çok iyi" olduğunu, "hiç bir şikayeti olmadığını" söylemiş. Kayıtlara öyle geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? 

Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:

- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; bırakalım da anlatsın.

Mehmet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:

- İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyordum ki, bu gucuman bi kamyon, 'DUR' tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına atıldım, garagaçan bi yana. Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam Hakim Bey. Gıpırdanamıyom sancıdan. Öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyo kine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi. Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti. Eğildi, bahtı, tabancasına davrandı. Alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, tabanca elinde bana dooru geldi, dedikine:

"Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, sen nassın?" dedi pulis bana.

Beni de vuracağını sandım, hayatta kalmak için 'İYİYİM' dedim Hakim Bey!


3 Temmuz 2024 Çarşamba

İLK DEFA UFO

Yakın tarihte 1878’de ABD’nin Teksas eyaletinde bir çiftçinin ilk defa bir ufo gördüğü ve yerel gazetelerin yazdığı söylense de; ilk UFO görünme olayı Osmanlı topraklarında olmuştur. Gaziantep’in Nizip ilçesinde 19 Ekim 1839 gecesinde ahali, dünya dışı varlık yani uzaylıların işareti olan UFO görür ve Mardin Kadı Naibi bunu rapor haline getirir. Buna dair belge ve resimler Bulgaristan ın Başkenti Sofya da bulunmaktadır.

Tarihte kayıtlara geçmiş ilk UFO olayı Osmanlı topraklarında Nizip'te vuku bulmuş ve şu an Bulgaristan Sofya arşivlerinde bulunan şu fotoğraf ve belgede şunlar yazıyor;

"İşbu mübarek senenin yücelenmiş Receb ayının sonu 19 Ekim 1839 Perşembe gecesi saat dört buçuk sularında hatalardan uzak yüce Allah tarafından şiddetli rüzgar ve fırtına çıktı. Korkunç bir karanlıkta göz gözü görmez oldu. Hemen o dakikada semada kıble ve şark arasında bir büyük sini kadar bir ulu nur göründü. Ufuk gündüz gibi aydınlandı ve ışıldadı. Herkesi büyük bir korku sardı ve duaya yalvarışa başladılar. Sonra o ulu nur semada parça parça olup yeryüzüne düşmeye başladı. Bu ilahi gerçeği, gerek Mardin şehri içinde gerek Haram adlı köyde bulunan Asakir-i Muntazama-i Şahane ve diğer kimseler gözlemlediler, gördüler. Adı geçen askerlerin yazısı ve ihbarı üzerine o büyük nur yere düştüğünde karakol çadırında bulunan neferlerin kılıçlarının ve süngülerinin ucunda mum gibi ışıklar parlamış. Her ne kadar uçlarını silmişlerse de gitmemiş ama birkaç dakika sonra kendiliğinden kaybolmuş. Bu alâmet inşaallah velinimetimiz padişahımızın her yönden başarılı ve muzaffer olacağına delildir.”

19 Ekim 1839 gecesi, günümüzde Gaziantep’e bağlı olan Nizip’te herkesi hayrete ve korkuya düşüren ışıklar görülmüştü. Bu ışıklarla ilgili tanıklıklar Osmanlı arşivlerine de girmiş; belgelerin Sofya Osmanlı Arşivleri'nde Evgeni Raduşev tarafından ortaya çıkarılmasıyla olay, tanıklı, kayıtlı ilk UFO vakası olarak tarihe geçmişti. Üstelik ortaya çıkarılan belgelere göre hadisenin birden çok tanığı vardı. Mardin Kadı Naibi Esseyyid Hacı İsmail Hakkı'nın İstanbul’a gönderdiği ilâm, haberi hayra yoruyordu. 

Kadı naibine göre bu ancak padişahın muzaffer olacağının işareti olabilirdi. 

Oysa bu tarihten sekiz ay sonra, 24 Haziran 1839'da Nizip yakınlarındaki savaşta Hafız Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Mısırlı Kavalalı İbrahim Paşa karşısında ağır bir yenilgiye uğrayacaktı. Batıl inançları kuvvetli Osmanlı komutanı Hafız Ahmet Paşa’nın, parlak ve yetenekli bir asker olan İbrahim Paşa karşısında şansı olmadı. Savaş sadece dört saat sürmüştü. 

Sultan 2. Mahmud ise savaştan bir hafta sonra, 1 Temmuz 1839’da kahrından öldü.

UFO NEDİR?
Dünya dışı varlıkları, uzaylıları işaret eden UFO sözcüğünün İngilizce açılımı 'Unidentified Flying Object' şeklinde olup tanımın ortaya çıkışı da 1947 yılına dayanır. Kısaca UFO olarak bilinen tanımı Türkçeye çevirdiğimizde ise 'tanımlanamayan uçan nesne' manasına gelmektedir. Uçan daire kavramı Türkçeye de 'UFO' olarak girmiştir. Ayrıca İngilizce’de 'uçan çay tabağı' anlamına gelen 'flying saucer' ifadesi de UFO yerine kullanılan bir başka sözcüktür. 

ABD’li iş insanı, siyasetçi ve pilot Kenneth Arnold, 1947’de küçük uçağı ile Washington’daki Rainier Dağı civarında uçarken, 9 tane, “hilal şeklinde” uçan nesne gördüğünü iddia eder ve bu nesnelerinde suda sektirilen çay tabakları gibi hareket ettiğini söyler. Arnold’un gördüklerini haberleştiren gazete yanlış şekilde “nesnelerin çay tabağı şeklinde olduğu” ifadesine yer verirken 'flying saucer' tanımı da hafızalara kazınır.

1839 da Osmanlı Bilim adamları tarafından 'Yüce Allah tarafından gönderilen ilahi bir nur' olarak tanımlanmıştır. Alıntı.


14 Haziran 2024 Cuma

ATATÜRK İÇİN YAS

Asım Çakır 26 Mayıs 2020 Facebook ta yayınlamış

Yıllar önce bir internet müzayedesinden aldığım 1929 baskılı D. von Mikusch'un ''GASI MUSTAFA KEMAL'' kitabının arasından 1938 yılına ait, yani sonradan kesilip konmuş bir gazete kupürü çıkmıştı. Atatürk'ün cenaze törenini takip eden bir Alman gazetecinin haberi. Yazdıklarından oldukça etkilendim ve okuması zor gotik yazılı Almanca metni Türkçe'ye çevirdim. Okuyun derim.

ATATÜRK İÇİN YAS

Ankara'da cenaze töreni

Ankara, 21 Kasım 1938

Atatürk'ün cenazesi onun son zaferi oldu. Cenaze töreninde tüm tezatlar susmuştu. Türk ve Alman askerleri naaşının arkasında yürüyorlardı. Stalin ve Hitler'in temsilcileri aynı sıradaydı. Valencia ve Franco çelenk göndermişlerdi. Naaşının önünde faşistler, demokratlar ve komünistler eğildiler. Türk halkının her kesimi ağlıyordu . Fakir ve zengin, alt ve üst arasında hiç bir fark yoktu. Ankara bugün dünyanın şimdiye kadar gördüğü en etkileyici cenaze törenine tanıklık ediyordu.

Tören, bir süvari bölüğü tarafından açıldı. Onların arkasından bir topçu bölüğü ile ellerinde bayraklarla ve bando ile cumhuriyet muhafızları geliyordu. Sonra askeri okulların öğrencileri ve alfabetik sırayla önce Almanlar olmak üzere Bulgarlar, İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Romenler, Ruslar ve nihayet Yugoslavlar’dan oluşan birlikler yer alıyordu. Her dilde komutlar yükseliyordu. Almanca komutu Farsça komut, Yunanca komutu Rusça komut takip ediyordu. Ruslar Karadeniz filosunun bir müfrezesini göndermişlerdi. Çelik miğferli ve SS üniforması içindeki Baron v. Neurath, kolu yukarıda, Prusya merasim yürüyüşüyle geçen Alman bahriye birliğini selamlıyordu. Yabancı birlikleri Türk denizcileri takip etti. Bando, Chopin'in cenaze marşını çalıyordu. Onların arkasından büyük ölünün naaşını taşıyan top arabası geliyordu. Top arabasının her iki tarafında kılıçlarını çekmiş oniki general yürüyordu. Mütevazi giyimli yaşlı bir kadın, tek aile üyesi olarak Atatürk’ün kızkardeşi, eşinin kolundaydı. Onları, kanunun öngördüğü şekilde yalnız olarak cumhuriyetin yeni başkanı İsmet İnönü takip ediyordu. Onun arkasında tek sıra halinde millet meclisi başkanı, başbakan ve Türk ordusunun genel kurmay başkanı geliyordu. Yabancı özel misyonların renkli üniformaları harika bir görüntü teşkil ediyordu. Dünyanın tüm ülkeleri temsil ediliyordu. İtalyan heyetine eski Milletler Cemiyeti delegesi Baron Aloisi, Fransız heyetine içişleri bakanı Sarraut, Yunanistan heyetine ise başbakan Metaksas başkanlık ediyordu. Onların arkasından Türk hükümeti üyeleri, milletvekilleri, devlet memurları ve subaylar geliyordu. Bir bölük piyade ile görkemli cenaze alayı son buluyordu.

Cenaze alayı saat onikide, Atatürk’ün şanına layık bir anıtkabir yapılıncaya kadar geçici istirahatgahı olan etnografya müzesine ulaştı. Yaşamında imkansızı mümkün kılmış olan Mustafa Kemal Atatürk ölümünde de aynı şeyi yaptı. Onun naaşının arkasında ilk defa birbirleri ile savaşan İspanyol cumhuriyet hükümetinin temsilcileri ile Franco’nun resmi olmayan askeri idaresinin temsilcileri yürüyorlardı.

Müzenin önüne gelindiğinde tabut generaller tarafından top arabasından alınarak salona taşındı. Orada, cumhurbaşkanı ve Atatürk'ün kızkardeşinin yanı sıra yüksek yetkililer toplanmıştı. Üç dakikalık saygı duruşunda salona sessizlik hakimdi. Hiç konuşulmadı ve hiç bir dini tören düzenlenmedi. Cumhurbaşkanının müzeyi terk etmesiyle resmi cenaze töreni tamamlandı. Dünyanın her yanından çelenkler gönderilmişti. Türk gazetelerinin tahminlerine göre bunların sayısı yirmi bini buluyordu. Bunları Ankara’ya getirmek için sekiz vagon gerekmişti. Müze içinde naaşın her iki tarafına sadece devlet başkanlarının gönderdikleri çelenkler konuldu. Diğer çelenkler, yaşamı sırasında kendisi için yapılan anıtlarda yerlerini aldılar.

Tören sırasında bazı ufak hadiseler de yaşandı. Yunanistan başbakanı General Metaksas bayıldı ve subayları tarafından cenaze alayından çıkarılmak zorunda kaldı.

Türkiye'de, 10 Aralık’a kadar ulusal yas tutulacak. Tüm okullar sekiz gün daha kapalı. Anıtların önünde meşaleler yanıyor ve halk önderinin heykellerini seyrediyor. Yas sadece devlet başkanı için değil, aynı zamanda cumhuriyetin kurucusu ve şekil vereni için de. Atatürk’ün naaşını taşıyan top arabası geçerken askerler gözyaşlarını tutamadılar; aynı imparatorluk muhafızlarının Napolyon’la vedalaşırken ağladıkları gibi.

Bir Alman Gazetecinin kamera kayıtları tespitleri ve kalemi ile anlatımı böyle. Tüm dünya onu lider olarak tanıdı ya, hiç Türk kalmasa da, yine onu silemeyecekler dünyadan, sen rahat uyu EY ULU ÖNDER ATATÜRK!