1958 yılı Fındıklı Orta Okulu 1. Sınıf ta 316 numaralı öğrenci idim. Daha okula yeni gitmiş, her söyleneni can kulağıyla dinlerdim. O devirde öğrenci olanlar tanır. Ufak tefek, minyon tipli, bizlerle laubali olmayan, bakışları ile korkutan, kızlara laf atan büyük erkek öğrencileri o ince elleri ile döven ve iki gün parmak izleri yüzlerinden çıkmayan, 35 yaşlarında, gözlüklü bir tarih öğretmenimiz vardı, Yurdanur Kumman. O herkesi tanır fakat ne tanıdığını ne de sevdiğini hiç bir zaman belli etmezdi.
Bazı sınıflara Coğrafya derslerine de girerdi. O kadar güzel bir ders anlatır ki, öğrencinin sanki dünya ile irtibatını keser adeta derse bağlar, bu zamanlarda hiç bulunmayan o zamanlarda az bulunan ender öğretmenlerden biriydi Yurdanur Hanım. Derste eğer biri konuşur veya gevezelik edip huzuru bozarsa ona numarası ile hitap eder “Yanına gelirsem ağzını kulaklarına kadar açarım.” Derdi. Ben kendisini çok sever sadece dersleri değil, bütün konuşmalarını büyük bir hazla dinler ve hoşlanırdım.
Bir gün son derste sınıfa geldi ve “Kağıt kalem çıkarın. Yazılı yoklama yapacağım.” Dedi. Bazı büyük öğrenciler itiraz ettilerse de dinlemedi. Ben çizgisiz defterin orta sayfasından kağıt çıkardım ve önce sorduğu dört soruyu, sonrada cevapları yazarak iki kağıdı arkalı önlü doldurdum. Hatırladığım kadarıyla sorulardan biri OTLUK BELİ savaşıydı. Kendisi de her zaman olduğu gibi yüzü bize dönük kürsünün üstünde oturuyor ve bütün hareketlerimizi izliyordu.
Son ders olduğu için masanın gözünden şapkamı, kitaplarımı aldım ve cevapları yazdığım yazılı kağıdımı kendisine verip eve gidecektim. Tarih kitabını elimde görünce “316 senin tarih kitabın masada mıydı?” diye sordu. Hayret numaramı ne biliyordu. Ben hiç tanımadığını tahmin ediyordum. “Evet hocam çok özür dilerim, aceleden unutmuşum” dedim.
Çünkü onun yazılı imtihanlarında kitap veya yazılı hiçbir not masanın gözünde bulunamaz, hepsi kaldırılır pencere kenarları ve kürsü üzerlerine konulurdu. “Öyle mi? demek unuttun he. Getir bakım kağıdını.” Dedi. Kağıdımı alır almaz da “Al sana kafan kadar bir sıfır veriyorum. Sen kopya çektin.” Dedi ve kağıdın üst kısmına kırmızı kalemle ‘Sıfır, yanına yazı ile sıfır, altına iki çizgi, karşısına da büyük harflerle kopya’ diye yazdı. “Ben kopya çekmedim fakat olsun canınız sağ olsun hocam.” Dedim, çıkıp eve gittim.
On gün kadar sonra yine tarih dersinde “Çocuklar genelde çok zayıfsınız, ders çalışmıyorsunuz.” dedi ve yazılı imtihanda almış olduğumuz notları kendine ait not defterinden okumağa başladı. Önce numaralarımızı, sonra da aldığımız notları okuyordu. Benim yazılımı kopya sayıp sıfır verdiği için pek dikkat etmezken notumu aceleden öyle 9 olarak duydum.
Öyle pür dikkat kendisini dinlerken, notları okuduktan sonra “Bir itirazı olan var mı?” diye sınıfa sordu. Allah Allah ne yapsam acaba? Öğrencilerin hepsinin de dönüp bana baktıklarına göre demek ki doğru duymuşum ve biraz da cesaretlendim. Zaten başka da 9 alan kimse yoktu.
Beş on dakika sonra öyle çekine çekine el kaldırdım. “Söyle 316” dedi. “Özür dilerim Hocam, benim kağıdımı kopya saymıştınız. Yanılmıyorsam 9 duydum. Bir yanlışlık olmasın.” Dedim. Yerinden kalktı. Yanıma geldi. Eli ile başımı okşadı ve “Evladım kağıdını kitapla karşılaştırdım. Bir kelime benzemediği gibi, savaş yerlerini sanki sende katılmışsın gibi anlatmış, hatta yenilen Uzun Hasan’ın kaçtığı yolları bile yazmışsın. Ben sana nasıl sıfır versem? Senin hakkın esasen yıldızlı 10 fakat imla hataların olduğu için 9 verdim.” Dedi. Bütün sınıf alkışladı ve "Hocam 10, hocam 10" diye bağırmağa başladılar.
Doğru söylüyordu. Romanını bile okuduğum için her kitaptan karıştırmış öyle yazmıştım. Ben daha bir şey diyemedim. Başım önüme eğildi ‘kimsesizlerinde bazen kimseleri varmış’ diye düşündüm ve kimse görmediği gibi gözlerimden birkaç damla yaş döküldü.
Ben ömrümde bu olayı hiç unutamadım ve hiç bir zaman ön yargılı olmadım. Hep aklıma geldi ve insanlara karşı buna göre davrandım. Her zaman birinci görev 'Haksızlığa uğrayanların hakkını korumak ve savunmak' olmalı. İnsan hiç bir zaman ön yargılı olmamalı.