SAYFALAR

19 Ocak 2012 Perşembe

HULÜL

Teşkilatımızda kadronun eğitilmesi için zaman zaman çeşitli kurslar verilir. 1983 yılında birkaç imtihanlar yapıldıktan sonra kazananlara İstanbul Florya Polis Eğitim Merkezinde Amirlik kursu verdiler. 

Diyarbakır dan  40 kişi kadar en azı beş, en çoğu on yıllık polis memurları amirlik kursu görmek için çoluk çocuklarımızdan ayrılıp bu yerde 1000 kişi kadar polis memurları amir olmak için kurs gördük ve sonunda imtihanları başaranlar amir oldu. Çoluk çocuklarımızdan uzak olduğumuzdan mı bilmem böyle zamanlarda insan çok sinirli ve düşüncesiz hareket edip suçlar işleyebiliyor. Yanılmıyorsam 20 kadar kişi bazı suçlar işlediklerinden ve son imtihanları kazanamadıklarından kurmay polisler olarak kadrolarına geri döndüler.

Bu kurs esnasında çeşitli emekli savcı, hakim, emniyet müdürü ve hatta üniversitelerden çok değerli hocalar gelerek biz bu tecrübeli polis memurlarına dersler anlattılar. Bu değerli hocalarımızın bir tanesi İstihbarat Dersi Hocamız Edirneli Burhanettin Toros Sarpel di. 

İstihbarat dersinde hepimiz sınıfa girip oturduğumuz sırada,  bu hocadan önce okul görevlilerinden biri gelerek, bu hocanın dersinde gürültü filan ederek hocamızı üzmeyin, saygısızlık hiç etmeyin. Kendisi hiç sıkıntıya gelemez, dört defa kalp ameliyatı geçirdi diye bizi uyardığı sırada Burhanettin Toros Sarpel Hocamız da geldi kapı önünde dikkat çektikten sonra görevli gitti. Hoca derse girdi ve tanıştık. Sadece onun bütün derslerinde o görevli gelir, hoca derse girerken dikkat çeker giderdi.

Kendisi yaşlı fakat yaşını göstermeyen çok disiplinli, titiz, çok tatlı ders anlatan yerine göre espriler yapan ve çok sert yapıya sahip birisiydi. Dersinde biz öğrenciler hem korkar hem de saygı duyar, kesinlikle öyle safsaklama ve dalga geçme gibi bir şey asla söz konusu olmazdı.

Birkaç zaman geçtikten sonra derste İstihbarat terimlerden Hülul u anlatacaktı. Hulül karşı taraftan doğru bilgi alma metotlarından biridir. İki şekilde bilgi alınır. Bir şahıs mecbur bırakılarak. İkincisi Şahsa güven sağlanarak. Hocamız Toros Bey ikinci usülu uyguladı. Odacıdan su istedi ve 150 kişilik sınıfın huzurunda ayakta yüzü bize dönük bir bardak su içti. 

Böyle yaparak güya bize samimi olduğunu anlatmak istiyordu. Yanı bize kendince en basit bir şekilde ‘hulul’ yaptı. "Ben şimdi ne yaptım arkadaşlar" diye sordu. Sınıfın yarıdan çoğu el kaldırdı. Ben ve benim gibi temkinliler bir de bu vakayı görmeyenler, on on beş kişi el kaldırmadık. 

El kaldıranlardan birine sordu. Normal bir cevap bekliyordu. "Efendim çömeldin ve su içtin" dedi. Her kime sorduysa orada gözümüzün önünde gerçekleştirilen olayı tamamen değişik anlattılar. 

Durum değişti, gerçek dışı anlatmalar olunca ve birbirini hiç tutmayınca, herkese sıradan sormağa başladı. "Çöktün içtin, döndün içtin, enseni tuttun içtin" gibi ifadeler kullandılar. Sıra bana gelince 'Yüzü bize dönük ayakta bir bardak su içtiğini, bize samimi görünmek için böyle hareket ettiğini, böylece iç Hulül yapmak suretiyle bizden bilgi almak istediğini' söyledim. 

Biraz durup düşündükten sonra "Evladım tam istediğim cevabı verdin. Sen yoksa bu polislerden değil misin? Uzaydan mı geldin? Seni tebrik ederim. Not defterim yanımda değil. Bir daha ki ders hatırlat sana 10 vereceğim. Bundan sonra derslerime girip girmemek te tamamen serbestsin" dedi.

Ve sınıfa dönerek; Arkadaşlar beni hayal kırıklığına uğrattınız. Siz hepiniz olaylara tanık olmuş, tutanaklar tutmuş, bazı tespitlere imza atmış en az beş yıllık polislersiniz. Eğildiğimi veya ensemi tuttuğumu, sağa sola döndüğümü nereden çıkardınız.” Dedi ve değerli misalleri ve başından geçen bazı örnek olaylarla birlikte hulul dersi anlattı ve zil çaldı, çıktı, gitti.

Başta Diyarbakır kadrosundan gelenler olmak üzere bu olaya şahit olan bütün erkek ve kız arkadaşlar “ Hadi hadi, iyisin yine kaptın ‘10’ numara notu deyip takılıyorlardı bana. Nedense benim çok eskiden beri bir huyum vardı, böyle olaylarda hep temkinli davranır asla şımarmam, olanlara değil, hep olacaklara bakar kendimi öyle hazırlardım.

Aradan bir hafta geçti, tekrar istihbarat dersi geldi. O değerli Hocamız Burhanettin Toros Sarpel derse girdi ve ders defterini yazarken Denizli’li Diyarbakır kadrosundan Polis Arkadaşım Ramazan Kaya el kaldırdı ve; "Hocam geçen ders Hulül u bilmiştim bana 10 verecektiniz. Hatırlatmamı söylemiştiniz." dedi. Hoca "Aferin evladım, seni tekrar kutlarım." dedi ve not defterini çıkarıp numarasını sorduktan sonra kendisine 10 verdi. 

Ben dahil hepimiz şoke olduk. Sınıf olduğu gibi önce Ramazan’a hayretle, sonra da geri dönmüş bana bakıyorlardı. Hiç kimse de ses yok. Ben de ses çıkarmadım. Çünkü itiraz etsem bu arkadaşın hemen verilecek ilk cezası okuldan kovulup kurmay olarak kadrosuna geri gönderilmesi idi. 

Ders geçtikten sonra tenefüste niçin böyle yaptığını sorunca "Sen her zaman 10 alabilirsin, bende sayende bir on alayım ne olmuş yani." dedi. Bana bir de posta attı. Zaten çok yırtık birisiydi. Hemen yere şapkasını koyar “Yolsuz kaldık arkadaşlar. Para yardım edin.” Der bir dakkada bir haylı para toplardı. 

Eğer olur da bu yazımı okursa, kaç senedir avantamı yollamadı. Sigarayı bıraktım fakat Adana kebap yemeği bırakamadım. Yollasın ve e-maile ile haber versin. Utanmasın, bu olayı sadece burada yazıyorum. Başka hiç kimseye anlatmadım. O zaman sınıfta bulunan arkadaşlar ve bir de blogu okuyanlardan başka kimse duymaz. Korkmasın. Ha en başta SELAMLARIMI yolluyorum Ramazan!

11 Ocak 2012 Çarşamba

BEN DE POLİSİM

Mahmut isimli bir arkadaşımız vardı. 1968 yılında Sivas’ın Divriği İlçesinden kalkıp İzmir’e askerlik yapmak için gider. Burada polisleri yakından görerek bu mesleği çok sever ve polis olmağa karar verir. Terhisine üç dört ay kala bir polis karakoluna giderek, polisliği çok sevdiğini, polis olmak istediğini söyler. Karakolda yol gösterirler ve tam askerliği bittiği sırada polisliğe müracaat eder. Maşallah boy pos da tam yerinde. İşlemleri tamamlandıktan sonra ‘Sen git biz seni çağıracağız’ derler. Mahmut askerliği bitirmiş ve doğru Divriği de ki köyüne giderek, polisliğe çağırmalarını beklemeğe başlar.

Aradan az bir zaman geçtikten sonra Mahmut’un kalmakta olduğu Köyüne jandarmalar gelir ve bir kağıt imzalatarak Polislik için İstanbul’a gitmesini söylerler. Mahmut sorar soruşturur ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gitmek için Avrupa yakasında otobüsten iner. Bir taksiye binerek Vatan Caddesinde ki Emniyet Müdürlüğüne gider. Sevinçten uçmaktadır. En sevdiği mesleğini kazandı, polis oldu. Artık bir de kız bulup evlendikten sonra hayatını yaşamağa devam edecektir.

Emniyet Müdürlüğünde önce Personel Şubeye gider. Orada ‘İhtiyaç olduğu için seni okula göndermeden direk polis olarak İstanbul’a tayın ettiler. Lojistik Şubeden iaşelerini ve silahını al, tekrar bize gel sana polis kimlik kartı vereceğiz’ derler. Mahmut ta koşturarak ne derlerse onu yapar. Geri gelir polislik kimlik kartını da Personel Şubeden alır. “Tamam sen polis oldun git Langalar Karakolunda göreve başla.” Derler. Mahmut rahatlar oh polis oldu. Önce bir otele kalmak için kayıt olur. Yanında ki bavul ve Lojistik Şubeden aldığı resmi elbise kumaşlarını otel odasına bırakır, ücretini de öder ve öğleden sonra Langalar Karakoluna köyden geldiği gibi sivil kıyafetlerle gider.

Karakola girer fakat içerde resmi polislerden biraz gergin bir hava bulur. Kimseye bir şey söyleyemez. Hatta resmi birisi biraz fertçe “Niçin geldin? Git otur oraya.” Der ve orada oturan gençlerin yanını gösterir. İçerde bankın üzerinde beş kişi kendi gibi gençler oturuyor. Demek ki kendinden önce gelen polisler de varmış. Hemen yanlarına oturur, sıraya girer. O oturanlar da genç ya Bunlarda yeni polis yeni göreve başlayacaklar. Öyle anlar. Uzun süre bekledikten sonra bunlara kimse bir şey sormaz, akşama kadar otururlar. Karakola görevi devralmağa yeni polisler gelir ve görevi devralırlar. Yeni Nöbetçi Polis bağırır çağırır bunları kaldırır ve doğru nezarethaneye koyar. Kendi kendine ‘Allah Allah acaba sır tutabiliyor mu diye bizi test mi ediyorlar? Olsun öyleyse biraz sonra çıkarırlar.’ Diye düşünür. İyi sır tutuyor ya kimseye de bir şey sormaz. Ha çağırsınlar, ha çıkarsınlar derken sabah olur. Karakola gelene kadar her şey süper gitti de Karakolda birden ne oldu da böyle oldu anlayamaz.

Ertesi gün gündüzcü Nöbetçi memur görevi devralırken bakar ki nezaret defterine kayıtlı beş kişi suçlu var. Bir mahalle maçında kavga etmiş ve yakalanarak göz altına alınmışlar fakat içerde nezarette altı kişi var. Hepsini nezaretten çıkarıp karşılarına durdurmuşlar ve kimlik tespiti yapıyorlar. Bakarlar ki Mahmut’un ismi nezaret defterinde yok. “Sen kimsin be birader? Nezarette ne yapıyorsun? Seni buraya kim getirdi?” diye sorarlar bizim Mahmut’a. Mahmut "Ağabey vallahi kendim geldim. Ben de polisim, aha tabancam kimliğim var. Dün bu karakola tayin edildim. Sır tutabiliyor mu? diye beni denediniz sandım" der. Özür filan dilerler. Karakol Amiri “Sen şimdi git istirahat et de yarın gündüz gelirsin.” Der. Mahmut öyle üzgün karakoldan çıkar istirahat etmek için otele gidecek fakat Allah ıslah etsin. Otelin ismini unutmuş. Yerini zaten bilmiyor. Öğlene kadar her tarafta aramış fakat oteli bulamamış. Başka bir otele giderek yatmış ve Lojistik Şubeden aldığı resmi elbise kumaşları ve kendi eşyaları ile 25 adet te tabanca fişeği kayıp olmuş. Mahmut Sümerbank tan kumaş alıp elbise diktirmiş ve aynı karakolda uzun zaman polislik görevine devam etmiş..

Biz sadece aksilikler oluyor diye kendimizi görüp hayıflanıyoruz fakat demek ki böyle aksilikler herkesin başına gelebiliyor da pek azını bizler bile biliyoruz.

DELİYİ TESLİM ETTİK

1974 yılı Siyasi olaylar nedeniyle Sıkı Yönetim ilan edilmiş, askeriye yarı yarıya yönetime el koymuştu. Adana ve civarında Polis Teşkilatı Askeriyenin emrinde çalışıyor er den komutana kadar herkes kral gibi astığı astık, kestiği kestikti. Sıkı Yönetim Komutanı Jandarma Albay Osman Çitim Bey ve bazı komutanlar Adana da asayişi düzeltmeğe çalışıyorlardı. 

Halbuki solcular ve sağcılar bazı yerleri kurtarılmış bölgeler ilan etmiş, her akşam karşı taraftan bir adam öldürüyorlar. Bazen de karşı taraftan öldüremeyince kendi adamlarını öldürüp, karşı tarafların üzerine atıyorlardı. Adana öyle bir duruma gelmiş ki iki gurup birbirlerine tam düşman olmuşlardı. Hatta polisler bile bölünmüş, başta Vali olmak üzere ‘bunlar bizimkiler mi?’ diye gördükleri toplu yürüyenler için anons ediyorlardı.

Askeri inzibatlar ve kolluk kuvvetleri her tarafta vızır vızır dolaşıyor, bir ufak şüpheli insanları yakalayıp kendilerine göre sorgu yapıyorlar, durumlarını inceliyorlardı. Yakaladıkları adamları muhafaza edecek yerleri olmadığından, geçici olarak polis karakollarına teslim ediyor, sonra alıp sorgularını kendileri yapıyorlardı. 

Bir akşam üzeri Bağlar Karakoluna bir askeri cemse yaklaştı ve içinden inen inzibatlar yakaladıkları birkaç siyası suçluyu, geçici olarak muhafaza edilmesi için karakola getirip sonra geri almak üzere teslim ettiler. Bu olağandır. Nezarethanelerinde yer olmayınca geçici olarak zimmet karşılığı başka karakol nezarethanelerine suçlular misafir olarak bırakılır ve sonra geri alır sorguları yapılırdı. Her zaman olan gayet normal bir uygulama. Bu suçlular bir veya birkaç gece Karakolumuzda misafir olarak kalacaklar, askerler sonra gelip geri alacaklardı.

Akşam görev alan gurupta Karakol Nöbetçisi Tunceli li 
Abdulbaki isimli bir polis arkadaştı. Nezaret defterini imzalayıp görevi teslim aldıktan sonra kayıtlardan suçluları incelerken, inzibatların gündüz gurubuna teslim ettiği suçlulardan birinin Tunceli li hemşerisi olduğunu öğrenir. Şahsı nezarethaneden çıkartır ve yanına çağırarak kendisine birkaç soru sorduktan sonra bir de çay ısmarlar ve; "Haşa meynuzur seni yakalayanın neresine, senden terörist olmaz. Suçlu da olmaz. Biz hemşeriyiz. Serbestsin hadi git." der ve suçluyu salıverir. O öyle küfürlü konuşacağı zaman 'Haşa meynuzur' derdi her ne demekse. Delikanlı önce inanamaz. Gerisine ve sağa sola baka baka hızlı adımlarla giderken, diğer polis arkadaşlar Abdulbaki arkadaşı uyarsa da O dinlemez. İnzibatların geçici olarak teslim ettikleri, sonra geri alacak oldukları Zeki isimli suçluyu salıverir ve suçlu da çeker gider.

Ertesi sabah bizim gurup görevi devralırken, Karakol gurup nöbetçisi Mehmet Emin, suçlu noksan olunca nezaret defterini imzalayıp suçluları ve görevi teslim almadı. Abdulbaki görevi devir teslim etmeden öylece bırakıp istirahat için evine gitti. Karakol Amiri gelince konu haliyle kendisine intikal etti. Karakol Amiri Başkomiser Yavuz Bey şoför Bekçi Rıza'yı yollayıp Abdulbaki’yi evinden aldırdı. Baki Karakola gelince tabancasını alıp nezarette bekletirken bir taraftan da o salıverilen kişinin evine bakmak için birkaç polis gönderdi fakat verilen adreste hiç ev filan yok, tamamen boş tarla. Haliyle bırakılan adam da yok tabi. Hayalı bir adres verilmiş. Başkomiser Yavuz Bey Tunceli li polis Memuru Baki'yi bu adamı bulup, yakalayıp getirmesi için bir polisle birlikte tekrar yolladı. Adres asılsız ve şahıs bi mekan takımından çıkınca bulunabileceği yerlere bakıldıysa da şahıs yakalanamadı. Gidiş o gidiş, Zeki isimli bu adam sırra kadem bastı.

Artık Polis Baki’yi kimse kurtaramazdı. Hepimiz çok üzülüyorduk fakat elden gelecek bir şey yok, sonra kendi salıverdiği için, kendi düşen ağlamazdan başka bir şey de diyemiyorduk. Kendisi de sonradan suç işlediğini anlamış ağzını bıçak açmıyordu. 

Öğleden sonra hepimiz Karakolun önünde oturmuş akan kanalın suyu ile serinlenip lağ lağı ederken birden Karakol Amiri Yavuz Bey odasından Polis Memuru Poturge’li Mustafa'yı çağırdı. “Hemen git karşıda Pazar yerinde ki Deli Hasan’ı al gel.” Dedi. Karakolun karşısında pazar kurulmuş herkes alış veriş ediyorlardı. Deli Hasan hep pazar yerlerine ve duraklara takılır, verilen bağışlarla geçinen kimsesiz bi mekan takımından birazda garibanın biriydi. Herkes Deli Hasan'a takılır acı verirler, o da her tarafı dümdüz eder söver, millet yine takılmağa devam ederler sonrada para verirlerdi. Polisler de o Hasan’a çok takılırlar onun için polisleri de pek sevmez saymaz hatta küfür bile ederdi, Deli Hasan. 

Mustafa Deli Hasan’ı o kendisine söverken ve direnip gelmek istemezken çeke çeke Karakola getirdi. Hatta getiremedi, yarı yola kadar gidip bizlerde getirmek için yardımda bulunduk. 

Ben önce Deli Hasan birini vurdu yaraladı da Başkomiser oturduğu yerden gördü, onun için getirtiyor, öyle sanmıştım. Deli Hasan odasında bizim Başkomiseri de dövecekti. Sınırından ağzından köpükler dökülüyordu. Önce onu nezarete attık. Bir iki saat sonra Başkomiser odasına aldı. Deli Hasan'a "Ben Başkomiserim bu karakolun amiriyim. Seni de kendime yardımcı yaptım. Sen bana teşekkür edecekken sövüyorsun. Halbuki seninle birlikte çok önemli operasyonlar yapacaktık. Sana gizli görev veriyorum. Sakın gizli görevli olduğunu unutma. Bu konuştuklarımız da aramızda kalsın, kimseye söyleme!" diyordu ve Hasan'ı ayak ayak üstüne oturtup çay ısmarlıyordu. Arada kızıp bizlere de bağırıyor ve ona göz dağı verip korkutmağı da ihmal etmiyordu. 

İki saat kadar sonra da gizli görev belli oldu. Baki’nın bıraktığı adamın ismini söyleyip “Sen Zeki sin. Senin adın Hasan değil Zeki. Söyle bakiyim. Şimden sonra sana kim sorarsa adın Zeki.” Diyordu. Bir dakikanın içinde koca Deli Hasan Zeki oldu çıktı. Yanı Polis Abdulbaki'nin bıraktığı suçlu oldu. 

Deli Hasan o gece bizim Karakolda nezarette yattı. Sabaha kadar nerelidir nedir hepsini öğrendi. Üstelik gizli görev ya hiç kimseye başka bilgi vermeyeceğini de kabul etti. Ertesi gün sabahı Başkomiser karşısına alıp “Nedir senin adın?” diye bağırınca önce “Ha..Ha.. yok başkomiserim Ze.. Zeki” deyip artık istenen kılıfa girdi. Başkomiser karakolun karşısında ki pazar yerinde pencereden görmüş olacak ki birden aklına düştü ve bu deliyi suçlu Zeki'nin yerine koymak için çağırtmıştı. Cebine de 100.00tl para koydu. 

Deli Hasan artık askerlerin teslim ettiği, Bizim Polis Abdulbaki nin serbest bıraktığı, suçlunun adını soyadını iyice ezberledi. Hele 100 tl yi de görünce Hasan iyice coştu ve “Vur de vurayım, kır de kırayım, AAAmirim.” Diyordu. "Yok. Vurmak kırmak yok. Sen sadece asıl kimliğini kimseye söyleme, ismin de Zeki olsun yeter." dedi Başkomiser.

Askerler gelene kadar Hasan'ı karakolda beklettik. İki gün sonra misafir bıraktıkları suçlularını almağa gelen inzibatlara diğer suçluların yanında Baki’nin salıverdiği suçlu Zeki'nin yerine bu Deli Hasan 'Zeki' diye teslim edildi. Suçlu sayısı tutuyor fakat suçlulardan biri onların teslim ettiği adam değil. Sahte suçlu. Askerler bastı imzayı, teslim ettikleri suçlularını alıp gittiler. Bir tanesi sadece esas suçlunun adını soyadını ezberlemiş, mahallenin delisi o kadar.

Daha inzibatlarla Hasan arasında neler olduğunu bilmiyoruz. Dört beş gün kadar sonra deli Hasan Karakola geldi. Askerler serbest bırakmışlar. Burnu havada bize hiç muhatap bile olmuyor. Kapının önünden Karakol Amirine seslendi; "Bababaşşşkomiserim, Yavuz Baba, ben geldim. Başka yapılacak bir görev yok mu? Yolsuz kaldım da." diyordu. 

Başkomiser de "Sen kayıp olma, görev olursa ben seni arar bulurum" dedi. Ve bu garibana 50,00tl daha verip yolladı. Bizlerde kendi aramızda toplar ara sıra koltuk çıkardık Enyu, Enyu Deli Hasan'a. Her parası bitince gelir karakolda avantasını alır giderdi. Dışarı çıkınca da “Ohh sizin paranızı yemek çok tatlı oluyor.” Der gıcık verir ve kaçardı. Polis Memuru Baki'ye resmi bir işlem yapılmadı fakat Başkomiser resen iyi bir ceza verip meslek hayatını kurtardı.

Sonraları ben Cinayet Masasında iken bir gece, "Kendine polis süsü vererek Baraj yolunda bir kahvede şahısları dövüp gasp etmek isteyen bir şahıs olduğunu bildirmeleri üzerine olay yerine gittik. Bizden önce Asayiş Ekipleri gitmişler ve şahsı yakalamışlar, baktım bu Deli Hasan. 

Durumun ciddi olduğunu anlamış mı bilmem, beni görünce tanımadı, ben kendisini ismi ile çağırınca, o da bana yanaştı ve; "Ağabey, bu polisler beni dövüyorlar, ellerinden kurtar, ne olur?" diye bağırarak ağladı ve ayaklarıma sarıldı. Hasan'ı ekiplerden teslim aldık. 

Durumunu arkadaşlara anlattım ve biraz gittikten sonra çorba içirip cebine de bir kaç kuruş koyduktan sonra serbest bıraktık. Adamlar takılınca onlara küfür edip dövmüş. Onlarda Deli Hasan'a çamur atmışlardı. Öyle zorla para almak adeti hiç yoktu. İsterdi verirsen alır önce teşekkür eder, sonra söver giderdi. Not: Resim internetten temsilidir.