SAYFALAR

3 Şubat 2012 Cuma

YEŞİL RİZE

1998  Ankara Ahlak Amiriyim. Gece çalışmalarımdan sonra sabah oldu. Eve giderken Cebeci de 'Salon Yeşil Rize' isimli bir kahve gördüm. Şoförüme "Dur şurada bir çay içelim" dedim. 

İçeri girdik ikişer çay içtik. Telsizi filan saklamama rağmen adam polis olduğumuzu anlamış ki bizden çay parası almadı. Teşekkür ettim ve çıkarken "Rize'nin neresindensin? Hemşerim." diye sordum.
Adam "Ben Niğde'liyim, Rize li değilim, Ağabey." dedi. "Burayı sen çalıştırmıyor musun?" dedim. "Evet, ben çalıştırıyorum." dedi. "Sen Niğde'lisin, kahvenin ismi niçin Yeşil Rize? Rize li den mi devir aldın?" dedim.
"Ağabey Emniyet şimdiye kadar Kürtlerin elinde idi. Bu kahvenin adı Şanlıurfa idi. Şimdi Emniyet Lazların eline geçti. Ahlak Amiri Rize'li imiş ben de adını değiştirdim 'Yeşil Rize' koydum. Ne zaman Emniyet Türk'lerin eline geçer o zaman Niğde ismini koyacağım" dedi. Orada anladım ki ne kadar tarafsız uygulama yapsan, vatandaş kendi değerlendirmesini kendine göre yapıyor.

1 Şubat 2012 Çarşamba

BURASI GÜVENLİ

1998 yılında Ankara Ahlak Amiriyim. İki yıla yakın Ahlak Amirliğim esnasında da bir çok enteresan olaylara şahit oldum. Ben Ahlak Amirliğini hiç istemezdim. Orada çalışan arkadaşlarımlar la da devamlı dalga geçerdim fakat hiç sevmediğimden mi bilmem bana da nasip oldu. Diğer birimlere hiç benzemez. Beni oraya Cevdet Saral Müdür niçin verdi hala anlamış değilim. Tayınım çıkmadan haberim oldu ve ne kadar gitmemek için direndiysem de nafile, gittik göreve başladık.

Ankara nın bütün gayrı meşrularının bu birimle bağlantıları ve ilişkileri vardır. Onun için çok tedbirli hareket etmek mecburiyeti vardır. Diğer kısımlara hiç benzemez. Sana en yakın olan yanında çalışan amir ve memurlar da yeri geldiği zaman seni satarlar. Onun için hiç kimseye güvenmezdim ve kendi kafamdan bir plan yapar o plana göre hareket ederdim. Hiç kimseden menfaat temin etmeden vicdanen rahat çalıştığım ve kimseye gebe olmadığım için de benden çok korkarlardı. Bu kısımda çalıştığım zamanlarda ki başımdan geçen ve şahit olduğum olaylar çok fazladır. Onların hepsini anlatıp kaleme döksem ömrüm yetmez. Çok büyük haksızlıklar hep biri birini takip eder. Benim bu haksızlıkları düzelmem imkansız fakat bir azını kendimce düzeltmeğe çalıştım. Ne derece düzeltebildim onu ben bilemem o zaman ki gayri meşru alemine sormak lazım.

Bu çalışmalarım esnasında bazı enteresan olaylarla da karşılaştım tabi. Bir gece saat 03.00 sıralarında ekibe Çankırı Caddesindeki gazino ve barlarda kontrol etmelerini telsizle emir verdim. Bu emir tabii ki kendi personelimin bazıları tarafından mekan sahiplerine gizlice bildirildi. Ekiplerim gazino ve barlarda uygulamalarını yaparlarken ben de şoförüm ile birlikte İsmetpaşa tarafından gazinoların arkasından yaya olarak bu bölgeye doğru giderken o ara sokaklarda bana doğru hızla gelen yarı çıplak 10-15 kadar bayan gördüm. Ankara'nın o kış soğuğunda yarı çıplak kaçıyorlardı. Yanımdan geçerlerken "Kimsiniz, böyle nereye gidiyorsunuz?" dedim. Öyle zaman telsizi kapatır belime takardım. Polis olduğumu hiç anlamadılar. "Ağabey o merhametsiz Ahlak Amirinden kaçıyoruz, nerede saklanacağımızı da bilmiyoruz?" Dediler. Döndüm geri, "Benimle gelin." dedim ve daha önce bildiğim terzi dükkanında yatan, kimsesiz gariban birisi vardı, Cinayet Masasın da çalışırken gece yanına gider çay filan içerdik, kapısını çaldım. Kapıyı içerden açtı. Eeeemreet aaaağabey" dedi. 1.30 boylarında Ufaklık Ahmet tı. "Bu kızlar sana teslim, hiç kimseye vermeyeceksin. O merhametsiz Ahlak Amiri gelse ona bile vermeyeceksin. Kıllarına zarar gelmeyecek. Gelirse karışmam." dedim ve çektim gittim.

Ertesi gün bu yakalanan kartsız kaçak kadınları muayeneleri için Hıvzi Siha Hastanesine gönderirken 8-10 kişi de yakalanmayan bayanlar gelerek muayene olmak istediklerini bana beyan ettiler. İçlerinden bir tanesi bana bakıp devamlı gülüyordu. Ben kendisini tersleyince arkadaşlarına; "Bu adamdan korkmuyorum. Ne yaparsa bizim iyiliğimiz için yapıyor. Ben kendisi ile konuşacağım." dedi ve birden odama girerek kapıyı kapattı. Her ne kadar bağırdıysam da dışarı çıkartamadım. İlk olarak "Senin için deli diye konuşuyorlar. Bu gerçek midir? dedi. Akşam yakalayıp ta terziye ben teslim ettiğimi bilmiyorlar biliyordum. Meğer teslim ettiğim Terzi Ufaklık Ahmet kızlar bana küfürler savurunca, "Sizler Ahlak Amirini tanıyor musunuz?" diye sormuş. Onlar da "Yok." cevabını vermişler. Benim Ahlak Amiri olduğumu, kendilerini oraya Ahlak Amirinin yanı benim getirdiğini kızlara anlatmış. Bu çok büyük bir infial olmuş. Terzi Ahmet "Siz o adamdan nasıl korkarsınız anlamıyorum. Recep Ağabey acıklı filimler seyrederken ağlar. Herkesin derdine ortak olur. O kimseye kötülük edemez. Eskiden her akşam buraya yanıma gelir çay şeker getirir içerdik. Sadece zalim kişileri biraz incitir" demiş ve kızları rahatlatmış. Kızlar da ertesi gün kendi rızalarıyla gelip muayeneye gittiler. Ondan sonra zaten kızları hiç göz altına almazdım. "Yarın gelim." diye tembihler giderdim.

Arkalarından kızları takip eden ve bu duruma şahit olan pavyon sahibi Kürt Mevlüt  bu olayı herkese anlatmış ve benim için
"Bu adam delidir" diye de birkaç yerde söylemiş. Gerçekten hayatımda en çok acıdıklarım travestiler, tele kızlar ve genel ev kadınlarıdır. Hepsi de erkekler tarafından kandırılmış kader kurbanıdırlar. Güya para kazanıp hasta yakınlarını kurtarmak için o yolu seçmişlerdir. O acımasız iş verenlerine karşı hep onları korudum.

31 Ocak 2012 Salı

UYANIK

1975 yılında; bir suçluyu yakalamak için Adana da Karşıyaka dolmuşlarında sahibi ile anlaştım ve bir hafta kadar şoförlük yaptım. O zaman ki güzergaha göre Valiliğin yan tarafından bu dolmuşlar kalkar taş köprüyü geçtikten sonra Devlet Hastanesi önü son durağı olurdu. Bir sabah saat 10.00 sıralarında son durakta durdum, yolcular iniyordu. Dolmuş arabalarının hepsi de genel de çok eski, tamponları demirli filan Skoda marka taş gibi arabalardı.

Arkamda birden 'küüt' diye bir ses duydum. Bana durduğum yerde gelip çarpmışlardı. Hemen indim fakat bana çarpan hususi Mersedes arabadaki genç delikanlı tutulmuyor, bıraksalar beni parçalayacak hem küfürler hem de "Arabama niçin çarptın lan" diye bağırıyordu. Hasara baktım onun arabası bayağı hasarlıydı. O öyle tutulmazken "Ben mi senin arabana çarptım" diye sordum. "Tabi sen çarptın lan bin lira zararım var ödeyeceksin" diyordu. Ben daha ses çıkarmadım. Geri geldim arabama binerken O hala "Dur kaçma lan" filan diyordu. Arabayı çalıştırdım. Beş metre kadar ileri gittikten sonra durdum. Geri vitese taktım. Hızla geri gelerek orada hala bekleyip bağırıp çağıran bu gencin Mersedes arabasına hızla gelerek kasıtlı olarak çarptım. Bu olayı ikinci defa tekrarlarken arabasının önüne geçti. Az kalsın kendisine de çarpacaktım. Ön panel ve radyatörü param parça oldu.

Arabamdan tekrar indim ve "Senin arabana şimdi ben çarptım. Demin Sen benim arabama çarpmıştın. Ya doğruyu söyle, ya da tekrar çarpıyorum fakat bu sefer sana da çarpabilirim." dedim. Doğruyu söyledi. Arabasını başka yerde çarpmış. Hasar parasını almış. Ben den de para koparmak için mahsus numara yapmış. Kerata. Halbuki git zengin adamlara çarp fakat insanların ne yapacağı belli olmuyor. Bazen de
 her şey senin düşündüğün gibi olmuyor veya kurduğun plan yürümüyor işte.