SAYFALAR

16 Şubat 2012 Perşembe

şiir KORKUYORUM


Çok güzelleri tanıdım, yoktur senin gibisi,
Sana kul köle olsunlar, o güzellerin hepisi,
Senin için her gece, erken yatarım doğrusu,
Rüyalarıma gelmiyorsun,  korkuyorum yar.

Belki de dünyaya gelmemiş,  bir daha eşin,
Seninle parlıyor ışığı, gökte doğan güneşin,
Cehennemi arattırır, yakarsa senin o ateşin,
Seni tanıyalı huzursuzum, korkuyorum yar.

Bazen hiç bakmazsın, bazen gülüp geçersin,
Bağladın beni kendine, sen bayram edersin,
Bana acımazsın ki, sonra bırakıp ta gidersin,
Ben hep onu düşünüyorum, korkuyorum yar.
                                           Recep Ali Öztürk

HUZUREVİ ZİYARETİ


31 Ocak 2012 tarihinde Keçiören'e Huzur Evi ziyaretine gittik. Gittik diyorum çünkü O da benim gibi övülmeği sevmeyen fakat ben yine de met etmeden geçemediğim Kurs öğretmenim Nalan Hanımın önderliğinde organize edilerek, bu insanların yaşantılarına kısa bir sürede olsa ortak olmağa çalıştık.  Hepsinin derdi, sıkıntısı farklı,  ufak bir kırgınlık nedeniyle adamlarından kopmuşlar ve kendilerini bu huzur yerine atarak huzur bulmağa çalışıyorlar. Kırıldıkları yakınlarını bu şekilde uzaklaşarak cezalandırmağa mahkum edenlerin veya bu yakınları tarafından gerçekten terk edilen çaresiz kişilerin, işte biz onların ziyaretine gittik. Ben pek dayanamadığım için fazla ilgilenemedim. Hepsi torunlarını ve adamlarını özlemiş buruk bir vaziyette oturuyorlar. Huzur evi sakinlerinin aşağı yukarı hepsinin ortak ifadeleri: "Eşim öldü, dünyanın tadı tuzu gitti" dir. Yaşar isimli çok eski bir arkadaşıma rastladım. İkimizde duygulandık Yaşar ağladı ben kendimi zor tuttum, zavallı dört tane oğlu var birisi doktor. Bazı çok bilmişler 'İnsan kendi kaderini kendi yaratır' derler fakat bazıları kendi kaderini niçin yaratamıyor yine kendilerine sormak lazım. Ben çok duygulandım, başka bir şey yazamayacağım. Hatıra fotoğraflarını yayınlıyorum. Hepsinin ömrünün sonlarının hayırlı olmasını diliyorum.

14 Şubat 2012 Salı

MANTIKSIZ TESADÜF


1975 yılı güz ayları, Adana Küçük Saat'te lüks bir konfeksiyon mağazası. Bir Cuma günü mağazanın alt katında mağaza sahibinin on yaşlarında ki torununa fiili livata edildi ve iple boğularak öldürüldü.

Olay faili meçhul kaldı. Olay yerinde delil olarak belli başlı bir şey yoktu. Sanığa ait çok belirgin bir şekilde yere çıkmış 43 numara yazlık ayakkabı izi ve bir kaçta üzerinde yazılar bulunan bir cep defteri düşürülmüştü. Bütün mağaza çalışanları, dostları düşmanları çok ince bir şekilde araştırıldıysa da olay aydınlanmadı. Dosya bana havale edildi. Her ne kadar canla başla çalıştımsa da bu olayı aydınlatamadım. Aklıma geldiği zaman uykularım kaçıyor hep onu düşünüyorum fakat her taraftan yollar kapanıyor bir türlü aydınlanmıyordu. Cuma günü güpe gündüz herkes camide iken işlenen bu ağır suç faili meçhul kalmıştı.

Zaten bu şekilde senede ya bir, ya iki, faili meçhul kalırdı. Aradan iki sene geçti. Olay artık unutulmuştu. Yanı olay kayıtlarda faili meçhul olarak görünüyor fakat aydınlanacağından ümitler kesilmiş, dosyası rafa kaldırılmıştı. Bu olaya bakan arkadaşlarımdan birlikte çalıştığımız bir arkadaş hakkında bir şikayet olduğundan soruşturma başlatılmış ve Adana Yarbaşı Polis Karakoluna tayin edilmişti. Sorgularda filan enteresan çıkışları ile ün yapmış kendisine "Mantıksız Salih" derdik. Suçluya sorgu esnasında olur olmaz sorular sorar kendisi de alay konusu olurdu. Bu sebepten de kendisine 'Mantıksız' lakabı takılmış ve herkes onu öyle tanırdı.

Bu arkadaş Yarbaşı Karakolunda göreve başladıktan bir kaç ay sonra bir gece nöbetçi iken gece bekçileri kendilerinden kaçmak isteyen on dokuz yirmi yaşlarında bir genci şüpheli olarak yakalamışlar ve Karakola getirmişler. Bu genç bekçilerden kaçarken aralarında uzun süreli bir kovalamaca olduğundan dikenli tellere takılmış ve bazı yerleri çizilmiş, elleri ve vücudunda sıyrıklar oluşmuş vaziyette Karakolda göz altına almışlar.

Gece saat 02.00 sıralarında beni evden aldılar arkadaşlarla birlikte Yarbaşı Karakoluna, bizden sürgün gidip te nöbetçi olan Polis Memuru o Mantıksız Salih'ın yanına gittik. Bize elinde ki notlardan bazı bilgiler verdi. İsim verdi. Adres verdi. "Faili meçhul Küçük Saat olayının faili bu şahıstır, gidin yakalayın ve inceleyin" dedi. Bende "Yine ne mantıksızlık ettin de faili buldun?" diye takıldım.
Söylediği adamı bir süre takip ettikten sonra yakaladık. Üzerinde taşıdığı bir de ruhsatsız dokuzlu Belçika tabancası vardı. Ayakkabı numarası da 43. Evin deposunda eski 43 numara spor ayakkabıyı da bulduk. Şahsı inceledik. Sorguda suçlu bu adam olduğu yer gösterme ve bazı delillerden anlaşıldı. "Ağabey zaten vijdan azabi çekiyordum, teslim olup suçumu itiraf edecektim." dedi  ve tevkif oldu.

Mantıksız olayı nasıl çözmüş biliyor musunuz?
Söyleyim:
Bekçilerin o gece yakaladığı elleri çizik yirmi yaşlarında bir çocuk şüpheli vardı ya. Ona iki sene önce işlenen cinayet için. "Ellerin, ayakların niçin çizilmiş lan? Yoksa o Küçük saat ta ki çocuğu sen mi öldürdün?" diye sorar. Çocukta birden boş bulunur ve "Hayır ağabey ben değil Amcam öldürdü" der.
Daha önce bir yakınları ölen çocuğun dedesinin yanında çalışırken, kendisine dedesi tarafından fiili livata edilmiş. Amcası da intikam almak için Dede nin torununa livata etmiş ve öldürmüş. Hangi mantıklı adam iki yıl önce işlenen cinayeti, bugün elleri ayakları çizilen adama 'sen mi yaptın' diye sorar? Bazen mantıksızlık ta işe yarıyor işte.