SAYFALAR

14 Aralık 2012 Cuma

KAPISINDA VURULMUŞ

1976 yılı Adana Cinayet Masası; Adana Yurt Mahallesinde bir İlkbahar gecesi saat 03.00 sıralarında Haber Merkezi anons ederek, bir bağ evinde cinayet olduğunu bildirdi. Tam adres olmadığından uzun bir arayıştan sonra olay yerini bulduk.

İlk gördüğümüz; bir insan pijama ile evin kapısının önünde kapı lambasının aydınlattığı, çimenlik ve kumluk yerde sırt üstü uzanmış, yatıyor. Başının altına yeşil bir leğen koymuşlar, leğen kan ile dolmuş ve etrafta dağılmış beyin parçaları ve bir iki kemik kırıkları vardı. Av tüfeklerinde kullanılan ve şarvotin denen mermi çenesinin altından yakın atışla girmiş, kafa tasını parçalayarak, beyni dağıtmış ve çıkmıştı. İki adet 12 numara, bir adette 20 numara boş av tüfeği kovanları bulduk. Bunlarda cesedin yakınlarında düşmüşlerdi.

Evde; ölenin eşi bir bayan, genç kızları, birde 14-15 yaşlarında oğulları vardı ve ağlaşıp duruyorlardı. O zamanlar Olay yeri inceleme veya benzeri birimler yoktu. 'El swapı'diyede bir şey yoktu. Cinayet Bürosu olarak bizler araştırma yapar, delillere ulaşır ve olayın gerçek şeklini aydınlatırdık. Bu olayı soracak yakın komşuları da yoktu. O bölgede geçici olarak oturan yabancı Şarklı işçiler vardı ve hırsızlık falan yaparlardı.

Olayın oluş şeklini sorduk. Kadın ifadesinde; "Yatarlarken kapı da sesler duyduklarını, çocukları uyurken, kocası kapıyı açıp dışarı çıktığını, daha sonra boğuşma sesleri duyduğunu, dışarı çıktığında kocasının üç kişi ile kavga ettiğini, bu kişileri tanımadığını ve birtanesinin elinde av tüfeği olduğunu bu esnada tüfek patladığını ve kocasının yere düşerek bu şekilde öldüğünü, kendilerinin hiç silahı olmadığını, kocası o üç kişi ile boğuşurken içlerinden birinin kocasını vurduğunu, şahısları ilk defa karanlıkta gördüğünü, şimdi görsede tanıyamayacağını" söyledi.

Olay mantığa uygundu. Evlerinin içine girdim. Çıkarken kapının arkasında 20 numara bir av tüfeği gördüm. Kullanıp kullanmadıklarını sordum. 3-4 yıldan beri hiç kullanmadıklarını söylediler. Namluya karanlıkta küçük parmağımı sokarak kontrol ettim. Namlu ıslak ve simsiyahtı. Böyle dolma tüfeklerde kara barut ile ateş edildiği zaman genelde namlu içi ıslak ve siyah boya şeklinde kurum oluşr. Fişek yatağını açtım. İçi boş fakat ince kum taneleri vardı. Kara barut ile yeni ateş edilmiş, ayrıca anlaşılmasın diye içine namlunun uc tarafından ince kum atılmıştı. Ayrıca evin dış tarafında yğılmış inşaat kumu vardı. Tutanaklarla tesbit ettik. Teknik Büro inceledi ve evde bulduğumuz kırma av tüfeği ile 'ateş edilmiştir' raporu verdi. Ayrıca 20 numara boş kovan da Teknik Büroya göre bu tüfekle atılmıştı. Ertesi gün kadın ağlayarak tutuklandı ve kesinlikle inkar etti. Ben de meslek hayatımda çok etkilendiğim ender olaylardan biridir. Fakat yapacak bir şey yok.

Biz o günün sabahı, o bölgedeki bütün evleri aradık. O bölgede kalan Şarklı vatandaşlarda 8-10 tane av tüfekleri bulduk. Hepsine balistik inceleme yaptırdık. Fakat orda ki iki kovanların atıldığı tüfeği bulamadık. O cıvarlarda olan başka evlerden daha sonra soruşturduk 'Zaman zaman hırsızlık için gelenler olduğu' teyit edildi.

Benim anladığıma göre evet yabancı şahıslar hırsızlık için geldiler. Ev sahibi erkek farkına varınca dışarı çıktı. Gelenlerle boğuştular. Belki de kadın kocasını kurtarmak için ateş etti fakat kazaen kocasını vurabildi. Eğer kadın veya çocuklardan birisi kendi tüfekleri ile ateş ettiklerini söyleseler belki de hiç biri tutuklanmazdı. Evde ki tüfek ile ateş edildiği kesin fakat inkar ettiler. Bu yüzden evin hanımı olayın faili olarak yargılandı ve ceza aldı. Uzun süre hapiste kaldı.   

11 Aralık 2012 Salı

SAHTE MÜDÜR

1988 yılında Ankara Hırsızlık Bürosunda Ekip Amiriyim. Çok soğuk ve her tarafta kar ve buz var. Gece saat 03.00 sıralarında ekibimle birlikte Akayı yokuşunda bir pavyona gittik. Müsteciri ile birlikte odasında otururken bir resmi elbiseli emniyet müdürü geldi.
 
Yanımızda oturdu ve bizimle bir şeyler konuşmağa başladı. Biraz çakır keyif görünüyor, başka yerlere de uğradığı belli oluyordu.
Resmi elbisesi nizamı, parkesi ve ayakkabıları biraz uyduruktu. Sonra gecenin o saatin da resmi elbise ile ne geziyordu? Kendisine bazı şeyler sordum, çok güzel cevaplar verdi. Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışıyormuş. Memur arkadaşlarım resmi müdürü görünce biraz çekindi rahatsız oldular. Saygı gösterisinde bulundular. O da benim memurlarıma "Yeyin, için, çekinmeyin çocuklar" diyordu.
 
Kimliğini istedim. Çıkardı gösterdi, fakat fark ettim, kimlik fotokopi. Hemen tabancasını almak için ellerinden tuttum ve kısa bir boğuşma yaşadık. Memurlarım hala müdür biliyorlar, saygı gösteriyorlardı. Ben tabancasını aldım. Kelepçe takmağa çalışırken beni itti ve elimden kaçtı. Pavyondan çıkarak Akayi yokuşunda o resmi kaçmağa, bizler sivil onu kovalamağa başladık.
 
Sokak aralarında koştururken başka resmi polisler gördüler. Onlara "Ben müdürüm çocuklar, bu adamlar beni dövmeğe çalışıyorlar. Beni kurtarın. Onları yakalayın" dedi. Resmi polisler bizimle uğraşırken, O uzaklaştı ve ileride kırmızı bir şahin otoya bindi. Arabayı çalıştırana kadar ben durumu resmi gerçek polislere anlattım ve arkasından koşarak adamı yakaladık.
 
Araba düz kontak edilmiş, Kayseri plakalı ve adam resmi elbise giymiş sahte müdürmüş. Ankara da değil Kayseri'de otururmuş. Her hafta böyle resmi olarak pavyonlara gider yer içer, yolunu bulur, bir de araba çalar, götürür Kayseri de satarmış. O bindiği araba da çalıntı tabi, ama onu Ankara ya gelmek için Kayseri de çalmış.
 
Ertesi gün Müdürümüz bize fırça attı. 'Resmi elbise ile niçin nezarete attınız' dedi. Ya ne yapacaktım, adama bir de takım elbise mi alacaktım? Dünyada ne uyanıklar var bir bilseniz. Fakat hiç birinin de saltanatı uzun sürmüyor. Bir gün ille ki hesap veriyorlar. Kim ne derse desin. Her zaman söylerim "Suçlu saklanabilir, fakat hiçbir zaman kaçamaz"

10 Aralık 2012 Pazartesi

REENKARNASYON

Ateist leri dilimiz döndüğü kadar anlatırken ikinci bölümün sonunda reenkarnasyon adı geçti. Reenkarnasyon; bir insan veya canlı öldüğü zaman vücudunu terk eden ruhun, bir zaman sonra, veya aynı anda, yeni doğan başka bir canlının veya insanın bedenine girdiğine ve o canlıyı canlandırdığına inanmaktır. Yanı eski başkasına ait ruh yeni başkasına ait bir bedene girerek tekrar faaliyete geçer ve o canlının hayatını sürdürür.

Elektronik cihazları düşünürsek, bir cihazın çalışabilmesi için, güç kaynağı; pil, batarya veya ceyrana ihtiyaç vardır. Güç kaynağı olmazsa bir işe yaramazlar. Canlı varlıklarında canlı kalmaları için ruh veya can dediğimiz, böyle bir güce ihtiyacı vardır. İnsan öldüğü zaman ruh veya can ölmez. Bu güç bedeni terk edince canlının vücudu ölür ve geriye leş dediğimiz cansız kısmı kalır. Ruhu biz göremeyiz. Vücuttan çıkınca gök yüzüne çıkar diye bilinir. Hatta dini bilgilere göre, Gök yüzü yedinci katında her canlıya ait petek gözlerine benzer yerler vardır ve orada dururlar. Reenkarnasyon işte burada başlar. Ölen vücuttan çıkan ruh yeni doğan başka bir canlı veya insan vücuduna girer. Bu reenkarnasyon olayıdır. Ruh asla ölmez, yok olmaz. Gerçekten böyle olup olmadığını tek Allah bilir. Günlük hayatta kullandığımız 'ceyran' ı da göremeyiz ama şiddetini ve etkilerini biliriz. Bu dünyada hissedip göremediğimiz ve sadece isimlerini bildiğimiz etkenlerin belki de öteki ucu öbür dünyada dır. Hatta bazı hayvanlar bizlerin göremedikleri bazı şeyleri belki de görüyorlar. Onun için kendi aralarında konuşup anlaştıkları halde insanlarla konuşup anlaşamıyorlar. Çünkü konuşsalar insanlara belki de bilmedikleri, sır olarak bildikleri bir çok şeyleri anlatacaklardı. Biz bazı olayları göremeyip sadece hissediyoruz. Bazı insanlar bunu da kabul etmeyebilirler. Bir insanın bir şeyi kabul edip etmemesi o şeyi değiştirmez. İnsan kimdir ki, Yüce Allahın bir oyuncağıdır.

Reenkarnasyona gelince, Adana Yüreğir de 1973 veya74 yılında yaşanan bir olaydan bahsedeceğim.
Yüreğirde yaşayan 'Arapuşağı' diye tanınan vatandaşlarımızdan bir ailenin bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Bu çocuğun adını Salih koyarlar. Salih 3-4 yaşlarına geldiği zaman ailesine itiraz eder. "Ben Salih değilim. Sizin de çocuğunuz değilim. Ben Denizli, Acıpayam, Yolçatı Köyünde oturan, falan baba, falan annenin çocuğu, Hatıp'im. Benim adım Hatıp soyadım şudur." diye. Denizli deki bir aileyi anlatır ve daha önce yaşadığı köyde ki evi de tarif eder. Verdiği Denizli adresinde gerçekten belirttiği aile ve evi var. Aile hala daha yaşamaktadır. Ailenin Hatıp adında bir çocukları da var. 20 yıl kadar önce 13 yaşlarında iken, yılan sokması nedeniyle zehirlenerek ölmüş.

Daha sonra Hatay Samandağı'nda buna benzer bir olay Dellal Beyaz adlı bir kız çocuğu ile yaşandı. Yine Adana da Adnan Kelleci isimli şahıs, Kore savaşında ölen bir asker olduğunu iddia etti. Bazı bilimcilerden 'olur, doğrudur' bazıların dan 'olamaz, yanlıştır.' diye yorumlar geldi. Genelde bu tür iddialar, kaza sonucu veya genç yaşta ölen kişiler için söylenir. ABD li Pröfesör Stevenson bu konuda çok araştırmalar yapar.

Adana dan sonra bu tür olayları icelemek üzere Hindistan, Himalıyalar ve dünyanın her tarafına bizzat giderek çok fazla bu tür vak'aları inceler. Eserleri vardır ve kendince Reenkarnasyonu ispatladı. Adana ve Hatay'da da incelemeler yaptı. Bu tür olaylar en çok Hindistan da çok yaşanır. İnsanlar Ganj Nehrinin kıyısında miskin miskin otururlar, bir daha dünyaya geldiklerinde zengin olacaklarına inanırlar. Esasen dünyanın her tarafında bu tür olaylar vardır ve çok fazla sayıdadır.