SAYFALAR

2 Eylül 2013 Pazartesi

HİNDİ ŞALVARA GİRERSE

Adana da 1973 lü yıllarda Karaisalı dan Ahmet isimli bir köylü, köyde topladığı bir miktar canlı hindiyi yılbaşında satmak için Adana'ya indirir. Sokak sokak bütün mahalleleri hindilerle birlikte dolaşan Ahmet bu indirdiği hindilerin hepsini yıl başına kadar satar. Yalnız bir tane hariç. Büyük bir hindiyi satamaz, elinde kalır. Tek kalan hindiyi satmak için ne kadar uğraşırsa da, nafile satamaz.

Artık son gecedir. Ertesi gün yeni yıl olacak. Elinde kalan son hindiyi satmaktan vaz geçer ve akşamda hayli zaman geçtiğinden sinemaya gitmek ister. Sular da sinemaya bir bilet alır. Vakti gelince sinema salonuna girmek için aldığı sinema biletini biletçiye uzatır. Bilet kontrol eden adam, bu adamın koltuğunun altında koca hindiyi görünce sinema salonuna sokmaz. "Hindi ile sinemaya girmek yasaktır. Giremezsin." der. Adam para vermiş bilet almış. Bileti iade etmek ister. Onu da almazlar. Adam içeri girmek için ısrar edince teşrifatçılar toplanır, hatta adamı dövüp kovarlar. Adamın çok ağırına gider. Kara kara düşünürken aklına parlak bir fikir gelir. Zamanı gelmiş filim de artık oynamak üzeredir. Sinema olduğu binanın dışına çıkar ve şalvarının uçkurunu çözer. Kimse görmediği gibi hindiyi zaten bol olan şalvarının içine hapis eder ve gelir biletini verir içeri sinema salonuna girer. Filim başlamış ve içerisi karanlıktır. Teşrifatçı gösterdiği yere kimseyi rahatsız etmeden usulca oturur.

Ne ise oldukça heyecanlı olan Eşref Kolçak'ın filmi oynamağa başlamıştır bile. Ahmet oturduğu yerde sağında bir bayan solunda erkek oturmaktadır ve sinemada bütün koltuklar ful doludur. Yarım saat kadar filim seyrettikten sonra hala daha şalvarının içinde duran hindi aklına gelir ve havasız kalmasın diye şalvarının uçkurunu çözerek hindinin başını şalvardan dışarı çıkarır. Bu sırada sağ tarafında oturan bir genelev kadını filim seyrederken çerez olarak leblebi yemektedir. Sol el avucunda tuttuğu leblebileri sağ eli tek tek alıp ağzına atıp yemektedir ve olacaklardan habersiz bir taraftan da filim seyretmektedir.

Vucudu şalvarın içinde kafası dışarıda duran hindi kadının elinde ki leblebileri görünce başını uzatarak bir kaçını bayanın avucundan kapar ve yer. Bayan bu duruma bir anlam veremez. Bir kaç kez tekrarlanınca kadın merak eder ve takip etmeğe başlar. Ahmet'in şalvarının içinde ki bir şeyin kafasını uzatarak elindeki leblebileri kaptığını anlar. Fakat karanlıkta hindi olduğunu anlayamaz. Ne olduğunu da anlayamaz. Bayan bu her ne ise yakalamak ister. Kadın bir elini birden uzattığı gibi hindi başını kaçırır ve şalvarın içine çeker tekrar saklanır. Kadın yakalayamaz ve ne olduğunu yine anlayamaz.

Kadın hiç kimseye de bir şey söyleyemez fakat bir taraftan da merakından çatlayacak. Acaba bu nedir? Filim arası on dakika mola verilir. Kadın göz ucuyla her tarafı kontrol eder, hiç bir şüpheli durum yok. Her şey normal. Herkes yerlerine otururlar. Filim tekrar oynamağa başlar ve kadında geçmişte olduğu gibi leblebi yemeğe başlar. Ahmet hava alması için hindinin kafasını yine şalvarından dışarı çıkardığı için hindi tekrar kadının elinden leblebileri kapmağa başlar. Kadın bu sefer iki eliyle bu bilmediği yaratığı yakalamağa çalışr. Hindiyi kafasından yakalar fakat hindi yine kafasını şalvarın içine çeker. Bu sırada bağrışmalar olur ve ışıklar yanar, filime ara verirler.

İlk etapta görlen şey, kadın iki eliyle Adamın uçkuru açık olan şalvarının içinde bir şey tutmaktadır. Kadın leblebiyi elinden kapanı yakalamış bırakmıyor, bütün seyircilerde yuh çekip bağırıyorlar. Hindi hala şalvarın içinde saklanmaktadır fakat kafası kadının elindedir. Birbirlerinden ayrılmayan bu kadın ile erkeği sinema seyircileri merakla seyretmektedirler. Herkes hayretler içindedirler. Adamın şalvarının içine de kimse bakamaz. Kadın bıraksa bu sefer leblebilerini kapan her ne ise kayıp olacak. Kadın çıldırıyor ve her çeşitini gördüm de leblebi yiyeni görmemiştim, şimdi onu da gördüm diyor. Polisler gelip te olay karakolluk olduktan sonra her şey anlaşılır. İfadeleri Komiser Hakkı Bey aldı. 

KEMALETTİN ERÖGE

Kemalettin Eröge
1968  yılında Taksim de otosu ile dolaşan ABD li gangster 'Camgöz Gary' olarak tanınan Ralph Gary Bauladın sevgilisi Patrica ile göz altına alındı. 

Arabasında 4-5 kilo uyuşturucu bulunan bu ırı kıyım adam, üzeri aranmadan getirildiği Mali Şube Bürosunda çift silahını çekerek polislere yaylım ateşi açtı. Bir Polis Memuru öldü. Kendisi Liman lokantasına kaçtı ve rasgele ateş etmeği sürdürdü. Teslim olmasını söylemek için İngilizce bilen Emniyet Amiri Kemalettin ERÖGE oraya geldi. 

Pislik gangster O nu da öldürdü. Lokanta görevlisi ve orada bulunan bir banka memuru da vuruldu. Gary da iki Amerikan Elçilik görevlisi tarafından makineli tabanca ile vurularak, gebertildi. Beş saatten çok süren çatışmada üç kişi de yaralanmıştı.

Yaralı Emniyet Amiri Kemalettin ERÖGE ambülansa bindirilirken şoförüne şöyle diyordu: "Burhan senden ricam, benim küçük oğlanı pazar günleri yine gezmeğe götür. Olur mu?"   

31 Ağustos 2013 Cumartesi

HEYECANLANMA !

İnönü Bölükbaşı ile
Yıl 1960 filan, böyle seçimler yapılacak her parti miting düzenliyordu.  Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi vardı, bu partinin genel başkanı nükte ve hazır cevaplılığı ile tanınan ve eşine bile daha hiç rastlanamayan Rahmetli Osman Bölükbaşı vardı.

Hatta anlatırlar, yine böyle seçim çalışmalarında Anadolu da Konya dan dönerken, Bölükbaşı Ankara ya yer bulamayınca Rahmetli İsmet İnönü’nün uçağıyla döner. Uçakta İsmet İnönü’nün ailesi ve bir de Osman Bölükbaşı vardır. İnönü’nün torunu Hayri İnönü de aynı uçaktadır ve o zamanlar on yaşlarındadır.  Çocuk uçakta yukarıdan aşağa baktığı zaman tarlalarda çalışan Anadolu halkını görür. Koşarak Dedesi İsmet İnönü’ye gider ve “Dede bana 10.00 lira verir misin?” der.
Dedesi de “Uçakta parayı ne yapacak sın?” diye sorar.

Torun ”Uçaktan aşağı atacağım, tarlada çalışan köylüler bulursa sevinsinler.” der.

İsmet İnönü Torunu Hayri ye Osman Bölükbaşı’yı gösterir ve “Git Torunum parayı Osman Amcandan al da at ki, o daha çok hayır severdir. Hoşuna gider” Der.
Bu Dede-Torun arasında ki diyaloğu dinleyen Osman Bölükbaşı hemen sözü alır ve Torun Hayri’ye

“On lira atarsan bir kişi bulup sevinecek yavrum, sen en iyisi Deden’i uçaktan at ki, bütün millet sevinsin.” Der.
O zamanlar da ki bir seçim propagandaları sırasında Fındıklı Orta okulundan çıkmış evlerimize gidiyorduk. Kaymakamlığın önünde eski bir sandalyenin üzerine çıkmış, Osman Bölükbaşı konuşma yapıyordu. Halktan 40-50 kişi hemen önünde durmuş dinliyorlardı. Biz okuldan çıkan öğrenciler de hem Bölükbaşı’yı tanımak hem de ne konuştuklarını  anlamak için çevresine toplandık.

Fındıklı’nın tamamen kambur bir çöpçüsü vardı. O zamanda yaşayanlar ve zekasını zorlayanlar mutlaka hatırlayacak ismi Hasan. Soyadını bilmiyorum. Hem de bu adama herkes takılır, bu da herkese küfür eder hatta peşlerinden kovalarlardı.
Osman Bölükbaşı konuşurken, bu Çöpçü Hasan en önde durmuş, kambur, ince uzun boylu, elinde kova ve süpürgesi ile tanıdığımız ve herkesin kendisine takıldığı Hasan isimli bu temizlik işçisi uzun saplı çalı süpürgesini ve kovasını da arkasına tutmuş, kamburu iyice çıkmış olarak, konuşma yapılan sandalyenin tam altında kalabalığın en önünde durmuş, Osman Bölükbaşı'yı çok büyük bir dikkatle dinlediği uzaktan fark ediliyordu. Konuşmanın tam heyecanlı yerinde birden ‘Aah’ edip kalkar gibi yapıyor, öne doru gidiyor, hemen sonra eski halını alıyor. Biraz sonra tekrar belinden düzlenir gibi yapıp elinde ki süpürge ve kovayı 'AH' deyip havaya kaldırıp duruyordu. Nerde ise kafasını ve elinde ki malzemelerini Osman Bölükbaşı’ya vuracaktı. Her seferinde de Osman Bölükbaşı Çöpçü Hasan'a elini sırtına vurup “Sen heyecanlanma! Beyefendi. Sen heyecanlanma.” Diyordu. Bu durum benim dikkatimi çekti fakat Çöpçü Hasan'ın bu hareketleri niçin yaptığını bir türlü anlayamadım. Arkadaşıma söyledim. O olayı anlamış ve çözmüş. Arkadaşım kolumdan tuttu yanlarına gittik ve ben de anladım.

Meğer, Çöpçü Hasan’in tam arkasında duran birisi elinde bir toplu iğne tutmuş, konuşma nın tam heyecanlı yerine gelindiği zaman, o toplu iğneyi arkadan Hasan'ın kalçasına bir batırıyor, Hasan acısından gayrı ihtiyarı ‘Ah’ edip ileri doğru fırlıyor, kamburunu düzeltmeğe çalışıyor. Kim yaptığını da bilmediği için kimseye bir şey diyemiyor. Osman Bölükbaşı da konuşmamdan etkilendi, heyecanlandı sanıyor ve “Heyecanlanma.” Deyip sırtına vuruyordu.