SAYFALAR

2 Aralık 2013 Pazartesi

GEZİYE GİTTİK

Ankara da Şenyuva İlkokul Öğretmenleri '24 Kasım Öğretmenler Gününü' kutlamak için her yıl araba tutar bir yerlere gider eğlenirlerdi. 1987 yılında da Bolu'nun Gölcük gölüne geziye gittiler. Eşim de aynı okulda öğretmen olduğundan ben de geziye katıldım. Zaten öğretmenlerin hepsini tanırdım ve hepsi de iyi arkadaşlarımdı.

Çamların içinde mangallar yakıldı. İsteyenler için rakılar açıldı ve en iyi bir şekilde Öğretmenler Günü kutlanıyordu. Sazlar çalındı, türküler söylendi. Öğretmenler bu konularda faal olduklarından günümüz çok eğlenceli ve mutlu bir şekilde devam ediyordu. Kendi aralarında bazı sportif faaliyetler ve yarışlar da tertiplendi. Şentürk Bey öğretmen değildi. Öğretmen Sevim Hanımın Eşiydi ve sigortacılık yapıyordu. Orada yapılan spor ve yarışlardan sonra "Hadi Recep Bey koşarak bu gölün etrafını dolanalım." dedi. Ben baktım çok uzun olacak gibi değil. "Hayır. Ben bu işte yokum" dedim. Beni biraz dolduruşa getirmek istediler fakat ben yutmadım. Yanı kabul etmedim. Ertan Bey vardı, biraz rakı içmiş çakır keyif olmuştu. Şentürk Bey ile gölünün çevresini koşarak dolaşmak için iddialaştılar. Ne kadar etmeyin gitmeyin dedikse de dinletemedik. İkisi kulübenin yanından start verdiler, koşmağa başladılar.

Biraz da sarhoş olmasına rağmen ilk başlarda Ertan Bey çok iyi koşuyordu. Görünürlere kadar arkalarından gözlerimizle takip ettik. Onlar gözden kayıp olup gittiler. Bir saatten çok zaman geçmesine rağmen hiç biri geri dönmedi. Sağ taraftan koşmağa başladılar ve gölün etrafından dolanıp sol taraftan geleceklerdi. Bizler tedirgin olduk ve ben bir arkadaşla gölün sol tarafından onlara karşı iki arkadaşta arka taraflarından kendilerini bulmak için gölün kıyısından yürümeğe başladık. Biz biraz gittikten sonra Şentürk Bey kan ter içinde karşımızdan bize doğru yalnız başına koşarak geliyordu. Ertan Beyi sorduk "O göle atladı." dedi. "Uzaktan dolanmaktansa ben yüzerek karşıya geçerim." dedi ve "Ne kadar uğraştımsa engel olamadım. Suya atladı. Şimdi gelmiş olması gerekirdi. Mutlaka başına bir şey geldi." dedi.

Her tarafta aramamıza rağmen Ertan Bey yok, bulamadık. Onu aramak için iki defa gölün etrafında dolandık. Suyun içine giremedik. O koskoca göl. Kenarlarından karşı kıyıya doğru bakarak bulmağa çalıştık. Artık akşam olmak üzereydi. Ertan Bey ortalıkta yok. Artık bulunması için polise baş vuracaktık. Küçük bir iskele olan yer vardı. Onun önünde, kıyıya yakın bir yerde, suyun içinde otların arasında uzanmış duruyordu. Bizlerde kurtarmak için suya daldık. İyice yorulmuş, bazı otlar ve elbiseleri vücuduna sarılmıştı. Karaya çıkardık. Konuşamıyordu. Yarı baygındı. Çimenlerin üzerine uzattık. Ağzından yuttuğu sular aktı. Yarım saat kadar yattıktan sonra kendine geldi. Kendine gelir gelmez de ilk işi bize kızmak oldu. "Benden sebep suya niçin atladınız? Beni niçin kurtardınız?" diyordu.

Ertan Beyin suya atladığı yerden, bulduğumuz yere kadar suyun içinden sağ olarak gelmesi çok büyük bir mucizeydi. Sonradan anlattılar ve ben de anladım ki Ertan Bey eşinden ayrılmış. Öyle normal ayrılma değil, doğum esnasında eşi ölmüş. O bir hafta kadar hiç evine gelmemiş. Eşinin mezarının üstünde yatmış. Onun için hayata küsmüş ve ölmek istiyormuş. Kendisine her ne kadar nasihat ettiysek te o artık hayattan kopmuştu. Allah yardımcısı olsun.   

29 Kasım 2013 Cuma

TUZAĞA DÜŞMEYİN

Dün sabah telefondan aradılar:
-Burası…sigortalar kurumu. Hasan Kendigelen ile mi görüşüyoruz?
-Evet.
-Size vereceğim bilgiler doğru ise lütfen onaylayınız.
Adresimi, doğum tarihimi, anne adı, baba adı, ev tlf. numaramı, medeni halimi, emekli olduğumu ve (en önemlisi) kimlik numaramı söylediler. Doğru olduğu için ben de EVET cevabını verdim.
-Şu anda kullandığınız kredi kartı x bankasına ait.
-(O da doğru) Evet de bütün bunları niçin soruyorsunuz?
-Bakın, siz de anladınız ki bütün doğru bilgileriniz bizde var. Biz bunları size ait bir poliçeden okuyoruz. Üç yıl önce, iki yıllık bir kaza sigortası yaptırmışsınız. Binlercesinde olduğu gibi; İlk yılı kampanya imiş. İkinci yılın primini ödememişsiniz. Tutarı 600,00tl kadar. Kredi kartınızın her iki yüzünde ki numarasını lütfen verir misiniz? Tahsil edeceğiz.
-Siz banka hesap numaranızı verin.
-Beyefendi biz gereksiz komisyon vermemek için banka ile çalışmıyoruz. Ayrıca bankaya öderseniz ceza olarak, faiz ödemek mecburiyetinde kalırsınız. Bize öderseniz faiz almıyoruz.
-Peki. Bu defa benim size bir sorum olacak: Emekli olduğumu söylediniz. Nereden emekli olduğumu biliyor musunuz?
-Hayır.
-Ben emekli Cumhuriyet Savcısıyım. Bana tam olarak unvan ve açık adresinizi veriniz.
-Neden?
-Bulunduğunuz yerin emniyet müdürüne telefon açıyorum. Dolandırıcılık Masasından bir ekibi adresinize yollatacağım. Bilgileriniz doğru ise, o zaman adresinize havale çıkartırım.
Telefon kapandı. Ekrana çıkan telefon numarasını araştırdım. Tahminim gibi “Kayıt Yok” Kaza sigortası, poliçe falan da yok. Tamamen uydurma. Buradan anlıyoruz ki, gizli kalması gereken bütün kişisel bilgilerimiz maalesef ortalarda dolaşıyor. Bu görüşmeyi teferruatıyla anlatmamın ve burada paylaşmamın sebebi ise şu: Sizeler de böyle bir şey ile karşılaşabilirsiniz. O zaman bir savcı mı, hâkim mi, emniyet müdürü mü olursunuz? Hazırlıklı bulununuz. PAYLAŞALIM HERKES OKUSUN, BU TUZAĞA DÜŞMESİN KİMSE.

23 Kasım 2013 Cumartesi

ARKADAŞI ANLATTI

1967 yılında Okul hayatımızda Rizeli arkadaşım Hızır Mataracı ile Erzurum da bir otelde kalırken hamama gittik. Banyodan sonra dinlenirken bir paravan arkasından çok iyi anlaşılamayan bazı sesler geliyordu. Sanki hoca öğrencilerine bir şeyler anlatıyordu. Hızır ile birlikte dinleyip biraz güldük. Zaten bu konuşma tam Erzurum şivesi ile yapılıyor, konuşmaları pek anlayamıyorduk.

Konuşma esnasında ‘Osman Efendinin Ahmet’ diye isim geçince ben şaşırdım. Arkadaşım Hızır’a “Bu adam benim bildiğim, çok yakından tanıdığım bir adamdan bahsediyor.” Dedim ve asılan bezi aralayıp o seslerin geldiği yere girdim. Hızır da peşimden gelmişti. İçeride 8-10 genç ile 80 yaşlarında bir adam vardı. Adam çocuklara bir şeyler anlatıyordu. Bizleri görünce genç olduğumuzdan dinleyici bildiler ve ses çıkarmadan birisi eli ile işaret ederek bir yere oturttular. Bu yaşlı adam bir taraftan anlatıyor, bir taraftan da ağlıyordu. Dedem Osman Efendinin Ahmet'i anlatıyordu.

Yaşlı adam siyah takım elbise geymiş. İri yarı, altın dişli, kara yağız bir adamdı. Ve anlatmağa devam etti. “Ben Osman Efendinin Ahmet ile ilk defa Palandöken dağların da karşılaştım. Onlar üç kişi, biz dokuz kişi idik. Meğer onların iki arkadaşları da arkalarından takip ediyorlarmış. Biz öndekileri yakalayınca, arkadan gelen arkadaşları da bizi yakaladılar. Biz onları çok kalabalık bildik. Bizim silahlarımızı zorla alıp esir ettiler. Daha sonra Ermeni olmadığımızı anlayınca bizleri serbest bıraktılar. 

Osman Efendinin Ahmet ile o zaman tanıştım. Kendisi Teşkilatı Mahsusa nın Lazistan örgütündendi. O zamanlar Armen Garo dedikleri Karekin Pastırmacıyan isimli bir Ermeni Erzurum'a yerleşmiş, köylerimizi basıp herkesi öldürüyorlardı. Öldürdükleri Türk kadınlarının memelerini kesip alıyorlardı. Sonra içini temizleyip, güneşte kurutuyorlar ve tütün kesesi yapıyorlardı. Bu şekil keseler tütünü nemli tuttuğundan çok makbul sayılırdı. Ermeni erkeklerinin ellerinde, öldürdükleri Türk kadınlarının memeleri, tütün kesesi olarak bulunuyordu. 

Bir köye baskın yapan 20 kişi kadar Ermeni çetesi baskından dönerken hafif sisli bir havada bize rastladılar ve saldırdılar. Hepsi silahlı ve gözleri donmuştu. İki arkadaşımızı öldürdüler. Ve biz üç kişiyi yakalayıp esir aldılar. Ellerimizi bağlayıp, sorgulamak için kiliseye götürüyorlardı. Sağ olarak yakaladıklarını bu bölgede Sanasaryan kilisesinde güya sorgular ve işkence ederek öldürürlerdi. Bu kilise tam bir işkence yuvaları idi. O zamanlar buraya hiç bir hükümet kuvveti giremez, kontrol dahi edemezlerdi. Ermenilerden başka hiç kimse girip çıkamazdı. Tamamen Ermeni ülkesi gibi bir yerdi. Ve götürdükleri bir Türk'ü sağ bırakmaları mümkün değildi. Girip te sağ salım çıkan daha bir adam görülmemiştir. Bu Sanasaryan okulundan kaçmak ta mümkün olmadığı gibi, intihar etme imkanında hiç yoktu.

Biz tam ümidimizi kesmişken, yolda yakalanmadan önce ihtiyaç gidermek için bizlerden ayrılan ve sonra arkamızdan gelen Osman Efendinin Ahmet biz  yakalandığımızı fark etmiş ve ağaç dallarını keserek yolun sağından solundan uzatmış bu dalları tüfeğe benzeterek ilerlerde önümüzde bir yerde pusu kurmuştu. Ermenilerin üstlerine yağmur gibi kurşun yağdırıp bombalar attıktan sonra onları çil sürüsü gibi dağıttı. Bizleri kurtardı, fakat bizlerde çok korkmuştuk. Ellerimizi çözdü. Sağ kalan ve kaçamayan sekiz kişi Ermenilerin ellerini bağladık. Hatta üzerlerinden Türk kadınlarının memelerinden yapılmış tütün keseleri çıktı. Onların ellerini bağlarken güya yolda bekleyen hayalı arkadaşlarına sesleniyordu Osman Efendinin Ahmet. ‘Ateş etmeyin Uşaklar, bizi vurursunuz.’ diye” dedi. Bunları anlatan Adamın ismi Kadir Ekinci dir, ve biz tanıştıktan üç sene  kadar sonra da hakkın rahmetine kavuştuğu haberini aldım.  

Başka bir seferde Erzurum taraflarında bir yerde yine sisli bir havada dağın başında ateş yakmış ısınıp elbiselerini kuruturken, bir gurup Ermeni çetesi yakalamak veya öldürmek istemişler. Osman Efendinin Ahmet kalemliğinden çıkardığı dört deste, yanı 20 adet fişekleri ateşe atmış. Kendisi de bir kedi çevikliği ile taşın gerisine atlayarak seri bir şekilde, dört bir tarafa, üstlerine ateş ederken, ateşe attığı fişeklerde patlamağa başlamış. Dört bir tarafını saran Ermeniler kendi kendilerine “Bunlar çok kalabalık. Kaçalım.” Demişler ve kaçmışlar. Kendisi de sisten faydalanarak oradan uzaklaşmış, canını kurtarmış. 

Bazen de Ermeni çeteciler Türk çetelerine rastladıkları zaman kendilerini Türk tanıtıp gafil avladıktan sonra aniden vuruyorlardı. Mesela Yakup Cemil diye bir kumandan Sinop hapishanesinde ki mahküm askerden bir müfreze kurmuş Artvin'e gelmişti. Şavşat ta kalabalık Karekin Pastırmacıyan'ın çetesi ile karşılaşmışlar. Ermeniler kendilerini Türk olarak tanıtmışlar. İçlerine karıştıktan sonra bir istirahat anında birden harekete geçmişler ve bizimkilerin hepsini öldürmüşlerdi.

Yaşamak için çok kurnaz olmak, veya çok cesur olmak bile yetmiyor. Osman Efendinin Ahmet Rusya ya giderken Artvin'ın Şavşat taraflarında bir yerde Ermenilerin kurduğu pusuya düşmüş ve yakalamışlar. Ellerini bağladıktan  sonra sorgulayıp öldürmek için kiliseye götürüyorlarmış. Ermenilerin işkence yerleri Erzurum da meşhur Sanasaryan okuluymuş. 50-60 kişilik Ermeni çetesi ve aralarında elleri bağlı Osman Efendinin Ahmet olmak üzere gecenin karanlığında yürüyorlarmış. 

Şavşat yakınlarında Berta deresi üzerinden Berta köprüsünden geçerken, Osman Efendinin Ahmet elleri bağlı iken birden aralarından koşarak çıkmış ve bu köprüden kendini şimdi rafting bile yapılamayan, Çoruh nehrinin bir kolu olan Berta deresine atlamış. Epeyi bir yer suyun içinden gittikten sonra ilerde kıyıya çıkmış ve arkadan bağlı olan ellerini çözerek, kurtulmuş. 

Sonra ki günlerde o kendini yakalayan Ermenileri çok aramış fakat bulamamış. Yanı onlara hesap soramamış. Bu olay aklında kalmış, hep anlatıp dururmuş. Ve her tarafta da o Ermenileri ararmış. Aynı olay daha sonraları aynı şartlarda, aynı bölgede Meydancık köprüsünden Bocanat deresine atlamak süretiyle tekrarlanmış ve canını çok kere aynı yöntemle nehirlerin karanlık sularına atlayarak kurtarmış.