Eskiden Emniyette gece bekçileri vardı. 1970 li yıllarda hep
gece çalışırlardı. Akşam saat sekizde görev alırlar, sabah saat sekize kadar
görev yaparlardı. Her Bölge Karakol Amirliklerinde otuz-kırk bekçi olurdu. Bunlar
belli sokaklarda resmi elbiseleriyle ikişer kişi gider gelirler, arada da düdük
çalmak suretiyle orada olduklarını bütün o sokakta oturanlara bildirirlerdi. Sokak
sakinleri de huzur içinde rahat uyurlar çoluk çocuk ta gördükleri zaman "Bekçi Baba, Bekçi Baba" diye takılırlardı.
Devriye çıkan polislerde düdük çalarak o bekçileri bulur, ya çağırır yahut ta yanlarına gider ceplerinde ki bekçi defterini tarih ve saat yazmak suretiyle imzalarlardı. Ertesi sabah Karakola geldikleri zaman defterleri teslim ederler. Akşamdan göreve çıkarlarken tekrar alırlardı. Bu daha iler ki günlerde her hangi bir şikayet konusunda, o bekçiler için o sokakta bulunduklarının ispatıydı. Hemen deftere bakılırdı. Bazen de uygulamalar esnasında komik bazı olaylar da meydana gelebiliyordu. Bir bekçi Adana da görevden gelip, soyunup yattığı zaman, yeni evlendiği hanımı kendinden habersiz, resmi elbiselerini giymiş, gitmiş, Yüreğir Mahallesinde sokakta bekçi elbiseleriyle trafik polisliği yaparken yakalanmış, o zaman yılın mevzusu olmuştu.
Devriye çıkan polislerde düdük çalarak o bekçileri bulur, ya çağırır yahut ta yanlarına gider ceplerinde ki bekçi defterini tarih ve saat yazmak suretiyle imzalarlardı. Ertesi sabah Karakola geldikleri zaman defterleri teslim ederler. Akşamdan göreve çıkarlarken tekrar alırlardı. Bu daha iler ki günlerde her hangi bir şikayet konusunda, o bekçiler için o sokakta bulunduklarının ispatıydı. Hemen deftere bakılırdı. Bazen de uygulamalar esnasında komik bazı olaylar da meydana gelebiliyordu. Bir bekçi Adana da görevden gelip, soyunup yattığı zaman, yeni evlendiği hanımı kendinden habersiz, resmi elbiselerini giymiş, gitmiş, Yüreğir Mahallesinde sokakta bekçi elbiseleriyle trafik polisliği yaparken yakalanmış, o zaman yılın mevzusu olmuştu.
Gece Bekçileri 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı ve 2559 Sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunlarına göre düzenlenir ve görev yaparlar. Tamamen polise bağlı, polisin emrinde çalışırlardı. Sadece resmi üniforma rengi
ile polislerden ayrılırlardı. Zamanla motorize polis teşkilatı arttıkça ve
poliste araç gereçler çoğaldıkça gece bekçilerinin sokaklarda yaya görev
yapmaları da kaldırıldı. Uzun süre kadroya bekçi hiç alınmadı. Kadrolarda bulunan gece bekçileri şoför, bürolarda
temizlik gibi işlerde kullanılmağa başlandılar. Bir çokları da kadro
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurslara gönderilerek Valilik Makamının onayından
sonra İkmal Şube Müdürlüğüne bağlı olarak İş Ocakları adı altında; otomobil
tamirciliği, tesisatçılık, elektrikçilik, demircilik, berberlik, terzilik,
boyacılık, ayakkabı tamirciliği, mutfakta aşçılık gibi hizmetlerde çalıştırılmağa başlandılar ve
Emniyet Teşkilatının ihtiyaçlarını karşıladılar. Birimlerde bir ihtiyaç olduğu
zaman İkmal Şube Müdürlüğüne bildirilir, bu görevliler gelirler arızayı faal
duruma getirirlerdi. Ayrıca herhangi bir teşkilat mensubu evini boyatacağı veya
demircilik veya tamirat gibi bir işleri olduğu zaman bu ustaları izinli
günlerinde tutar çalıştırırlar ve piyasaya göre çok daha ucuza işlerini
hallederdi.
Boyacı olan bir arkadaşımız vardı, Çorumlu. İsmini hiç kimse
bilmezdi. Herkes evde ki hanımı çocukları bile ona ‘KANTAR’ derlerdi. Benim
evimi de bir iki defa o boyatmıştı ve ondan da biraz içli dışlıydık Kantar ile. Onunla her
konuşan zaten samimi olmaktan baka bir şansı yoktu. Çünkü kimseye bir kötülük
düşünmez, elinden geldikçe iyilik yapar, hiç hilesiz hurdasız bir adamdı. Düşünün
ihtiyaçları olan kişilerden bazıları ona giderler, ondan borç para isterlerdi.
O hiç kimseden kendi alacaklarını bile istemez, kendinden isteyenleri de hiç
boş geri çevirmez, cebinde sakladığı mark ve dolarları bozdurur o isteyene Türk
Parası olarak verirdi. Hatta altın bozdurup başkasına borç verirdi. Yaptığı işin
nasıl olduğunu kendisine sorduğun zaman “Ballı ekmek gibi oldu.” Derdi.
Bir gün
kendisine sordum; “Sana hep Kantar diyorlar. Senin esas adın yok mu, nedir?”
diye “İyi ki sordun ağabey. Nerdeyse ben de adımı unutacaktım.” Dedi ve Ali
olduğunu söyledi. Ama onu ‘Ali’ diye kimse tanımaz herkes ‘Kantar’ olarak bilirdi.
Peki Kantar ismini niçin ve kimler takmışlar? Hikayesi şöyle; Bizim bu Ali gece
bekçisi olduktan sonra bir Anadol Kamyonet alır. İlk zamanlar gece sokaklarda
çalışıyor ya, ne yapsın işte fakirliğin gözü kör olsun. Gündüz de az uyuyup kabzımal
dan günlük bir şeyler sebze filan alıp mahallelerde satıyor. Satıyor fakat
terazisi yok ta, müşteri gelip “Bana iki kilo patates ver.” Dediği zaman, bu
patatesleri poşete doldurup elinde bir iki tartıyor ve “Al sana, iki kilo iki yüz
gram patates.” Diye veriyor. Eğer karpuz satıyorsa adam karpuz isteyince, terazi yine yok
ya eliyle tartıyor ve “Al sana beş kilo üç yüz gram karpuz." deyip veriyor. Bu sattığı malları terazi ile tartmayınca müşterilerle aralarında bazı tartışmalar oluyor. "Git sen tarttır ondan sonra parasını ver." diyor. Adam bakkala götürüp tartıyorlar. Sonraları alan adam aldığı malı ondan
habersiz getirip başka yerde tarttırıyor. Hakikaten dediği gramı
gramına doğru olduğunu anlıyorlar. Ondan sonra kimse itiraz etmiyor, bunu
tanıyanlar devamlı Ali den alış veriş yapıyorlar ve ismi de KANTAR olarak kalıyor. Esas ismi unutuluyor. Her ne olursa olsun eline tuttuğu her şeyin ağırlığını elektronik
sayaç gibi söylüyor. Hiç yanılmıyor.
Kantar o kadar bir enteresan adam ki bütün enteresanlıklar da
gelip onu buluyor. O bir gün Emniyet Müdürlüğünde çalışırken kendiliğinden burnu
kanamağa başlıyor. Müdüriyette ki hekimler uğraşıyor fakat kanı
durduramıyorlar. Kantar’ı acil olarak hemen Numune Hastanesine kaldırıyorlar.
Hastanede de ne yapsalar kanama durmuyor. Hatta burun deliklerini dağlama
yapıyorlar. Yok kanama durmuyor. Bekçi Kantar Yoğun Bakımda bir iki gün
yattıktan sonra bir gün öğleden sonra hakkın rahmetine kavuşuyor. Bekçi
Kantar ölüyor. Ailesine haber veriliyor. Çorum dan bütün akrabaları ve kardeşleri
geliyorlar. Belediye tarafından bütün def’in işlemleri filan yapılıyor. Bekçi Kantar morgdan alınıp Karşıyaka mezarlığında kazılan mezarına
defnedilecek. Akrabaları ertesi gün Hastaneye müracaat ediyorlar ve cenazeyi almak için hep
birlikte morga gidiyorlar. Morg görevlisi morgun dolabını çekip açıyor. Biraz
sonra bizim Kantar olduğu yerden başını kaldırıp oturuyor ve akrabalarına
soruyor “Ben neredeyim? Sizler hepiniz niçin buradasınız?” diye. Akrabaları da “Kantar
sen öldün de şimdi morgdayız. Seni alıp Karşıyaka da mezarın hazır gömeceğiz.” Diyorlar.
Morg görevlisi ömründe hiç öyle bir şey görmemiş ya düşüp bayılıyor. Bekçi
Kantar oradan ayakları ile çıkıyor. Hastanede ki formaliteleri beklemeden akrabaları ile birbirlerine
sarıldıktan sonra ilk önce lokantaya gidip Kantar’ın karnını doyuruyorlar. O
morgda yatarken çok acıkmış. Burun kanaması da durmuş. Daha Karşıyaka ya da hiç gitmiyorlar.
Şimdi yaşıyor mu bilmem de. Ben emekli olduktan sonra hiç görüşmedim. Bu olaydan dört yıl kadar sonra benim evimi boyamıştı. İş bittikten
sonra balkonda yemek yerken parasını veriyordum; “Ağabey sen yeni araba almışsın.
Şimdi kesin borcun vardır. Senden para almıyorum.” Demişti. O zaman kendisine
sordum. “Sen ölüp te morg da yatarken seni sorguya çektiler mi? Yanına Melekler
filan geldiler mi? Veya her hangi bir şey gördün mü?” diye. “Yok ağabey ben hiçbir
şeyin farkında değilim. Sadece, uyandığım zaman yakınlarımı yanımda
görünce çok şaşırmış ve çok korkmuştum.” Dedi.