SAYFALAR

18 Temmuz 2021 Pazar

DELİNİN ALLAHA MEKTUBU

mektup ortada ki deliye ait
Elazığ Akıl Hastanesinde yatmakta olan Urfalı bir akıl hastasının 1965 yılında ölümünden az önce Allah'a yazdığı bu mektup bazı mesajlar taşımaktadır. Kendi kaleminden ilk yazdığı gibi alarak paylaşmak istedim. İşte sosyal medyada paylaşım rekorları kıran o mektup kendi kaleminden;

“Ben dünya kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, El-Aziz (Elazığ ) Tımarhanesi sakinlerinden; İsmi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin,

Ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken,
Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakimi'nin
Dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir..!

Ben gam deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında Padişah yapılmışım..!
Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım…
Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır.
Kalbim Ayizman’ın (Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır..!

Ruhum aşık-ı Hüda Mahbub peresttir, Lakin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir)..!

Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir.
Nerde bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir), bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir.
Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir..!
Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir..!

Ol Resuli zişan ve Sultanı dücihan:
“Cenabı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını;
Ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını;
Erkekleri kadınlar; kadınları erkekler için yarattığını;
Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını;
Cehennemi inkârcılar ve münafıklar, inkârcıları ve münafıkları da Cehennem için yarattığını” Hadisleriyle haber vermiştir..!

Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir..? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin..!

Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin; O in’am etti sen küfran (nankörlük) edersin; O ikram etti sen inkar edersin; O ihsan etti sen isyan edersin; Bir de kalkıp bana deli divane diye Bühtan edersin..!

Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir..!

Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir.

Şimdi adresimi arz ediyorum:
Kur’an’ı geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. madem ki ahkamı ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı neye yarasın..! Taki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın..!

Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere, bütün alemlerin Rabbi..! Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegane sahibi..!

Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi..! Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin, ve yaralı yüreklerin tabibi..!

Ben biçare kulun ki;
Garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi..!
Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!…Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegane Sen kaldın!. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdana daldım..! Böylece fani ve hayali görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın..!

Yüceler yücesi Rabbim, Efendim..!
Hakk’tan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahmanın en mükemmel tecelli ve temsilcisi..! Kainatın fahri ebedisi, Ahir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levhi Mahfuzun (Kader projesinin)tercümanı ve tebliğcisi, efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in Mahbubiyetini mi istedim..! Hanif Dinin üstadı ve nice Nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini Hz. Musa’nın Celadet ve cesaretini, Hz. İsa’nın ruhaniyetini mi istedim..? Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömerül Faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı Zinnureynin asalet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velayetini mi istedim..? Senden mülkü hâkimiyet, şanü şöhret, malü servet mi talep ettim..? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziya ve selamet, hayatıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim..! Çünkü Şeriatın iptal, tarikatın ihmal, hakikatın ihlal ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti..!

Sultanım Efendim:
Ben Senden sadece seni istedim;
Pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi
uğruna feda etmektir..! Rabbim, elbet vardır hikmeti ki,b u kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin..! Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin..! Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın..! Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekâr olaydım..! Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekâr olaydım… ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım… ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım… ya sağlıklı sefalı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..

Derdü bela ki,
Sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, sadık ve aşık ehli cehd adaletin ilacıdır..! Velakin bu münafık
hain ve zalimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helali dışında bütün kadınlar kızlar ana-bacıdır..!

Ey Rabbim, Efendim..!
Malum-u aliniz ve zaten yüce takdirinizdir ki;
Ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu..! Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu..! Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu..!

Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım;
Ama şikâyet şekavettir; bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum..!
Beni yoktan var ettin, iman ve hidayet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin,

Sana sonsuz şükürler olsun..!
Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma,
Ne olursun..!

Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın, çünkü; Zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun..!

14 Temmuz 2021 Çarşamba

HACHİKO

1924 yılında Tokyo Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde görev yapan Japon Profesör Hidesaburo Ueno, küçük bir köpek yavrusu bulur. Profesör Ueno, köpeğin adını Japoncada ‘sekizinci’ anlamına gelen Hachiko koyar.

Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek köpek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya kadar yürüyen sahibi Profesör Ueno’ya eşlik eder. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurlayıp metroya bindirdikten sonra da kendisi geri eve döner. Bu böyle bir buçuk iki yıl kadar devam eder. Hachiko Profesörü sadece sabahları metroya kadar getirip yolcu eder. Akşamları metroda hiç buluşmazlar.

İki yıl sonra bir akşam üstü Profesör Ueno üniversiteden dönüşte, köpeği Hachiko'yu metronun çıkışında kendisini beklerken görür ve çok şaşırır. Köpek Profesörün ne zaman geleceğini tam olarak nasıl biliyordu? Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatini hesaplamış ve aynı yolu kullanacağını da düşünerek metronun önüne gelmiş sahibini bekliyordu.

Ondan sonra ki bir yıl boyunca, Hachiko her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam da iş çıkışında da metronun önünde karşılayarak birlikte evlerine geldiler. Hiç saatini şaşırmadı.

İki yıl daha geçmişti ki bir akşam metrodan Profesör Ueno çıkmadı. Köpeği Hachiko yine kendisini bekliyordu ve gözlerini metronun kapısından hiç ayırmadı. O gece boyunca sahibi Profesör Ueno’yu orada bekledi, yalnız evine gelmedi. Sahibi Ueno da gelmedi. Bir sonraki akşam yine aynı yerine geldi sahibini tekrar bekledi fakat profesör yine yoktu. Üçüncü akşam da metrodan yine çıkmadı. Üniversite'de kalp krizi geçirip ölmüştü Profesör Hidesaburo Ueno.

Köpeği Hachiko 'Sahibim metrodan gelecek' diye her akşam inatla orada bekler. Tam dokuz yıl boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya istasyonu'nun kapısına gider, her akşam bu metronun karşısında durup gözleri metronun kapısında sahibinin gelmesini bekler. On bir yaşındayken metronun kapısında sahibini beklerken ölür. (1935)

Tokyo'ya gidenlerin Shibuya istasyonunun kapısında karşılaştığı bronz köpek heykeli işte bu Profesör Uenu’nun köpeği Hachiko'nun heykelidir. Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra dokuz yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko'nun heykelini dikmişler.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra da unutmadılar ve savaş sırasında tahrip olan heykelin yerine 1948'de yenisini yapmışlar. Köpeğin mezarını da çok sevdiği sahibinin yanına yapmışlar.

Bugün Shibuya istasyonu'nun o kapısı Hachiko çıkışı olarak bilinir ve Tokyo'nun en önemli buluşma merkezlerinden biridir.

Her yıl Hachiko'nun ölüm yıldönümü olan 8 Mart gününde birçok hayvan sever heykelin önünde buluşur ve mezarına çiçek bırakırlar.

 

30 Haziran 2021 Çarşamba

ÜSKÜDAR MARMARAY'DA


Bir arkadaşım var Hüseyin, eskiden sol örgütlerdendi. Görev icabı tanışmıştık. Ben emekli olduktan sonra da görüşmelerimiz devam etti ve daha da ilerledi, hala daha da devam ediyor. Şimdi de diğer solcular gibi öyle milliyetçi olmuş ki, Ülkücüler eline su bile dökemez. İstabbul da oturuyor ve o anlattı. "Bloğunda paylaş ağabey herkes bilsin." Dedi. Ben de paylaşmağa karar verdim;

Tam metroya binerken gördüm, yaşlı bir amca dolum makinesinin önünde uğraşıyor fakat panik yapmış kartını bir türlü dolduramıyor. Arkasında birkaç tane genç birikmiş, bağırıyorlar amcaya "hadi be! ne yapıyorsun, flört mü ediyosun makinayla. Hadi çabuk olsana, filan." Tabi bunu duyunca delirdim. "Ne yapıyosunuz ya?" dedim, gittim bu yaşlı amcaya yardım etmeğe.

"Canım amcam sen ne istiyorsun?" dedim. "Kartım yok." Dedi. Parası da yoktu üzerinde. Doldurdum kartını ve; "Al istediğin yere git bununla, hatta sen başvuru yap senin yaşına ücretsiz ulaşım kartı verirler." dedim. Neyse ben de doldurdum kendi kartımı ve metroya geldim. Baktım amca orada bekliyor hala ve bana yanaştı. "Ne oldu?" dedim. "Yavrum adres soracaktım, beni azarlarlar diye başkasına soramadım, seni bekledim." dedi. "Olur mu öyle şey amcam, peki nereye gidecektin sen?" dedim. Üsküdar Marmaray dedi. "Amca Kirazlıdayız, o karşı tarafta. Nasıl buraya geldin? Uzak!" dedim. Kafasını eğdi hiç cevap vermedi. "Dur!" dedim, anlattım ona. "Buradan Yenikapıya git. Oradan sarı çizgiyi takip et, Marmaraya bin. Oradan iki durak sonra Üsküdar Marmaray dasın, in!" dedim.

Baktım amca mahzun mahzun hala yüzüme bakıyor, anlamamış durumu, "Tamam gel amca, gidiyoruz." Dedim ve birlikte atladık metroya gidiyoruz. Üsküdar’a doğru, yolumuz uzun. Muhabbet olsun diye sordum "Amca sen nerelisin?" Malatya dedi. Var mı kayısı bahçesi filan dedim. Hiç ses etmedi. "Amca Malatyadan İstanbula neyle geldin? Uçakla mı yoksa otobüsle mi?" diye sordum. Amca dedi ki, "Hatırlamıyorum." Dedim; "Amca valizlerin nerede?" Dört yaşlarında ki çocuk gibi yüzüme baktı ve "Ne nerede?" dedi. O an anladım ki amca demans hastası, yani kişisel tarihini unutmuş. Kendi geçmişini silmiş. Kafasını resetlemiş. Eski ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyor.

"Peki amca Üsküdarda nereye gideceksin?." Dedim. "OĞLUM POLİS, BENİ ÜSKÜDAR MARMARAY’DA BEKLİYOR" Dedi. Neyse dedim, "Oğlunun telefon numarası yok mu amca?" dedim. "Nerede bilmem?" dedi. Neyse o sırada da indik Üsküdar Marmaraya.

Amcayla birlikte her tarafı dolaştık, oğlu filan yok. Belki görevdedir de gelmeğe fırsat bulamadı. Oturduk bekliyoruz. Gelen yok, giden de yok. Dedim "Amca kimliğini ver." Onun da hangi cebinde olduğunu bilmiyordu. Gömleğinin üst cebinde gördüm ve cebinden aldım kimliğini. Adına soyadına baktım. Adı Halim. Kimliğin bulunduğu naylonda, kimliğin arka tarafında bir not vardı, o not ilişti gözüme. Bir telefon numarası ve altında babam 'defans hastasıdır.' Kızı Nazan diye yazıyordu. Aradım, "Gece gece rahatsız ettim, kusura bakmayın ama." Daha lafımı bitirmeden o bana; "Üsküdar Marmarayda mısınız?" dedi. Şaşırdım ve "Evet. Siz nerden biliyor sunuz?" Dedim. Dedi ki "Ben İstabul dışındayım. Size eşimin numarasını vereceğim, onu arayın." Aldım numarayı aradım enişteyi, dedim "Gece gece rahatsız ediyorum ama." O da hemen bana; "Üsküdar Marmarayda mısınız?" dedi. "Evet!" dedim.

Ya herkes biliyor acaba bir ben mi bilmiyorum niye burdayız diye düşünürken, neyse enişte birazdan yanımıza geldi. Gece çok geç olmuştu. Gelir gelmez sarıldı bana, ben başladım azarlamağa; "Demans hastası bu adamı niye tek başına salıyorsunuz dışarı. Dört yaşında birini salmakla aynı şey! O polis oğlu da kim? Amcaya burada bekliyorum diyor, çağırıyor da gelmiyor." dedim.

Enişte başladı anlatmağa "Abi bu adam emekli Ağır Ceza Reisidir. Demans hastası, evet geçmişindeki hiçbir şeyi hatırlamıyor, doğru. Ama oğlu polisti. Üç yıl önce şehit oldu! Ve oğluyla son telefon görüşmesinde "BABA ÜSKÜDAR MARMARAY'A GEL. ORADA BULUŞALIM, SENİ BEKLİYORUM !" demişti. "Her şeyi unuttu, tek onu unutmuyor, arada evden kaçıp buraya geliyor." Dedi.

Dizlerimin bağı çözüldü, kaldım öylece. Neyse Amcayla enişte gittiler. Benim kafamda sorular dolaşıyor. "Vayy be.. Onlarca kişiye müebbet, 30 yıl, 20 yıl, 10 ar yıl hapis cezaları ver. Sonra gel metroda kartı şaşır! Ey insanoğlu!" dedim içimden. Belki oğlu da gerçekten oraya geliyor ama biz göremiyoruz.

Konu üzerine daha sonra biraz daha düşündüm de. Biz de toplum olarak, yukarıda ki Halim Amca kadar olmasak ta Demans hastası olmuşuz, bu bizim ortak hastalığımız galiba. Toplum olarak geçmişimizi unuttuk. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi unuttuk. Nereye gideceğimizi de unuttuk. Bilmeden sağa sola savrulup rast gele gidiyoruz işte. Maksat gün dolduruyoruz. Tamamen mankuf bir kafa yapısıyla yaşıyor sadece sahibimize hizmet ediyoruz. Herkese saygılar.