Ben hatırlıyorum. İsterim ki şimdi ki gençler de bilsin, onun için anlatıyorum. 60-65 sene önce diğer yerleri bilmem de Fındıklının köylerinde insanlar sabahları kalktılar mı? Kahvaltı etmezler. Sigara içenler sigara altı için bir lokmayı ağızlarına atar ve doğuca napir dedikleri kendi arazilerinde çalıştıklar iş yerlerine giderler. Aile hep bir arada bu yerde çalışırlar işlerini devam ettirirlerdi.
‘Kuşluk’ dedikleri öğlene 1-2 saat kalan vakitte toplu olarak eve gelir, odun teknenin içinde duder dedikleri sulu lahana yemeğini, içine de bir pileki sıcak mısır ekmeği koyar hep birlikte elleri ile yerler, yemekten sonra yine napirlerine yanı o iş yerlerine giderek akşama kadar çalışırlardı. Evin kaç oğlu var ise bunlara gelin geldiği zaman hemen ayrılmazlar, uzun müddet hepsi bir arada otururlardı. Böylece köy işleri de kalabalık olan külfet dedikleri evin insanları tarafından kolayca halledilirdi. Hatta erkeklerin en büyüğü, gelinlerin de en küçüğü ‘buyurcu’ dedikleri lider olur, onların buyruğundan dışarı çıkmazlardı.
Genelde yaptıkları işler ne idi? Sizlere köyde ne iş olacak diye basit gelebilir fakat hiç te öyle değil di. Köy işleri şimdi herkes bildiğine göre ‘çay toplamağı’ saymıyorum. Zaten o zamanlar çaylıklar çok az, yerleri mısır bahçeleri veya fındıklık tı. Her mevsimin kendine göre acil işleri vardı. Benim en sevdiğim mevsim Son Bahar mevsimiydi.
Mesela Son Bahar da neler yapılırdı? Genel de Son Bahar da yapılan işler Kış hazırlıkları idi. Bahçeler alınırdı. Lazut dediğimiz mısır koçanları kırılır sepetlerle eve taşınır ve ayıklanırlardı. Onların taze olanlarına çolo derler ateşte ve kazanlarda pişirilerek yenilirdi. Olgun olanlar kurumaları için naylalara asılır bekletilirlerdi. Kuruduktan sonra ufatma dedikleri koçanlarından elle ayrıştırılır ve çuvallara doldurularak değirmenlerde öğütülür mısır ekmeği yapılırdı.
Bahçede kalan otları oraklarla tek tek kesilir ve zarar vermeden bağ ederek yığılır. Bahçenin muhtelif yerlerine birkaç kazıklar dikilerek bu kazıklara iki kişi tarafından bardı edilir ve kışın karda ot bulunamadığı zaman bu otlar hayvanlara yem olarak verilirdi. Bu arada yerlerde ki çayır denen otlarda oraklarla biçilerek bağ edilir, onlarda ayrı bardı edilir ve kışın hayvanlara yedirilirdi. Bu bardileri yapmak büyük ustalık ister suyu içine geçirmez ve otlar uzun süre çürümeden durabilirdi.
Herkesin ‘eretilik’ dedikleri yerleri vardı. Burada yetişen eğrelti otlarını ki işlerin en zor tarafı oydu. Oraklarla günlerce biçerler, bağ yaparak kızılağaç fidanlarına bardı ederlerdi. Bunlarda kışın hayvanlar ahırda kaldıkları müddetçe her gün altlarına serilir ve daha sonra da sepetlerle taşınarak bahçelerde gübre olarak kullanılırlardı.
Fındıklıklarda ve ormanda yerlere dökülen ‘çönçi’ dedikleri gazeller de toplanarak taşınır ve saklanır bunlarda kışın hayvanların altına serilerek sonra da gübre olarak kullanılırdı. Kara üzümü olanlar ağaçların üzerinde ‘gudel’ dedikleri sepetlerle toplarlar ve bir iki gün onun suyunu çıkararak özel kazan ve tavalarında dışarıda açık ateşler yakarak pişirir pekmez, hatta pişmeğe yakın içerisine incir atarak macun dediklerini yaparlardı.
Arı kovanları olanlar büyük gürgen ağaçlarına halat atarak çıkarlar peteklerinde ki ballarını sağarak sepetlerle evlerine getirirler olmayan komşularına ‘cugal’ dedikleri bakraçlarla bedava yollarlardı. Bazıları iplerin ucuna taktıkları kancalara solucan takarak, akşamdan derelere 100-150 tane atarlar sabahtan erkenden çektikleri bu oltalarla çok sayıda kırmızı pullu alabalık yakalarlardı.
Ormanda kestikleri bir tondan fazla kumar veya gürgen odunlarını yamaçlardan kaydırmak süretiyle dereye indirirler, kenarda 'marça' dedikleri şekilde yığıp bekleterek yağmurda dere çok geldiği zaman köyün erkeklerini mec eder bu odunları imece üsülü dere ile ve bir kısım yolu da arka ile taşımak süretiyle kapıya getirir kış odunu ederlerdi.
Bütün bu faaliyetler yapılırken veya o patika yollarda yürünürken mutlaka atma türküler söylenir, küçük bir düzlük denk geldiği zamanda horon oynanırdı. Atma türküler genelde sevdalı kız ve erkeğin düşüncelerini birbirlerine yansıtırdı. İşte umarım hoşunuza gider o zamandan kalma birebir atma türkülerden biri:
Genelde yaptıkları işler ne idi? Sizlere köyde ne iş olacak diye basit gelebilir fakat hiç te öyle değil di. Köy işleri şimdi herkes bildiğine göre ‘çay toplamağı’ saymıyorum. Zaten o zamanlar çaylıklar çok az, yerleri mısır bahçeleri veya fındıklık tı. Her mevsimin kendine göre acil işleri vardı. Benim en sevdiğim mevsim Son Bahar mevsimiydi.
Mesela Son Bahar da neler yapılırdı? Genel de Son Bahar da yapılan işler Kış hazırlıkları idi. Bahçeler alınırdı. Lazut dediğimiz mısır koçanları kırılır sepetlerle eve taşınır ve ayıklanırlardı. Onların taze olanlarına çolo derler ateşte ve kazanlarda pişirilerek yenilirdi. Olgun olanlar kurumaları için naylalara asılır bekletilirlerdi. Kuruduktan sonra ufatma dedikleri koçanlarından elle ayrıştırılır ve çuvallara doldurularak değirmenlerde öğütülür mısır ekmeği yapılırdı.
Bahçede kalan otları oraklarla tek tek kesilir ve zarar vermeden bağ ederek yığılır. Bahçenin muhtelif yerlerine birkaç kazıklar dikilerek bu kazıklara iki kişi tarafından bardı edilir ve kışın karda ot bulunamadığı zaman bu otlar hayvanlara yem olarak verilirdi. Bu arada yerlerde ki çayır denen otlarda oraklarla biçilerek bağ edilir, onlarda ayrı bardı edilir ve kışın hayvanlara yedirilirdi. Bu bardileri yapmak büyük ustalık ister suyu içine geçirmez ve otlar uzun süre çürümeden durabilirdi.
Herkesin ‘eretilik’ dedikleri yerleri vardı. Burada yetişen eğrelti otlarını ki işlerin en zor tarafı oydu. Oraklarla günlerce biçerler, bağ yaparak kızılağaç fidanlarına bardı ederlerdi. Bunlarda kışın hayvanlar ahırda kaldıkları müddetçe her gün altlarına serilir ve daha sonra da sepetlerle taşınarak bahçelerde gübre olarak kullanılırlardı.
Fındıklıklarda ve ormanda yerlere dökülen ‘çönçi’ dedikleri gazeller de toplanarak taşınır ve saklanır bunlarda kışın hayvanların altına serilerek sonra da gübre olarak kullanılırdı. Kara üzümü olanlar ağaçların üzerinde ‘gudel’ dedikleri sepetlerle toplarlar ve bir iki gün onun suyunu çıkararak özel kazan ve tavalarında dışarıda açık ateşler yakarak pişirir pekmez, hatta pişmeğe yakın içerisine incir atarak macun dediklerini yaparlardı.
Arı kovanları olanlar büyük gürgen ağaçlarına halat atarak çıkarlar peteklerinde ki ballarını sağarak sepetlerle evlerine getirirler olmayan komşularına ‘cugal’ dedikleri bakraçlarla bedava yollarlardı. Bazıları iplerin ucuna taktıkları kancalara solucan takarak, akşamdan derelere 100-150 tane atarlar sabahtan erkenden çektikleri bu oltalarla çok sayıda kırmızı pullu alabalık yakalarlardı.
Ormanda kestikleri bir tondan fazla kumar veya gürgen odunlarını yamaçlardan kaydırmak süretiyle dereye indirirler, kenarda 'marça' dedikleri şekilde yığıp bekleterek yağmurda dere çok geldiği zaman köyün erkeklerini mec eder bu odunları imece üsülü dere ile ve bir kısım yolu da arka ile taşımak süretiyle kapıya getirir kış odunu ederlerdi.
Bütün bu faaliyetler yapılırken veya o patika yollarda yürünürken mutlaka atma türküler söylenir, küçük bir düzlük denk geldiği zamanda horon oynanırdı. Atma türküler genelde sevdalı kız ve erkeğin düşüncelerini birbirlerine yansıtırdı. İşte umarım hoşunuza gider o zamandan kalma birebir atma türkülerden biri:
Kızlar
-Oturdun yol üstüne etun görünür etun,
Erkek
-Çok ince bakarsız bütün görünür bütün,
Kızlar
-Oturdun yol üstüne etun görünür etun,
Erkek
-Çok ince bakarsız bütün görünür bütün,
Kızlar
-Asli bişeşi yoktur orda havlayan itun,
Erkek
Erkek
-Sizi kardaş görürüm geçin işinuze gitun,
Kızlar
Kızlar
-Seni midesi çeken içumuzde yok hatun,
Erkek
Erkek
-Midenuz açılecek akşam yanumde yatun
Bir de Rahmetli Babamın yalnız kaldığı zaman söylediği şu türkünün satırlarını unutamıyorum:
Kasaturam çelikten, nam almışım ferikten,
Türk askeri korkar mı, vatan için ölmekten.
Ve o türkünün devamını buldum:
Yemenimin uçları,
Çıkamam yokuşları,
Selâm edin yarime,
Yedi dağın kuşları.
Şu dağlarda kuş uçmaz mı?
Askerlik yakışmaz mı?
Ağlamayın anneler,
Ayrılan kavuşmaz mı?
Kazan kaynar taşmaz mı?
Gün gedikten aşmaz mı?
Sen kayırma sevgilim,
Ayrılan kavuşmaz mı?
Bir de Rahmetli Babamın yalnız kaldığı zaman söylediği şu türkünün satırlarını unutamıyorum:
Kasaturam çelikten, nam almışım ferikten,
Türk askeri korkar mı, vatan için ölmekten.
Ve o türkünün devamını buldum:
Yemenimin uçları,
Çıkamam yokuşları,
Selâm edin yarime,
Yedi dağın kuşları.
Şu dağlarda kuş uçmaz mı?
Askerlik yakışmaz mı?
Ağlamayın anneler,
Ayrılan kavuşmaz mı?
Kazan kaynar taşmaz mı?
Gün gedikten aşmaz mı?
Sen kayırma sevgilim,
Ayrılan kavuşmaz mı?