SAYFALAR

31 Mart 2012 Cumartesi

RUSYA DAN MEKTUP

1960 lı yıllarda Hopa'ya sık sık gidip gelen ve tütün kaçakçılığı yapan, yaşlı bir komşum Yusuf Amca'dan dinlemiştim.
Rusya'da 1917 de Komünizm rejimi kabul edildiği ilk zamanlarda, bazı aileler bölünmüş, aynı ailelerin bir parçası Rusya Batum da, bir parçası Türkiye Artvin Hopa da kalmışlar. Hatta Fındıklı Sulak Köyünden bizim de teyzemiz, Nadiye Hanım da ailesiyle Batum da kalmış. Sibirya'ya o meşhur zulüm treni ve vagonları ile sürgün edilip te altı ay ac susuz yolculuk yapıp kayıp olanlardan. 
1960 lı yıllarda Burhanettin ağabeyim arama girişimlerin de bulunduysa da neticesiz kaldı, bulamadık. Çünkü Rusya Komünizm Rejimi en ufak bir yanlışta adama akla gelmedik işkenceler yapılıyor, insanlar zindanlarda tutuluyor, hatta kendi adamları bile hiç sebepsiz yere öldürülüyorlardı. İşte; insanlara hafızalardan çıkmayan işkence, zulüm uygulandığı o zamanlarda; Rusya Batum da kalan Agasi ile Türkiye Hopa da kalan yeğeni Agop isimli iki Ermeni dayı ve yeğen arasında ki mektupla haberleşme şöyle olur.
'Kaç gel' filan gibi veya rejim hakkında kötü şeyler yazmaması için Rusya da ki Ermeni Agasi Hopa da ki yeğeni Agop'a mektup yazar ve her şeyin yetkililerce kontrol edildiğini, insanların en ufak bir suçta en ağır şekilde cezalandırıldığını, şu şekilde anlatmağa çalışarak uyarır ve bilgi verir.
"Eee More; Komünizm rejimi çok iyi bir rejimdir. Keşke Türkiye de Komünist olsa. Bizler burada çok rahat, çok iyi, çok memnunuz. Lenin ve arkadaşları da çok iyi adamlardır. Bizlere hiç kimse karışmaz ve çok büyük haklarımız var. Mektuplarımızın dahi kontrol edildiğini hiç düşünme More. Asla böyle bir şey yapmazlar. Sen de anlayasın diye ben bu zarfın içine saçımın bir telini koyup sana yollayacağım. Mektubu kontrol ederlerse bu saç teli düşecek ve zarfın içinde olmayacak. Sen mektubu aldığın zaman eğer içinden saç kılı çıkmazsa, mektupların açılıp kontrol edildiğini anla. Bizler burada çok iyiyiz, rahatız, sen merak etme.." diye yazar ve postaya verir.

Türkiye de ki Agop Dinçyan da Dayısı Agasi'nin yolladığı bu mektubu Hopa da alır, açar  bakar ki içerisinde katlanmış kağıdın arasında hakikaten saç kılı var, doğru. Mektupların gerçekten açılıp kontrol edildiğini o zaman hemen anlar ve ondan sonra başlarına bela getirecek hiç bir şey yazmaz Rusya da ki dayısı Agasi'ya. 
Çünkü aslında kıl falan yok, Ermeni mektubu zarfa koyarken kıl filan hiç koymamış. Zaten Ermeni'nin başında kıl falan da yok. Ermeni Agasi kel. Rusya da ki Ermeni nin kel olduğunu Türkiyede ki yeğeni Agop ta iyi bilmektedir. 
Aslında mektup Rusya dan postaya verilince, Rus yetkili mektubu açar ve  kontrol etmek için okur. 'Saçımın bir telini koyacağım' yazısını görür. Görür fakat bakar ki saç teli filan yok. Mektubu kontrol ederken saç kılını kendisi düşürebildiğini düşünür ve o kontrol eden görevli kendi saç kılını başından koparır, Agasi'nın mektubunun içine koyar ve öyle yollar Türkiye de ki Agop'a. Agop ta böylece bütün mektupların kontrol edildiğini anlar.

Türkiye de ki Agop geri Rusya daki dayısı Agasi'ye bir mektup yazar. Mektupların Rus yetkililer tarafından kontrol edildiğini ona da bildirecek ya; "More dayı; yolladığın sarı saç telini mektubun içinde, katlı kağıtların arasında buldum ve aldım. Hatıra olarak saklıyorum. Sağ kalır kavuşabilirsek geri sana veririm. Kontrol hiç yok. İstediğin her şeyi bana yazabilirsin. Selamlar."

Yaa yaşamak kolay değildir. Hele başkasının emri altında. Ondan sonra neler yazmışlar? Başlarına neler gelmiş veya kavuşmuşlar mı bilmiyorum? 
Bazen insanların kaderi başka insanların elindedir. İnsan bir kere kuyuya düşerse çıkamaz. Mesela bazı oyunları ben anlarım, sen anlarsın, oyuna gelmeyiz. Başkası anlayamaz. Bazen sen ben de anlayamayız. Birisi oyuna gelirse diğerlerini de kendi peşine sürükler ve herkesi yakar, kimse kurtulamaz. Yaa.. her zaman diyorum bir karar verirken kılı kırk bölünüz. Ve bir işi yapmadan önce beş defa düşünerek karar veriniz.


28 MART'TA KAR

Ankara da 28 Mart 2012 de 18.10 ile 18.25 saatleri arasında kar yağdı, hemde hiç durmayacak mış gibi yağıyordu. Onbeş dakika kadar süren yağışta yerler bembeyaz oldu fakat, çok sürmedi. İşte meraklının amatör kamerasından izleyelim.

30 Mart 2012 Cuma

DİKKAAT

Ben yeni polis olduğum 73 yılında Malatya'lı bir Polis Memuru ağabeyimiz vardı, ismi Mustafa. Mustafa ağabey çok eski polislerden. Devamlı karakolda yatıp ta, hafta izinli iken haftada bir gün evine çoluk çocuğunun yanına giden polislerden. Kim bilir ne zorluklarla çalışmışlar, aynı şehirde olmalarına rağmen bir hafta ailelerinden ayrı yaşamışlar. Bunun etkisinden mi ne, bu ağabeyimiz çok içki içerdi. Biz de içki içmeğin cezai karşılığı meslekten ihraçtır.

Mustafa nın her zaman içki içtiğini Vali bile biliyor fakat hiç kimse yakalayamıyor. Asayiş Şube Müdürü Pepe Kamil onur meselesi yapmış fakat bir türlü O da yakalayamıyor. Bir gece Mustafa Ağabey nöbetçi iken Pepe Kamil Karakola ani den baskın yapar. Mustafa Ağabey kıp kırmızı olmuş içkili olduğu zaten yüzünün renginden belli olurdu, öbür türlü sarhoş olduğu hiç anlaşılmazdı. Müdür Bey Karakolda her tarafı didik didik aramış içki yok, memur içkili, adam çıldıracak. Çağırmış huzuruna Mustafa yı "Bak Mustafa sen içkilisin" demiş. Memurda "Evet Müdürüm" demiş. Müdür içkiyi yakalayamadığı için, kafasından bir plan yapmış ve gitmiş. Sabaha karşı gizlice gelerek tekrar baskın etmiş. Her tarafı yine aramış anh içki yok, bulamamış. Mustafa'yı tekrar çağırmış yanına, "Bak oğlum, çok uğraştım, içkini bir türlü yakalayamadım. İçkiyi nerde sakladın? Göster. Şimden sonra içki sana serbest. Hiç bir işlem yapmayacağım" Der. Mustafa da yakalanmaktan çok korkarmış. Gözleri fal taşı gibi açılmış. "Müdürüm erkek sözü mü, yakalamayacak mısın?" demiş.

Pepe Kamil söz deyince Mustafa hemen koşarak kapıya gitmiş "DİKKAAT" diye bağırarak bayrak direğinden, karanlıkta bir sepet indirmiş
, içerisinde bir büyük rakı ve meze bulunmaktadır. Hakikaten aşırı olmamak şartı ile içtiği içkiye ondan sonra kimse karışmazdı. Zaten az bir süre sonra emekli oldu.