SAYFALAR

5 Kasım 2013 Salı

KEDİ İÇİN

2013 Eylül ayının yağmurlu bir günü Kızımın acı feryatları ile uyandım. "Baba, Shusi (benim kedim, kraliçe) içerde mi? Köpekler bir kediyi boğuyorlar." dedi.
Elime bir sopa kaptığım gibi dışarı fırladım. Araba parkımızın önünde altı tane kocaman köpekler bir kediye saldırmışlar. Kedi bir köpeğin ağzında köpek karnından kediyi sıkıp duruyordu.
Kedi benim kraliçe değildi. Apartman önünde geçinen sokak kedilerinden biri idi. Köpeklere elimde ki sopayı sallayarak kediyi ağzından aldım. Köpekleri kaçırttım.
Kedi ölmemiş fakat arka bacaklarını kullanamıyordu. Can havli ile bağırıp pığlayarak iki ön tatlarını kendine siper etmiş, gözleri cam gibi olmuş ve sonuna kadar açılmış olarak kendi dilince bana yalvarıyor veya bir şeyler anlatmağa çalışıyordu.
Böyle bir manzaraya yürekler dayanamazdı. Evden aldığım poşet içine eldivenle tutarak kediyi sırt üstü yerleştirdim. Doğruca Batıkent te Atlantısın önünde ki özel veterinere son sürat getirdim. "En azından yaşamayacaksa ilaçla öldürülsün. Acı çekmesin" dedim.
Orada bulunan ırı kıyım kütük gibi bir veteriner hekim "Arka ayakları kırıldığını, tedavi olabileceğini" söyledi. Bende kendilerine teşekkür edip ayrılacağım sırada '800,00tl masrafı olduğunu, bu parayı ödememi' istedi. Bir an için düşündüm. Kendi dişlerimi param olmadığı için yaptıramamıştım.

"Sokak kedisi olduğunu, para ödeyemeyeceğimi" söyledim. "Bey efendi muayene ücreti ödemeniz lazım." dedi. Ben sinirimden onlara ne dedim bilmiyorum. Para ödemeden kediyi kaptığım gibi dışarı fırladım.
Yenimahalle Belediyesine giderken Lalegül de bir veteriner tabelası gördüm. Oraları hep aramama rağmen bulamadım. Orada çalışan işçilere sorunca oradan taşındığını öğrendim.
Belediyeye gittim. Bu zaman zarfında da çok şiddetli yağmur yağıyordu. Yenimahalle Belediye görevlileri İstanbul yolunda bir yere taşındığını söylediler. Ne ise uzattık, gittim orayı da buldum. Daha yeni yapılmış yerde bahçeli bir bina. Çamurlanmamak için taşlara basarak içeri gittim. Orta yaş bir beyefendi ile genç bir kız vardı. "Biz bakmıyoruz. Falan yere götür." demeleri üzerine yine zıvanadan çıktım.
Onlara da neler dedim hatırlamıyorum. Vurdum mu da hatırlamıyorum. Oradan da yola revan, deli dana gibi Ostim e doğru gelirken bir, çift kabin belediye arabasını seyir halinde gördüm. İçinde üç kişi vardı. Hemen durdurdum. Polis olduğumu söyleyerek ruhsatı aldım. "Ben başkomiserim. Hemen Başkanınızı bana çağırın" dedim.
Bir ekipleri daha geldi geçtiler önüme ve birlikte 'Out City' inin arkasında Hayvan barınağı yerine geldik ve oraya teslim ettim. Arabama baktığım zaman 270 km. yol kat etmiştim. İyi ki de evden çıkarken pijamalarımı çıkarmış kimliğimi filan yanıma almıştım. İki gün sonra aradım, kedi iyileşmiş. Bir kaç gün sonra kendi bölgesine getirip bıraktım.

ESKİ GÜNLERDE

Eskiden bizim köylerde mecler (imece) yapılır, karşı beri türküler söylenir, herkes birbirlerine dostça yaklaşırlardı. Gittikçe insanları maddiyata yönelten bu hayat, köylerde eskisi gibi bırakın türkü demeği konuşmağa kimse kalmadığını görüyoruz. Sonra eski insanlar yok olmuşlar yerlerine hiç tanımadığımız bazı insanlar gelmişler. Tabii ki bu yenilerde eskilerin neslidirler fakat hiç eski atalarına benzemiyorlar. Veya eskisi gibi hiç bir araya gelemiyorlar. Gelseler de eskisi gibi hoş görülü ve neşeli değiller. Şimdilerde mec (imece) yapıldığını sanmıyorum. Çünkü çoğu işlerinin yapılması için ya yarıcı tutmuş veya işçi tutmuş. Onlarda şimdi ataları böyle yaparmış diye türkü söyleyemezler herhalde. Kendi çocuklarımız bile söylemiyor, veya söylemeğe fırsat bulamıyor. Başkalarından duyduğuma göre böyle bir ağaç taşıma mecinde (imece) yorulup soluk almak için durdukları zaman orada ki erkeklerin hepsine birer türkü atmışlar. Hepsini toparlamak mümkün değil arada noksan olanlarla birlikte bir kısmı şöyledir. Ve ismi geçen insanların hiç biri şu anda hayatta değildirler. Hepsine rahmet diliyorum.

"Şukri çıktı yaylaya sığır otlatamadı,
Yusuf İstanbullarda bir mesken tutamadı,
Mevlüt yaptı evini içinde kalamadı,
Canfer keçilerini terbiye edemedi,
Muğammet ğaşil etti oturup yeyemedi,
Yanı sıra Veyis te çocuk okutamadı,
Gelgelelim Feyiz'e bir evlat edemedi."

4 Kasım 2013 Pazartesi

ÇEKTİRME AV


Av yasağı kalkar kalkmaz sanki avcıymışım gibi Rize'ye gittim. Beni motorla denize açıldırdılar. Sağ olsun Bacanağım Yüksel Varlı bacanak olmasak ta birbirimizi tanısak yine böyle sever miydik? Hep düşünüp durmuşumdur. Rize ye gittiğim zaman uğramadan geçmek olmaz. Her uğrayışımda da bir sürprizi ile karşılaşırım. Bu sefer ki sürprizi pek ender sürprizlerdendi. 

Kendisi Allah şifalar versin, biraz rahatsız olduğundan küçük oğlu Bülent ve Baldızım Gülten ile balık avlamak için denize açıldık. Öğleden sonra karanlık olana kadar Karadenizin o azgın dalgaları arasında balık tuttuk. Benim hanımı deniz tuttuğu için gelemedi. Biz tehlikeli şartlarda azgın dalgalar arasında dümen çevirdik ve balıklar yakaladık, daha da yakalamağa çalıştık. 

Amatör işi genelde misina ile iki türlü balık tutulur. Bir kayıkla hareket ederken çoklu olta denize atılır ve bir taraftan ilerlerken suyun içindeki oltalara balıklar takılır. Bunun adı biz kullandığımız usul 'Çektirme av' dır. Genelde palamut avlanır. Biz 8-10 tane tuttuk. İkinci usul Çaparı dedikleri usuldür. Bu da kayık denizde dururken, yanı durmaz da, beşik gibi sallanırken ucunda çok oltalar olan misina suya atılır. Bu şekilde de çinekop, istavrit ve sargan yakalanır. Biz bu usulle çok az yakaladık. Siz 'bulamayız' diye merak etmeyin. Sizler yakalamak isterseniz bu şekilde hazırlanmış oltalar hazır satılmaktadır. 

Bu görmüş olduğunuz tam doğal Karadenizin yarı azgın halinde ki kendisidir. Daha sinirlenmemiş fakat sinirlenmek üzeredir. Bütününü kayıt edemedim fakat bir kaçını cep telefonum ile kayıt ettim. Herkesin aynı duyguları yaşamasını isterim. Hele denizin dibi görünmezken, deniz ile kendi aranda bir santimetrelik bir tahta parçası olması insana daha çok endişe veriyor. Beşik gibi sallanan motor, içindekileri dışarı atacakmış gibi oluyor. Eh boşuna dememişler "Kumarcının parası pul, denizcinin karısı dul." diye