SAYFALAR

12 Temmuz 2014 Cumartesi

ALTIN BİLEZİK

1986 yılı Ankara Hırsızlık Bürosu; Ankara da kuyumcular her bölgede bir arada bulunur ve çokluklarına göre de Hırsızlık Bürosundan polisler bulunur, bunlar şüphelendikleri satıcı ve alıcıları inceler, bazılarını da incelenmek üzere kısma intikal ettirirler. Her zaman da öyle çapulculardan filan altın almamaları için kuyumcular uyarılır. 

Ayrıca bir kuyumcu bir hırsızdan ziynet eşyaları almışsa, o ziynet eşyaları çalıntı çıkmışsa, satın alan kuyumcudan geri alınır ve asıl sahibine teslim edilir. Genel de de altın hırsızları bu şekilde veya parmak izi bıraktıklarından yakalanırlar. Genelde profesyonel hırsızlar eldiven kullandıklarından en doğrusu kuyumcularda bulunan polislerimizin şüpheli görüpte incelenmek için yakaladıkları kişilerden bir çok hırsızlık olayları meydana çıkar ve vatandaşların çalınan malları elde edilir. Çünkü çalınan malı bir adam bilmeden de satın alsa aynı çalan adam gibi suça ortak olur ve çalıntı mal her görüldüğü yerde zorla zaptedilir.

Anafartalar kuyumcularında bilezik bozdurmak isteyen on dört yaşlarında bir çocuk şüpheli olarak orada ki görevli Büromuz polisleri tarafından yakalanmış, getirip nezarethaneye atmışlar. Yapılan sorguda da ısrarla bulduğunu söylemiş. Çocuğu Büroya çıkarttım. Biraz uğraştırdıktan sonra çocuğu kafaya aldım, beraber pavyona gidip eğleneceğimizi söyleyince o da bana doğruyu söyledi. O yakalanan bilezik annesine ait. Annesinden çalmış. Yakın füru olan anne, baba ve çocuklar arasında hırsızlık olmaz. 

Zaman kaybını önlemek ve Ali isimli öğrenci olan bu çocuğu bir an evvel salıvermek için, bileziği de yanıma alarak üç kişilik Ekibimle birlikte Annesinin çalışmakta olduğu İzmir Caddesinde konfeksiyon imalathanesine sabah saatlerinde gittik. Dördüncü katta ki bu iş yerini yanımızda ki çocuk Ali'nin göstermesi üzerine birlikte içeri girdik. Salon gibi bir yerde elli-altmış bayan makinalarla büyük bir gürültü içinde çalışıyorlardı. Bir şeyler dikiyorlardı. Ali o bayanların içinde annesini de gösterdi. Bileziği kayıp olduğundan haberi bile yoktu. Biz kendisine söyleyince anladı ve kendisine ait olduğunu söyledi. Rahat yazı yazabileceğimiz gürültüsüz bir yerin olup olmadığını ve sahibini sordum. O sırada yanımıza gelen bir beyefendi bizleri yan tarafta müsait bir odaya getirip çay söyledikten sonra, çayımızı içerken bir taraftan da elimizde ki bu bilezik hırsızlığı olayıyla ilgili tutanakları tutuyorduk. 

Yanımızda ki beyefendi "Ağabey buranın sahibi daha gelmedi fakat ben yetkiliyim. Buranın müdürüyüm" dediydi. Bir taraftan o adamla bir şeyler konuşurken, bir taraftan da Polis Memuru Cengiz'e söylüyorum o da ben söylediklerimi tutanağa yazıyordu. Tutanaklar tamamlandıktan sonra bileziği annesine teslim edip, çocuğu da serbest bırakacaktım ve ben de ekibimle oradan ayrılacaktım.

Birden içeri bir adam girdi. Kapıyı hızla geriye doğru çarparak "Benim iş yerimde ne işiniz var?" diye bize bağırdı. Hırsızlık Bürosunda polis olduğumuzu, işlerimizin hemen bitmek üzere olduğunu, çok az kaldığını ve biter bitmez de gideceğimizi söyledim. "İş yerine izinsiz giremezsiniz ve adam da alamazsınız." diye tekrar bağırdı. Hasminellahu. Baktım adam bela aramak için dolmuş gelmiş. "Tamam beyefendi, hemen gidiyoruz." dedim. 

Kadına Teslim Tutanağına imza attırırken bana tekrar hakaret ve tehdit içerikli laflar ederek "Yaka numaranı ver bakıyım." dedi. Hiç sesimi çıkarmadan masanın üstünde bulunan küçük kulak kağıtlardan bir tane alarak ismimi ve yaka numaramı üstüne yazdım ve eline verdim. Adam kağıtı önüne koydu ve kendi masasının üzerinde ki telefonun ahizesini kaldırarak bir kaç tane numaralar çevirerek konuşmağa başladı. Bende dinliyorum. "Şu anda yazıhanemde bulunan bir komiser var. Bu komiseri derhal açığa al. Tamam mı?" diyordu. Polislerden biri "Beyefendi Komiserimiz sana sabırlı davranıyor. İşi aksamasın diye Emniyete getirmeyip burada halletmeğe çalışıyor. Sana iyilik etmek istiyor. Senin polise neden allerjin var? Polisi niçin sevmiyorsun?" dedi. 

Adam o polise de hakaretler etmeğe başladı ve başka bir yere telefon açtı. Yine karşısında ki adama yaka numaramı verip beni şarka veya kötü bir yere tayın etmesini istedi. Adamı boynundan tuttum ve ayağa kaldırdım. "Tamam herhalde daha arayacağın yer kalmadı galiba?" dedim ve belimden çıkardığım kelepçeyi adamın ellerine vurdum. Adam orada masalara yapışıp gelmemek için büyük bir direnme gösterdi. Sürükleyerek ve orada bulunan erkek ve bayanlarla boğuşarak aşağı indirip otomuza bindirdik. 'Adam kaçırıyorlar' diye de 155 e ihbarda bulunmuşlar. Üç tane Asayiş Ekibi birden geldi. O Ekiplere de geri kalan bayanları aldırdık ve hepsini Emniyet Müdürlüğüne getirdik. Mesele anlaşıldı. Adam Genel Müdürlükte bir kaç tane Emniyet Müdürü tanıyormuş. Zatı muhterem onlara güveniyormuş.

Biz aslı görevimizi bırakıp polise mukavemet ve karşı gelme gibi suçlardan bu adama işlem yapmak için tutanaklar tutarken Emniyet Genel Müdürlüğünden üç tane emniyet müdürleri Büromuza geldiler. Bir tanesi "Polise öyle davrandı ise canı cehenneme" deyip geri gitti. Diğer ikisi ve hem de tutuklanacağını anlayınca kendisi de bize çok yalvardılar. Biz de tuttuğumuz tutanakları yırtarak kendisini af ettik. Daha sonra çok defalar yanımıza gelip bizlerden özür diledi. "Ben ne yaptım? Ağabey o gün bana bir şey oldu. Ne olduğunu ben de bilmiyorum." diyordu. Her bayram ve yıl başlarında Kısımda ki bütün memurlara gömlek kravat gibi hediyeler yollardı.          
      

10 Temmuz 2014 Perşembe

BENZİN BİTTİ

1996 yılı Ankara Hırsızlık Bürosu: Eski bir gelenek var. Polislerin hırsızları tanıması için her sabah Kısımda toplanılır herkes hırsızları görür ve bilahare göreve çıkılır. Benim adetimdir. Her sabah göreve çıkarken otomuzun şoförüne 'Benzinini al' diye hatırlatırım. Çünkü tecrübelerim ile sabittir. Polis her zaman hazır ve nazır olacak. Kısmımıza yeni gelen ve yeni polis olan Mehmet Ali "Her zaman ikaz ediyorsun. Ben zaten gerekli ise alıyorum, Başkomiserim" dedi. Baktım benim her sabah hatırlatmamdan rahatsız olmuş fakat pek te bir şey diyemiyor. "Tamam Mehmet Ali seni daha ikaz etmem. Fakat bir müşkülle karşılaşırsam da af etmem." dedim. Ben haklı çıkacağımı, bir gün bu söylediğine pişman olacağını yine tecrübelerimden biliyordum.

Ekip arabamız Ford minibüs. Tahkikatını yapmakta olduğumuz beş büyük koli, piyasada satılması yasak olan çalıntı ilaçlarla iki hırsız yakalanmış tahkikat yapıyoruz. İlaçları nerden çaldığını söylemiyor. Tehditlerimiz ve yalvarmalarımız neticesinde Ulus ta bir kahvede tanıştığı yeşil önlüklü 'Ahmet' isimli bir şahıstan, cüzi bir paraya satın aldığını, şahsı tanımadığını söylüyor. Yalan söylüyor fakat bir haksızlık yapmamak için hırsızın her söylediğinin neticesini almağa çalışırdım. Bunun da neticesini almak için Ulus ta Ahmet isimli şahsı gördüğü kıraathaneye giderek hayalı isim bu Ahmet'i bekledik. Şahıs olmadığı gibi tanıyanda yoktu. Yakınında Kalenin altında ki Verem Savaş Dispanseri aklıma geldi. Şahıs oradan Ulus ta ki kahveye gelmiş, ilaçları satmış olabilirdi.

Arabayı dispanserin biraz uzağına bıraktıktan sonra Polis Memuru Müjdat ile Verem Savaş Dispanserine gittim. İlk girişte üç kişi masalarında oturuyordu. "Ahmet Beyle görüşebilir miyim?" dedim. Bizi makaraya sarmağa başladılar. Meğerse bu hastane de Ahmet isminde kimse yokmuş. Adam biraz ileri gidip hakaret varı konuşmağa başlayınca baktım iş kötüye gidecek "Biz Hırsızlık Bürosunda polisleriz. Bir tahkikat için geldik. Kusura bakmayın." dedim. Tam dışarı çıkacakken bir tanesi yerinden kalktı ve yakamdan tuttu. "Polis olmakla Allah mı oldun lan?" dedi. Ve orası karıştı. Bize zorluk çıkaran bir kişiyi ve yanında bizi dövmek isteyen iki kişiyi daha yaka paça arabaya getirdik. Onları bizim almamıza zorluk çıkaran ve bizleri dövmek isteyen bir kaç kişiyi daha dövdük. Biz adamları arabamıza götürürken arabamızı görüyorum ve içinde hırsızla birlikte oturan üç tane polis arkadaşlarımın yardımını beklerken onlar hiç arabadan aşağı inmediler. Yanı bizim o boğuşmalarımızı hiç görmemişler. Halbuki bir arkadaşınız yanınızdan ayrıldı mı göz ucu ile devamlı takip edin diye her zaman nasihatler ederdim. Buna çok kızdım fakat hiç birine bir şey deyip kalplerini kırmadım. Oradan zorla almış olduğum iki kişi ile öyle sinirli bir vaziyette arabaya bindik ve İstanbul yolu üzerinde Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü önüne gelmeden önüne gelmeden şoför Mehmet Ali arabayı yavaşça sağa çekti ve durdu.

Ben arka tarafta adamlar ile hala boğuşuyordum. "Neden durdun Mehmet Ali" dedim. "Komiserim nasılda söyleyeceğim bilmem, fakat benzinimiz bitti." dedi. Şimdi buyurun siz benim yerimde olun ne yaparsınız? Orada arabadan aşağı indirdim ve "Benimle daha işin yok. İstediğin yere git." dedim. Arkamızdan yaya Emniyet Müdürlüğüne gelmiş. Bir gün Kısımda oturdu. Nede olsa yeni memurdu. Biz de yeniliğimizde hatalar işlerdik. Onlar aklıma geldi ve kendisi de defalarca af dileyince yine ekibime aldım.

Bundan sonra benim dediklerimi harfiyen uyguladı. Ayrıldıktan sonra da bazı konularda telefon açar akıl sorardı. Hanı demişler ya 'Bir musibet bin nasihatten iyidir.' diye. Umarım hayatı boyunca da uygulamıştır. Şahıslardan yakamı tutup beni dövmek isteyen ve benim iyi dayağımı yiyen Genel Müdürlükte bir Emniyet Müdür
ünün kardeşi imiş. Sonra onlarda haksızlıklarını anladılar, özür filan dilediler, o Emniyet Müdürü yanımıza geldi az daha kardeşini dövecekti, biz engelledik. Onları da af ettik.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

AMİN


papağa
Bir kaç Amerikan askeri Irak ta bir dükkanına girerler. Alış veriş yaparken kafeste ki papağan 'Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Amerika' diye bağırır. Bu duruma fena halde sinirlenen Amerikalı askerler dükkan sahibini biraz hırpaladıktan sonra, bu papağanı yok etmesini, yarın görürlerse kendisini ve papağanını öldüreceklerini söyler çıkar giderler.

Askerler gittikten sonra dükkan sahibi kendi kendine çareler arar ve bir çözüm bulur. Nasıl olsa ABD li askerler camiye girmez, papağanım kurtulur diye düşünür ve kendi papağanını camide ki İmamın papağanı ile değiştirir. Ertesi gün Amerikan askerleri tekrar gelir bakarlar ki papağan dükkanda duruyor. Onlar aynı papağan sanarak dükkan sahibine kızarlar. Dükkan sahibi 'bu papağan artık akıllandı, daha söylemez.’ Dese de inandıramaz. Amerikalı askerin biri "Ben şimdi anlarım bunun akıllanıp akıllanmadığını" der ve papağanın tekrarlaması için bağırır:

'Kahrolsun Amerika'

Papağanda hiç ses yok. Öyle kafesin içinde durmuş olup bitenleri seyrederken, papağana söyletmek için orada ki askerler den ikincisi de bağırır ‘Kahrolsun Amerika.’

Papağanda yine ses yok.

Bu sefer Amerikalı Askerler hep birlikte bağırırlar:

"Kahrolsun Amerika. Kahrolsun Amerika. Kahrolsun Amerika"

Az sonra papağandan ses gelir: "Amin. Amin. Amin"